Geçtiğimiz hafta perşembe günü Türkiye kamuoyu siyasi bir cinayetle sarsıldı. Onur Gencer adlı şahıs, Halkların Demokrasi Partisi (HDP) İzmir İl Başkanlığı binasını basarak, orada bulunan Deniz Poyraz’ı öldürdü. Son dönemde siyasal şiddet vakaları artmasına karşın, bir siyasi parti temsilciliğine yönelik böylesine kanlı bir saldırıyla uzun süre sonra ilk defa karşılaşıyoruz. O gün HDP İl başkanlığında gerçekleşmesi planlanan geniş katılımlı toplantı ertelenmemiş olsa, belki de saldırıda hayatını kaybedenler sadece Deniz Poyraz ile sınırlı kalmayacaktı. Gerçekleşen bu saldırıyı uzun süredir iktidarın HDP’ye yönelik kullandığı dışlayıcı dil ve şiddet politikalarından ayırmak mümkün değil. İktidar çevreleri Haziran 2015 seçiminden beri HDP'yi terörle iltisaklı şekilde göstererek, partiyi gayri-meşru hale getirmeye ve yalnızlaştırmaya çalışıyor. Bu sayede Kürt siyasal hareketine karşı yürütülen güvenlikçi politikaların seçmen nezdinde karşılık bulması hedeflenirken, HDP ile diğer muhalefet partilerinin arasının açılması sağlanıyor. Ekonominin bozulduğu ve iktidardaki Cumhur ittifakının kendi içinde ciddi kavgalar yaşadığı bir ortamda seçim kazanmak için iktidarın elinde bir tek bu politika kalmışa benziyor. MUHALEFETE YÖNELİK ARTAN SİYASAL ŞİDDET Olayın üstünden birkaç gün geçmesine karşın saldırı hakkında hâlâ net bilgilere sahip değiliz. Katilin neden HDP İzmir binasını seçtiği, olay günü binada ne kadar kaldığı ve saldırıda kullandığı silahı nasıl temin ettiği hakkında kamuoyu bilgilendirilmedi. Emniyet kuvvetleri soruşturmayı derinleştirmediği için saldırganın ne tip gruplarla bağlantılı olduğu ve kimlerden yardım gördüğü hakkında da ciddi karanlık noktalar var. Saldırının faili Onur Gencer'in SADAT tarafından askeri eğitime maruz tutulduğu ve Suriye İç Savaşı’na katıldığına dair gündeme gelen bilgiler, aşırı dinci ve aşırı milliyetçi grupların kamu güvenliği açısından yarattığı büyük tehlikeyi yeniden gözler önüne serdi. HDP İzmir İl başkanlığında gerçekleşen bu saldırı özellikle Haziran ve Kasım 2015 arasında muhalif gruplara karşı gerçekleşen terör saldırılarını akla getiriyor. Öte yandan HDP örgütleri 24 saat polis gözetimi altında tutulmasına karşın silahlı bir saldırganın nasıl hiçbir müdahale olmadan parti binasına girebildiği ve saldırıdan sonra bile bir süre orada zaman geçirebildiği soruları hâlâ yanıtsız. İzmir'deki saldırı Türkiye'de muhalif gruplara yönelik artan siyasal şiddetin son örneği oldu. Bu vakalarda hedef genellikle HDP olmakla birlikte, farklı görüşlerden gelen birçok muhalif siyasetçi ve hatta basın mensubu da saldırılardan payını aldı. Bu saldırıların ortak özelliği iktidar çevrelerinin muhalefete yönelik kullandıkları söylemin sertleştiği ve siyasi rekabetin arttığı dönemlerde gerçekleşmesi oldu. Nitekim, Kasım 2015 ve Haziran 2018 genel seçim kampanya dönemleri saldırıların yoğunlaşması açısından özellikle öne çıktı. İçlerinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ'ın da bulunduğu birçok isme yapılan saldırılar iktidar çevrelerinde ciddi bir tepki uyandırmadığı gibi saldırının failleri hakkında detaylı bir soruşturma da yapılmadı. Dolayısıyla, otoriterleşen Türkiye siyasetinde artan siyasal şiddeti besleyen temel öğe iktidarın bu konularda hesap vermeyen ve hesap sormayan tavrı oldu. Benzer bir tutumun İzmir'deki saldırı sonrası da geçerli olduğunu görüyoruz. Olayın üzerinden birkaç gün geçmesine karşın, hükümet nezdinde saldırıya yönelik bir resmi açıklama yapılmadı. Türkiye'nin en büyük üçüncü partisine yönelik bu saldırı sonrasında