19. yüzyıldan önceki besteciler ancak sonraki nesillerce anlaşılmıştır. Ancak bu yüzyıldaki sıra dışı bestecilerin ve yorumcuların yaşarken de fenomenleştiklerine şahit oluruz. Keman virtüozu ve bestecisi Paganini, işte bu silsiledeki fenomenlerin başında gelir. Müzik tarihinde hem yaşadığı sırada hem de öldükten sonra kültleşmiş isimlerin başında Niccolò Paganini (1782-1840) gelir. 19. yüzyıl öncesinde yaşamış birçok bestecinin, yorumcunun ancak sonraki nesillerce gerçek değerlerinin anlaşılabildiğini, isimlerinin belleklere kazınabildiğini biliriz ama 19. yüzyıl artık çok başka bir yüzyıldır. Bu yüzyılda yaşamış sıra dışı besteciler ve yorumcuların henüz yaşarken fenomenleştiklerine sıkça şahit oluruz. Beethoven ile başlayan bu ‘kültleştirme fenomeni’ -maalesef onun gölgesinde kalmaktan kurtulamamış Schubert’i atlayarak- Chopin, Liszt, Brahms, Verdi, Wagner gibi ‘müzikal tanrılar’ armağan etmiştir insanlığa. Keman virtüozu ve bestecisi Paganini ise bu silsilenin ilk basamağında duran fenomenlerin başında gelir. Yaşadığı çağda hakkında büyücü, sihirbaz, cadıların başı gibi lakaplar uydurulan Paganini için daha yaşarken kullanılan çok ünlü bir benzetme daha vardır ki o da ‘Şeytanın Kemancısı’dır. Neden ‘Şeytanın Kemancısı’? Çünkü Paganini’nin keman çalma tekniği o kadar benzersiz, o kadar akıl almaz ve kavranamaz bulunuyordu ki, onun ancak şeytanın buyruğuna girmek suretiyle böylesine ‘insan üstü’ bir varlığa dönüştüğü düşünülüyordu. 19. yüzyılda çok popülerleşen ve sanatın her dalında olduğu gibi müzikte de çokça başvurulan Goethe’nin ‘Faust’ karakteri Paganini’yle özdeşleştiriliyor, Cenovalının şeytanla anlaşma yaptığına ciddi ciddi inanılıyordu. Evet ‘ciddi ciddi’ diyorum çünkü bu, 19. yüzyılda öyle gülüp geçilen, dalga geçilen bir konu değildi. ‘Paganini fenomeni’ 1810’lu yılların başından itibaren İtalya’yı, 1820’lerin sonu itibariyle de Avrupa’yı kasıp kavurmaya başlar başlamaz sorular da havada uçuşmaya başlamıştı. Kimdi bu Paganini, nerden çıkmıştı, bu fantastik tekniği nerden, nasıl edinmişti, böylesine kusursuz çalabilmeyi, kemanıyla akla hayale gelmedik oyunlar yapmayı kimden öğrenmişti? Şeytanla anlaşma yaptığı doğru muydu? Tipi, davranışları, hal ve tavrı neden böyle sıra dışıydı; neden sahnede simsiyah, upuzun, tuhaf kostümler giyiniyordu? Elleri, kolları neden bu kadar uzundu? Yüzü neden ölü gibi beyazdı? Aslında Paganini’nin geçmişinde, onun günün birinde Avrupa’nın üzerinde en fazla konuşulup, spekülasyon yapılacak kemancısı olacağına dair pek az belirti olduğunu söylemek mümkündür. Profesyonel müzikçi olmayan mütevazı bir Cenovalı aileye doğmuş, müziğe önce babası gibi mandolin çalarak başlayıp, yedi yaşında kemana geçmişti Paganini. Götürüldüğü hocaların çocuktaki olağanüstü yeteneği gördükten sonra -zayi olmasının önüne geçmek için- oyalamayıp onu kendilerinden daha üstün gördükleri hocalarına yolladıkları Paganini, konservatuvar çatısı altında değil de özel hocalar (Rolla, Paer, Ghiretti) eliyle gördüğü, kısa sürdüğü söylenebilecek kemancılık ve bestecilik eğitiminin ardından İtalya’nın değişik şehir devletlerinde şansını denemeye girişti. 