1.GİORGİO AGAMBEN’DE EGEMENLİK PARADOKSU KAVRAMI Giorgio Agamben Kutsal İnsan ve İstisna Hali kitaplarında egemenlik kavramı üzerinde durmuş ve Carl Schmit’in dah önce anlattığımız fikirlerinden etkilenmiştir. Agamben’e göre egemenlik paradoksu dediğimiz olay şunlara dayanmaktadır.
  1. Egemen olan kişi aynı anda hem hukuk düzenin içinde var olan, hem de bu düzenin ya da sistemin dışında olandır.
  2. Bu noktada egemen kişi kendisine hukuk düzeninin içinde belirli noktaları askıya alma ve kimin bu istisna durumu içinde olacağına karar veriliyorsa, egemen bu düzene ait olandır.
  3. Bu evrede egemenin hem sistemin içinde hem dışında olması Agamben’e göre önemsiz bir durum değildir.[1]
Agamben bu noktada bizlere egemenlik içerisinde önemli olan istisna kavramından bahsetmektedir. İstisna bir sınıfa, gruba ya da topluluğa dahi edilemeyen şeydir. Egemen ise bu durumda istisna haline karar verebilecek olan tek mekanizma olarak tanımlamaktadır. Çünkü egemen, Agamben’e göre hüküm verendir. Egemenin bu durumda Agamben ihtiyaç duyduğu zamanlarda bu istisna halini yarattığını ve bu yaratma gücünü de elinde bulunduğunu söylemektedir.[2] Bu hali ile baktığımızda bu noktaya gündelik hayattan bir örnek vererek devam edecek olur isek eğer: Aile kurumu içerisinde baba figürünün egemen olan kişi olduğunu varsayalım. Kadının ise babadan emir alan ve hüküm verene tabi olan buyruk olduğunu düşünelim. Aile içerisinde babanın kadın üzerinde çocuk sahibi olma ve erkek çocuk sahibi olma ifadesi ile doğacak olan kız çocuklarını otomatik olarak dışladığını görmekteyiz. Bu noktada kurumsal olarak aile içerisinde yapısal şiddet uygulayarak, kız çocuk sahibi olma hakkını anneden bir şekilde almaktadır. Bu durum da kız çocukları için cinsiyetçilik kavramı üzerinden görülmektedir. Fakat burada anlatmak istediği o halde istisna durumunun aynı zamanda bir dışlama hali olarak karşımıza çıktığıdır. Egemen babanın kız evladının istisna haline getirerek dışlaması. Agamben’e göre dışlanan şey dışarıya terk edilen değil, dışarıda tutulandır. Kız evladını erkek evladı göremeyen babanın kızını dışarıda tutması aileden biri ya da evlattan biri olarak görmemesi fikridir. Bu noktalardan hareket edecek olur isek, egemenliğin yapısı Agamben’e göre istisnadan oluşmaktadır. Egemenlik hukukun hayata göndermeler yaptığı orijinal bir yapı şeklindedir. Agamben burada hiçbir şeyin aslında hukukun dışında olmadığını zaten hukuku yaratanın da egemen olduğunu bizlere sunmaktadır. Bu yüzden Agamben egemenin, hukuk ve şiddet ile birleşerek bir belirsizlik alanı yarattığını söylemektedir. Egemenin şiddet ile hukuk arasında bir belirsizlik noktasında olduğunu vurgulamaktadır. Bu belirsizlik mıntıkasını da hukukun şiddete, şiddetin de hukuka bulaştığı eşik olarak tanımlamaktadır. [3]Agamben ’in kullanmış olduğu istisna hali Carl Schmitt ‘in olağanüstü hal kavramının eş değeridir. 2.EGEMENLİK VE OLAĞANÜSTÜ HAL KAVRAMLARI ÜZERİNDEN TÜRKİYE’DEKİ DARBE SÜREÇLERİ HAKKINDA GENEL BİR DEĞERLENDİRME Türkiye’deki darbe süreçlerini Schmittyen bir teori ile ortaya koyarsak eğer, istisnaya karar verilebilmesi için egemenin olağanüstü koşullar içerisinde de karar verebilmesi gerekmektedir. Bu evrede baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti içerisinde darbe sürecine karar veren ordu, asker gibi devlet aygıtları kendilerini egemen olarak görmektedirler. Egemenlik yetkilerini de darbe yaparak kullanmışlar ve olağanüstü hale karar vermişlerdir. Bu noktada şu ana kadar gerçekleşmiş olan darbeleri sıralayacak olur isek;
  1. 27 Mayıs Darbesi 1960
  2. 12 Mart Muhtırası 1971
  3. 28 Şubat Post Modern Darbesi 1997
  4. 12 Eylül Darbesi 1980
  5. 27 Nisan E- muhtırası 2007
