Adı geçenlerden birinin yeni Cumhurbaşkanı olacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla isimlere takılmadan ilkeler üzerinde anlaşıp, “güçlendirilmiş parlamenter sistem”in manifestosunu oluşturmak çok daha büyük önem taşımaktadır. Üç Aliler”den Kılıç Ali’nin oğlu; biz Galatasaraylılar için namı diğer “Baba Gündüz”, Gündüz Kılıç’ın Atatürk ile olan anısını bilir misiniz? Baba Gündüz’ün anlatımına göre Atatürk, bir gün Kılıç’ların evine gitmiş; o sırada evde Gündüz Kılıç’tan başka kimse yokmuş. Atatürk, evde yalnız olan genç ile baş başa kalmış olmasını fırsata çevirerek, “gel şöyle otur da seninle konuşalım biraz” demiş. Zira Atatürk, farklı konumlarda bulunan kişiliklerle konuşup, onların sözlerinden sonuçlar çıkarmak gibi bir özelliğe sahipti. Evlerine gelenin kim olduğunun farkındaymış Gündüz Kılıç; o dönemin bütün gençleri gibi… Yapacak bir şeyi yokmuş; ellerini nereye koyacağını bilemeyecek kadar heyecanlı, bir o kadar da sessizce oturmuş. Heyecanlıdır; çünkü Atatürk’ün konuştuğu her gence zeka soruları sorduğunu duymuş; bilmediği bir soruyla karşılaşması halinde çok utanacağını düşünerek terlemiş. Atatürk, Gündüz Kılıç’a zeka sorusu değil ama yakın zamanda oynadıkları Rusya maçlarını sormuş. Söz konusu tarihte Türk Milli Takımı “Halkevleri Takımı” adı altında Rusya ile 5-6 maç yapmış ve hepsi de kötü sonuçlarla bitmiş. Üstüne üstlük Gündüz Kılıç da o takımın kadrosundaymış. STRATEJİ BİLGİSİ VE KURMAY KAFASI  “Neden yenildiniz?” diye sormuş Atatürk. Ne desin Baba Gündüz, kem küm etmiş. Atatürk, bakmış olacak gibi değil; bu kez Gündüz Kılıç’ın duygularını öğrenmek istemiş:  “Peki, bu yenilgiler seni çok üzdü mü?” Gündüz Kılıç, üzüntüsünü o kadar içten anlatmış ki Atatürk’e, onu teselli etmek düşmüş. Ders niteliğindeki şu sözleri o sıra söylemiş: “Dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen takım, yenilmeyen kumandan yoktur. Yenildikten sonra üzülmek normaldir, bu üzüntü insanın yürek gücünü yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yenilen hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek için olanca gücüyle, azmiyle çalışmalıdır.” Atatürk’ün içtenliği, Gündüz Kılıç’ı rahatlatmış. Sohbet samimi bir havada sürerken, Atatürk, futbolun nasıl bir oyun olduğunu ve başarmak için neler yapılması gerektiğini de sormuş. Gündüz Kılıç, hemen eline kağıt kalem alıp, önce bir oyun sahası çizmiş. Çizdiği oyun sahası üzerine yerleştirdiği oyuncuları ve görevlerini anlatmış. O zamanlar savunma oyuncularına, “müdafi”, orta üçlüdekilere “muavin” ve ileri üçlüdekilere de “muhacim” denirmiş. Gündüz Kılıç, sahadaki konumlarına göre futbolcuların görevlerini ve hedeflerini anlatınca Atatürk’un cevabı şu olmuş: “Yahu desene bizim harp oyunları gibi, sizin iş de strateji bilgisi ve kurmay kafası ister.” CUMHURİYET’İN 2. YÜZYILINA YARAŞIR BİR TÜRKİYE Siyaset de öyle değil mi? Öncesini bir tarafa bırakalım; zira Deniz Baykal dönemi CHP’si, Ankara’da Çankaya, İstanbul’da Kadıköy ve İzmir’de Konak ve Karşıyaka ile yetinirdi. Ana muhalefet partisi olmak yeter de artardı Baykal için. Gelin görün ki AKP iktidarının ötekileştirici ve ayrımcı politikaları nedeniyle toplumsal bir sıkışıklık yaşanmış ve toplum nefes alabilecek bir çıkış için arayışa girmişti. Her ne kadar değişim, öznesi Baykal olan “sevimsiz” bir mevzu üzerine gerçekleşse de Kılıçdaroğlu’nun gelişi bu sürecin sonucudur. Genel Başkan olduktan sonra gerçekleşen ilk seçim, 2011’de yapılmıştı ve 2011’den bugüne girdiği seçimlerde gösterilen en büyük başarı, Ankara ve İstanbul da dahil 11 büyük belediye başkanlığı seçimini kazanmaktı. Şimdi de Cumhurbaşkanlığı özelinde AKP iktidarını sandığın gücüyle ve meşru yollardan göndermek için çabaladığını görüyoruz. Bunun için “Altılı Masa”yı ilmek ilmek ördüğünü de biliyoruz. “Altılı Masa”nın son toplantısı geçtiğimiz pazartesi günü yapılmış; toplantının sonucunda “Cumhuriyet’imizin 2. yüzyılına yaraşır bir Türkiye”yi hedeflediklerini ve "ortak cumhurbaşkanı adayımız hem Türkiye Cumhuriyeti'nin 13. Cumhurbaşkanı hem de herkesin cumhurbaşkanı olacaktır" tek aday etrafında birleşeceklerini açıklamıştı. Türkiye’nin ikinci yüzyıla umutlu ve güven içinde girebilmesini istemek yetmez; hiç kuşkusuz, bu talebin gerçekleşme sürecine kimin öncülük edeceği de önemlidir. Bu nedenledir ki önemli bölümü iktidar destekli medyanın aracılık ettiği “aday kim” sorusu da soruluyor. Aday, elbette önemli ancak görünen o ki olağandışı bir gelişme olmazsa adı geçenlerin hangisi aday olursa yeni Cumhurbaşkanının o olacağı anlaşılıyor. Dolayısıyla isimlere takılmadan sükunet içinde önce ilkeler üzerinde anlaşıp, içinden geçilen bu süreçte, o ilkelerin taşıyıcı kolon görevi göreceği “güçlendirilmiş parlamenter sistem”in manifestosunu oluşturmak çok daha büyük önem taşımaktadır. Bir noktanın daha altını çizmekte fayda var; CHP, “Altılı Masa”nın “amiral gemisi” rolünü üstlenmiş bulunuyor. Bu rol, ilgisine çok büyük sorumluluklar yüklüyor. Ne demişti Atatürk? “Yenilmek ve yenildikten sonra üzülmek normal” ama “hemen toparlanmalı ve kendini yeneni yenmek için var gücüyle çalışmalı”. Yenilgiden kurtulabilmek ve Cumhuriyet’imizin 2. Yüzyılına yaraşır Türkiye’yi inşa edebilmek için yapılması gerekeni, Baba Gündüz şu şekilde ifade etmişti: “Bir halatı hep birlikte çekmek, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilmek”… Mümkün mü? Mümkün ve de gereklidir.