1805-1809 yılları arası, Paganini’nin, Napolyon’un kız kardeşi olan Granddüşes Elisa Baciocchi’nin Toskana’daki sarayında kemancı olarak görev yaptığı dönemdir. Baciocchi için Paganini sayesinde tarihin tozlu raflarına atılmaktan kurtulmuş bir granddüşestir denilse yeridir (Baciocchi’nin, Paganini’nin kemanının ürettiği muazzam sonoriteye [ses yoğunluğu] kulakları dayanamadığından, kemancının konserlerine ya gelmekten kaçındığı ya da geç geldiği söylenir). Toskana Sarayı aynı zamanda, Paganini’den geriye kalan en ünlü eser olduğu söylenebilecek, aslında kemancılar için egzersiz niyetine bestelenmiş kısa parçalar olan 24 Kaprisini bestelediği yerdir de (Kapris ya da İtalyancasıyla capriccio, kullanım alanı çok geniş olan; hızlı, hareketli, teknik yönden güç pasajlar içeren, çoğunlukla çalgısal olan bir eser türüdür). Ama bunlar tıpkı Chopin’in etüdleri gibi, çalışma parçası mantığını fazlasıyla aşan, sanatsal açıdan da tatmin edici olduğu rahatlıkla söylenebilecek parçalardır. 24 Kapris günümüzde hâlâ konser salonlarında çalınan, özellikle bis eseri olarak, solist kemancıların Bach ile birlikte en fazla başvurdukları eserlerin başında gelir. Bach’ın eserlerine kıyasla bu parçaların şova dönük yanı elbette öndedir. Özellikle 24 numaralı Kapris, Paganini’den sonra pek çok 19. Yüzyıl bestecisine esin kaynağı olmuş ve onların piyano ve orkestra için ünlü eserler bestelemelerine neden olmuş bir parçadır. Liszt, Brahms, Rachmaninoff ve Lutoslawski’nin 24. Kapristen hareketle yaptıkları besteler çok güzeldir ve önemlidir. PAGANİNİ AYDINLANMA HAREKETİYLE BİRLİKTE DOĞDU Biraz da Paganini’yi doğuran koşullardan bahsedelim. Paganini’nin Londra’dan Varşova’ya kadar tüm Avrupa’da meteor gibi yükseldiği 19. yüzyılın ilk yarısı, kıtanın bir önceki yüzyılda yaşanan aydınlanma hareketinin üzerine yeni anlayışlar ve sistemler bina etmekte olduğu hareketli, çalkantılı bir dönemdir. Burjuvanın yükselişi, kapitalizmin ayak sesleri, pek çok ürünün olduğu gibi sanatın da bir ticari meta olarak piyasada alım satım mekanizmasına konu oluşu, müzik piyasasını da etkilemiştir. Artık 18. Yüzyıl saraylarının dört duvarı arasından kurtulmuş olan müzik sanatı, burjuva tarafından her yerde kurulmakta olan halka açık konser salonlarında daha görkemli fiziksel ortamlarda icra edilir olmuştur. Bu ‘ticarileşme’ beraberinde, müzik sanatının her geçen gün daha fazla kazanç elde edilmeye dönük bir ‘sektöre’ dönüşmesi sonucunu doğurmuş ve bu anlayış bir 19. Yüzyıl fenomeninin doğmasına büyük katkı sağlamıştır: Virtüoz yorumcu. Bir önceki yüzyılda da çalgılarında virtüozlar vardı ama bunların ‘sanatsal tanrılar’a dönüşmesi için 19. Yüzyılı beklememiz gerekecektir. Bu yüzyılın müzikteki başlıca alametlerinden biri de Orta Çağ’a, Gotik dünyaya duyulan merak ve özlemdir. Kral Arthur-vari mitik karakterler, roman kahramanları bu yüzyılda başlıca esin kaynaklarıdır. Virtüoz yorumcular da zamanla mitleştirilecek, bunların etrafında bir gizem hâlesi oluşacaktır. Paganini işte bu yeni tipteki virtüoz yorumcuların ilk örneğidir. Paganini’yi bu yüzyılda piyanoda Chopin ve Liszt yakından takip edeceklerdir. Esinlerini, sahnede izledikleri ‘Şeytanın Kemancısı’ndan alan bu iki piyanist, Cenovalının kemanda yaptıklarının aynısını piyanoda gerçekleştirmeye adayacaklardır kendilerini. EKLEM BOZUKLUĞU NEDENİYLE PARMAKLARI UZUNDU Bu yüzyılda kitle de artık çok daha efektif biçimde, canlı müzik uğraşına dinleyici olarak katılır. Özellikle kadınların katılımı dikkat çekicidir. 