Geçtiğimiz haftanın iki önemli dönemeci NATO Zirvesi ve Fed para politikası toplantısı oldu. ABD Başkanı Biden, kendisinden önceki Trump döneminde dağılan ABD-AB ilişkilerini büyük ölçüde toparlamayı başardı.  Önce G7 toplantısında Çin’i en büyük ticari rakip olarak öne çıkardı. Hemen arkasından gelen NATO Zirvesi sürecinde müttefikleri ABD’nin “geri dönmüş oluşuna” ikna etmesinin ardından Çin’in bu sefer yükselen bir askeri güç; hatta geleceğin tehdidi olarak başka bir açıdan ortak hedef tahtasına oturtulmasını sağladı. Biden’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rus Devlet Başkanı Putin ile yaptığı birebir toplantılarda ülkeler arasındaki özel gerginlik konuları elbette ön plandaydı.  Fakat iki ülkenin de Çin’in çekim alanından kopmasını sağlamak üzere ABD Başkanı’nın dikkatle seçtiği bir iletişim tercihini görmemek mümkün değil. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin en önemli sembolü Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmasından tam 32 yıl sonra 2021 NATO Zirvesi yeni bir ayrışmanın başlangıcı olarak mı tarihe geçecek? AB-ABD ve batılı benzer değerlere sahip ülkelerin otokratik yönetimle dünya devi olan Çin’i ekonomik ve askeri olarak kontrol altına alabilmeleri gerçekten mümkün mü? Çin’e uygulanacak baskının çok yönlü ve dolayısıyla değişik başlangıç noktaları olacağı görülüyor. Bunlardan bir tanesi, Biden’ın Avrupa turundan elde edilen en somut gelişme: Boeing ve Airbus arasında yıllardır süren kan davasına ateşkes, 11 trilyon dolarlık vergi anlaşması anlamsız ve kazanımı olmayan bir savaşta kısmen de olsa Çin'i de hedef almakta.  Karşılıklı atılan geri adımlar yoluyla, pandemi sonrası hızlı toparlanma dönemi normalleştiğinde Avrupa ve ABD'de istihdam piyasasında önemli kazanımlar olacak bu anlaşma sayesinde. İstihdam ve teknolojinin küçük de olsa bir kısmı Çin'in saldırgan atılımlarına karşı korunmuş olacak. Geçen haftaki Avrupa turunda Biden, G7 ve NATO liderlerini üç başka başlık altına Çin’i hedef almalarını sağlamaya çalıştı.  Bunlardan ilki daha popüler bir konu olması nedeniyle daha çok yankı bulan koronavirüsün kökenine ilişkin soruşturmaların yeniden açılmasını isteğiydi.  Diğeri, Pekin'in Hong Kong ve Sincan gibi yerlerdeki insan hakları ihlalleri ve baskılarına karşı ortak bir tavır geliştirilmesi çabasıydı.  Ve tabi Çinli lider Xi'nin Kuşak ve Yol altyapı girişimini yavaşlatacak, bu yatırımların geçtiği ülkelerdeki etkisini azaltacak Çin’e rakip Batılı bir oluşumun 100 milyar dolarlık bir yatırım paketi ile çağrısı yapması da önemliydi. G-7'nin ortak açıklamasında Çin'in bazı sektörlerde "zorla çalıştırma" uygulamaları da eleştirilirken, altyapı gelişimini teşvik etmek için bir görev gücü oluşturulması da dikkat çekiciydi. ABD’nin de AB’nin de kendi ekonomilerinin Çin ile olan ilişkileri oldukça karmaşık.  Başlangıç olarak bu temel alanlarda Çin’e baskı hissettirirken, Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Sullivan NATO sonrası yaptığı açıklamada, ABD ve Pekin arasında daha kapsamlı görüşmeler için planlamanın devam ettiğini açıkladı.  Biden ile Xi arasında şimdi Ekim’de Roma’da gerçekleşecek G20 toplantısında bir görüşme beklentisi var.  Bir taraftan baskı artarken, bir taraftan da diplomasi yoluyla daha dengeli bir ticaret ilişkisinin sağlama çabası devam edecek. ABD’nin Trump döneminde Çin’e uyguladığı vergi politikalarından geri adım atmayan Biden yönetiminin, Pekin'i politikalarını yeniden ayarlamaya ve daha az saldırgan politikalar izlemeye “ikna etmek için” Devreye soktuğu daha geniş strateji Avrupa turu sonrasında kendisi ile benzer fikirli ülkelerle ilişkileri güçlendirmek olarak netleşmiş oldu. Rusya, Türkiye’yi de kendi tarafında görmek istemekte Çin’e karşı.  Kuşak-Yol projesinin içinden geçtiği ülkeleri de Batılı alternatif hibe-yatırımlar yoluyla Çin’e karşı oluşturmaya çalıştığı blokta daha gevşek bir düzende tutmak hedefinde. Biden ve diğer liderlerin G7-NATO toplantıları sonrasında yapılan açıklamalarda da yer bulduğu üzere bu kadar açık şekilde Çin’i hedef almış olmaları, Çin tarafından da beklenmedik derecede diplomatik dilden uzak bir açıklanın yapılmasına neden oldu. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Zhao Lijian "ABD'nin gerçekten çok hasta olduğunu; G-7’nin ABD’nin nabzını tutup bir reçete yazması gerektiğini” söyledi. Biden'ın kendi yönetimine ve diğer hükümetlere ABD politikasında ve ABD diplomasisinde Çin rekabetine öncelik vermek istediği, bunun için başta AB olmak üzere NATO ülkelerini yanında istediği net. Fakat halen Biden’ın bu söyleminin arkasından nasıl politikalar izleyerek hedefine ulaşacağı halen belirsiz. Biden’ın Çin ile doğrudan bir yarış içinde olmadıklarını ancak dünyadaki otokratik hükümetlerle demokrasinin 21.yy’ın değişen koşularıyla rekabet edip edemeyeceğini belirleyecek şekilde bir yarışta olduklarını vurgulaması yeni dönemin ayrışma ekseni olarak ön plana çıktı.  Otokratik yönetimlerle mücadeleyi ve Çin rekabetini yan yana koymak ABD’ye ne kazandıracak zaman gösterecek. ABD açısından bu iddialı çıkışın bir hedefi iç politika açısından 4 trilyon dolarlık altyapı harcama paketine destek sağlamak olarak görünüyor.  Çin ile rekabet edebilmek için yarı iletkenler ve diğer stratejik sektörler etrafında tedarik zinciri güvenliğine odaklanılması teması ABD içine yönelik. Çin ile rekabet gündeminin dış politika açısından cazip yanı ise, Asya ve ötesindeki müttefiklerle daha yakın koordinasyon ile safları kendi merkezi etrafında sıkılaştırmak. Dünya basınında yeni bir soğuk savaş dönemi başlangıcı yorumları sıkça yapıldıysa da, işin o noktaya varması ticari ilişkilerdeki karmaşık yapı nedeniyle kolay değil.  Üstelik Soğuk Savaş döneminde ekonomik açıdan dengesiz iki kutup mevcutken, Çin’in rakip olarak hedefe konduğu bu yeni dönemde ekonomik açıdan bu sefer iki tarafın oldukça dengeli olduğunu söylemek gerek. Çin’in etrafında ekonomik ve askeri olarak sembolik de olsa bir duvar örme girişiminde bulunan Batılı ülkelerin çabaları önümüzdeki dönemin önemli belirleyicilerinden olacak. Geçen haftanın G7 ve NATO Zirvesi sonrasında açılan bu kapının ardından gelecekleri çok yakından izlemek gerekli.