İçişleri Bakanı sessizliğini koruyor. Geçen hafta gerçekleşen saldırının diğer bir önemli boyutu muhalefeti kısa süreliğine birleştirmesi oldu. HDP, Cumhur İttifakı tarafından senelerdir sistem dışına çıkartılarak muhalefet cephesi içinde yalnızlaştırılmaya çalışılıyordu. Bu strateji kapsamında HDP'li siyasetçilerin tutuklanmasına, belediyelere kayyum atanmasına ve örgütlere yönelik polis baskınlarına karşı muhalefet partileri tepki göstermekte çekingen davranıyorlardı. Fakat bu sefer, CHP başta olmak üzere Millet İttifakı’nı oluşturan partilerden saldırıya yönelik kınama ve taziye mesajları yağdı. Milliyetçi camianın demokrat yüzünü temsil eden İYİ Parti'nin bu konuda tavır alması özellikle önemliydi. Ayrıca CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun HDP İzmir İl Başkanlığına taziye ziyareti yapması ve İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in Deniz Poyraz'ın cenazesinde konuşmasının kamuoyu nezdinden sembolik değeri var. Fakat bu saldırının münferit bir olay olmaktansa, HDP'ye yönelik sistematik dışlama ve şiddet politikalarının son halkası olduğu düşünüldüğünde Millet ittifakının bu konuda daha ilkesel bir siyaset benimsemeye hazır olması gerekiyor. Hükümetin olayın üstünden birkaç gün geçmesine rağmen sessizliğini koruması bu tarz şiddet eylemlerinin iktidar çevreleri tarafından olağan karşılandığını ve üstüne gidilmeyeceğini gösteriyor. HDP dışındaki muhalefet partilerinin bu konuda iktidara yükümlülüklerini hatırlatmak ve alternatif bir siyaset önermek açısından büyük sorumlulukları var. Olası bir erken seçime gidilen süreçte Türkiye'de siyasi şiddetin yükselmesini engelleyecek en temel faktör, muhalefet partilerinin bu konuda seçmen desteğini de arkalarına alarak iktidardan hesap sorabilmeleri olacak. MİLLET İTTİFAKI’NIN HDP’YE YÖNELİK İLKESEL BİR TAVIR ALMASI LAZIM İzmir'de gerçekleşen saldırı siyasal şiddet konusunda muhalefet partilerini bir araya getirmek için bir fırsata dönüştürülebilir. Türkiye'de zaten uzun süredir serbest ve adil seçim yapmanın koşulları ortadan kalkmıştı. Fakat artan şiddet vakaları nedeniyle artık iktidar ile adil olmayan koşullarda mücadele eden muhalif siyasetçiler, aynı zamanda fiziksel tehlikelere de maruz kalıyorlar. Özellikle ülkücü veya Suriye'deki askeri harekata katılmış savaşçı gruplar önümüzdeki dönemde muhalefete yönelik şiddetin failleri haline gelebilir. Böyle bir ortamda muhalefet partilerin yöneticilerin acilen bir araya gelerek, siyasi şiddete karşı ortak bir tutum sergilemeleri ve hükümeti sorumluluğa davet etmeleri lazım. Millet İttifakı ve HDP arasında çeşitli konularda büyük farklar olabilir. Fakat Millet ittifakının HDP de dahil olmak üzere tüm siyasi partilerin şiddet ve baskıya maruz kalmadan siyaset yapma hakkını savunması gerekmektedir. Bu ilkesel tavır HDP kapatma davası iddianamesinin Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edildiği bir günde büyük önem taşıyor. Normal koşullarda gidilecek bir seçimi kazanamayacağını bilen Cumhur ittifakı özellikle HDP’nin siyaset yapmasını hem hukuki hem de bu tarz fiziki darbelerle sınırlamaya çalışıyor. Türkiye'de rejimin otoriter bir hale bürünmesi toplumsal barışa verdiği zarar ve kutuplaşma üzerinden kamu güvenliğini tehdit eder bir noktaya geldi. Otoriter yönetimi değiştirmek ve demokratik bir rejim inşa etmek iddiasında olan Millet İttifakının bu güvensizlik meselesini de gündemde tutması gerekiyor. Millet İttifakı, HDP seçmenlerine yalnız olmadıkları mesajı verebildiği oranda toplumsal barışa ve demokratik rejim inşasına katkı sunacak.