18. yüzyılda kadınların erkekler tarafından kurulan amatör müzik cemiyetlerine üye olmaları bile söz konusu değilken, sekülerizmin yerleşmesi sonucunda kadınların da toplumsal yaşama girmeleriyle soluğu konser salonlarında almaları bir olmuştur. Paganini, Liszt, Chopin gibi olağanüstü virtüoz besteci-yorumcuların en önemli hayran kitlesi kadınlardır. Bunlar, günümüzün ‘stalker’ tabirine uygun düşen abartılı tepkileri ve tavırlarıyla virtüoz yorumcuların henüz yaşadıkları sırada mitleştirilmesine katkı sağlamışlardır. Paganini’nin 57 yıllık yaşamı hareketli, türlü badirelerle dolu bir yaşamdır. O, hastalıklardan yana çok sıkıntı çekmiş müzisyenlerin başında gelir. Hovardalığıyla meşhur olduğu için o çağın belası olan frengiyi kapmasına herhalde şaşırmamak gerekir. Kesin bir bilgiye sahip olmamakla birlikte, Marfan sendromu ve Ehlers-Danlos sendromu adı verilen eklem bozukluklarından mustarip olduğu gerçeği, vücudu üzerine çağdaşları tarafından yapılan yorumlar ve o günlerde yapılmış resimlerden, karikatürlerden anlaşılabilmektedir. Bu sendromlar Paganini’nin alışılagelenden çok daha uzun parmaklara ve esnek bir eklem yapısına sahip olması sonucunu doğuruyor, bu da meslektaşlarına yapılamaz gelen pek çok teknik güçlüğün üstesinden kolaylıkla gelebilmesini sağlıyordu. Meslektaşları demişken, Paganini kendi döneminde elbette tek değildi ama yine çok önemli bir kemancı olan Louis Spohr’un bile övgüsünü ve hayranlığını kazanacak kadar rakipsizdi de. Carl Guhr adında bugün maalesef unutulmuş önemli bir Frankfurtlu kemancı vardır. Paganini’nin çağdaşı olan bu kemancı da Cenovalının sihrine kapılmış, onu pek çok kez sahnede izlemiş ve izlenimlerini Paganini üzerine yazılan belki de ilk değerlendirmede (Über Paganinis Kunst, die Violine spielen, 1829) sonraki nesillere aktarmaya çalışmıştır. Büyük Alman şair ve yazar Heinrich Heine (1797-1856) de Paganini fenomeni üzerine çokça kafa yormuş müziksever entelektüellerin başında gelir. Göğse çok yakın pozisyonlanarak çalınan kemanı, bu tutuştan dolayı ‘yüreğin doğrudan dışarıya yansıması’ olarak gören Heine, dokunaklı ve insancıl çalımından dolayı Paganini’yi ‘en iyi kemancı’, makine kusursuzluğundaki çalımından dolayı da -çelişkili biçimde- ‘en kötü kemancı’ olarak nitelendirir.  ŞOVLAR VE NUMARALAR DENİYORDU, ŞAŞIRTMAYI SEVİYORDU 19.yüzyıl burjuva kültürünün baş tacı edip adeta kutsallaştırdığı Paganini tam da bu nedenle kimilerince ‘bayağılık’ ile de suçlanmıştır. O, Richard Sennett’in ‘Kamusal İnsanın Çöküşü’ adlı ünlü kitabında altını çizdiği gibi ‘halk kahramanı olan ilk müzisyendi’. Ama bu ‘halk kahramanlığı’nın beraberinde ‘halk dalkavukluğu’nu da getirmesi kaçınılmazdı. Sahnede halkı galeyana getirecek, halkın aklını başından alacak, onları ayıltıp bayıltacak numaralar yapmayı Paganini zamanla geliştirip mükemmel bir ustalık haline getirmişti. ‘Dinleyiciyi şoke etme’ üzerine kurulu bir üslup geliştirmişti ‘Şeytanın Kemancısı’. İnsanlar Paganini’nin konserlerinde, iyi tanıdıkları eserleri yepyeni kılıklarıyla dinlediklerinde şoka uğruyorlar, benzersiz bir konser deneyimi yaşamış olmanın verdiği hayranlık ve tatmin duygularıyla salondan çıkıyorlardı. Paganini’de numara çoktu doğrusu. En sevdiği ve insanların aklını başından alan numaralarından biri de tek tel üzerinde türlü atraksiyonlar yapabilmesiydi. Paganini’nin kemanın sol teline olan tutkusu iyi bilinir. Sadece sol tel için yazarak bestelediği tema ve çeşitlemeleri vardır (Napolyon ve Musa Çeşitlemeleri gibi). Konserlerinde telleri tek tek kopartır ve kalan telle dakikalarca çalardı. Kulisten sahneye çıkmak yerine, orkestra üyelerinin arasına gizlenir ve partisi geldiğinde bir anda ortaya çıkıp çalmaya başlardı. Biteviye bir şaşırtma, şoke etme dürtüsü peşinde koşardı. Bu numaralardan o çağda etkilenmeyen yoktu bu arada; soylular da burjuvalar da müzisyenler de tıpkı bir tarikat liderince efsunlanmışçasına, ‘Paganini kültü’ etrafında birleşmişlerdi. Cenovalının her konseri âyin gibiydi. Ama gelin görün ki bu ‘numaralar’ yüksek sanatın koruyuculuğunu üstlendiklerini düşünen bazılarının gözünü boyamaya yetmiyordu. Onların gözünde Paganini bir numaralı şarlatandı, komedyendi, bir sirk cambazıydı. Paganini’den ilham alan Liszt’e de yöneltilecekti 1840’lı yıllardan itibaren bu suçlamalar. İşte bu Liszt, 1840 yılında Paganini’nin ölümü üzerine bir yazı kaleme alacak ve yazısına şu cümlelerle başlayacaktı: ‘Paganini… Kamu içine çıktığında, dünya onu süper bir varlık gibi şaşkınlıkla izliyordu. Görülmemiş bir heyecan yaratıyordu, dinleyicilerin fantezileri üzerinde öylesine büyülü bir etki bırakıyordu, öylesine güçlüydü ki, doğal bir açıklama ile tatmin olamıyorlardı.’ (Sennett, s. 256) Paganini o gün de tam anlamıyla anlaşılabilmiş değildi bugün de. ‘Şeytanın Kemancısı’nın kemanı nasıl çaldığına dair fikrimiz sadece çağdaşlarının günümüze ulaşan yorumlarından, resim ve karikatürlerden, eserlerinde kemanı kullanım tarzından çıkarabildiğimiz sonuçlardan ibaret. Joachim, Sarasate, Ysaye gibi günümüze ses kaydı kalabilmiş ilk büyük kemancılar kayıtlarını 20. yüzyılın hemen başında yapabilmişlerdi yani Paganini’nin ölümünden altmış yıl kadar sonra. Guarneri del Gesu ustanın imzasını taşıyan ve etkileyici sonoritesinden ötürü ‘il Cannone’ (Gülle) diye tanınan, koyu tınılı kemanından nasıl sesler çıkartıyordu, hızlı pasajları ne kadar hızlı çalıyordu, eserleri nasıl ‘deforme’ ederek onları yepyeni kılıklara sokuyordu, bunlar hakkında hiçbir zaman fikrimiz olamayacak ne yazık ki. Il Cannone halen, ‘milli servet’ addedildiği Cenova’da korunmakta ve her yıl büyük bir ihtimamla teşhir edildiği yerden çıkartılıp, törenle ve polis eskortu eşliğinde konser salonuna götürülüp orada dönemin büyük bir kemancısının ellerine teslim ediliyor (Bu yıl önemli İtalyan kemancı Francesca Dego’ya emanet edildi, geçmişte caz kemancısı Regina Carter da bu törende yer almıştı). Yani anlayacağınız, Niccolò Paganini efsanesi ve efsunu, etkisinden milim azalmaksızın günümüzde de sürüyor…