Bu noktada baktığımızda darbeler ya da muhtıraların dışında bir de darbe girişimleri bulunmaktadır. Bu evrede egemen olmak isteyen ya da yasa kurucu ve koruyucu arasındaki bağı aşağıda Walter Benjamin üzerinden anlatarak buraya yeniden döneceğim. Şu anda burada incelemek istediğimiz egemenin olağanüstü hale karar verirken bu yetkisini hangi koşullar içinde gerçekleştirmiş ve bunun sonuç olarak nasıl bir siyasal şiddet içerisine girmiş olmasıdır. Mevcut bütün yasaların, normların kurumların ya da devlet mekanizmasının kendi üzerlerindeki egemen tarafından onun tekeline alınması ve bunun da askeri darbeler şeklinde çıkıyor olması siyasal şiddetin örneklerinden biri olarak tanımlanabilmektedir.[4] Bu noktada egemen tarafından askıya alınan bu yasalar karşımıza Agamben’in ifadesi olan olağanüstü hal kavramı ile Türkiye’deki askeri darbelerin gerekçesi olarak çıkmaktadır. Kenan Evren yaptığı konuşmalarda Türkiye’deki iktidarların ya da partilerin kriz yönetimi içinde oldukları ve bu durumdan dolayı da krizlerin yönetilebilmesi için egemen olarak kendilerinin olağanüstü hal durumuna geçtiklerini belirtmiştir. [5] Bu noktada Evren’in konuşmasından yola çıkacak olursak yasasız bir yasa gücünün varlığını görmekteyiz. Nitekim demokrasilerde halkın temsilcileri onların kazanmış oldukları bir hakları gasp edilerek yerlerine asker gibi egemenin geçmiş olması durumu ile karşı karşıya kalmıştır. Agamben’in ifadesi ile Evren gücünü yasasız bir yasadan almaktadır. İşte tam olarak karşımıza çıkan durum şu şekildedir. Darbeler ile olağanüstü hal kavramını getiren yeni yasasız yasalar bunun sonucunda bir belirsizlik alanı yaratmışlardır. Bu belirsiz alan egemen için kuralların olmadığı egemenin mutlak anlamda aldığı kuralların başkasına işletilerek kendisine işletmediği bir alandır. Aşağıdaki verilere bakacak olur isek Türkiye’deki darbeler sonucunda yaşananları daha iyi resmetmemizde işe yarayacaktır.
  • 27 Mayıs 1960 darbesi Türkiye’de eski iç işleri, dış işleri ve başbakan idam edildi.
  • 12 Mart sonrasında alınan sıkıyönetim kararları ile TRT, Üniversitelerin özerklikleri kaldırıldı.
  • 12 Eylül sonrasında tüm ülke genelinde sıkıyönetim ilan edildi.
  • 1980-1984 yılları arasında yaklaşık olarak 50 kişi idam edildi.
  • MGK’nın almış olduğu birçok karar ile siyasi partiler kapatıldı ve siyasetçilere bir dönem siyaset yasağı getirildi.[6]
Bu örnekleri sıralamamız mümkündür. Birçok değişik örneği bulunmak ile birlikte egemen olağanüstü hal kararı sonucunda ülke içerisindeki kargaşa ortamından kurtarmak isterken siyasal şiddeti mekanizmasını devreye sokmuştur. Karşılaştığı krizleri çözme niyetinden uzaklaşmış olan egemen bu istisna halinde yasanın gücünden yaralanarak idam cezalarından, yasaklara, tutuklamalardan demokratik hak ihlallerine kadar birçok farklı hukuk kuralı ortaya atarak olağanüstü durumda bir yasa –şiddet ilişkisi meydana getirmiştir. [7] Derrida bu durumu egemenin muğlak koşulları kendi lehine kullanarak yasayı kendine mal ettiğini belirtmektedir.[8]
  1. YASA KORUYUCU ŞİDDET – YASA KOYUCU ŞİDDET VE DİKDATÖRLÜK KAVRAMLARI
1.TALİ KURUCU İKTİDAR VE ASLİ KURUCU İKTİDAR SORUNU Walter Benjamin, şiddetin eleştirisinin görevini şiddetin hukuk ve adaletle ilişkisini ortaya koymakta görmektedir. Benjamin bu noktada hukuk içerisinde doğal ve pozitif hukuk ayrımına gitmektedir. Doğal hukuk da adil amaçlar için, şiddet kullanılmasında bir sorun görmemektedir. Benjamin doğal hukukta şiddet kullanımına örnek olarak, adil olmayan amaçlar için kötüye kullanılmadığında herhangi bir sorunun olmayacağını belirtmektedir. Benjamin Darwin’in görüşten örnek vererek doğal seleksiyon içerisinde yaşamsal amaçlara uygun olarak şiddet kullanımında bir sorun olmadığını vurgulamaktadır.[9] Doğal hukukun tam zıttı olarak ise Benjamin, pozitif hukuktan örnekler vermektedir. Çünkü pozitif hukuk şiddetin doğal bir oluşum ile oluştuğu fikrini ret ederek, şiddetin tarihsel bir oluşum olduğu savını kabul etmektedir. Bu hali ile doğal hukuk, mevcut hukuku sadece amaçların eleştirisi olarak yargılayabilmektedir. Pozitif hukuk ise oluşmakta olan hukuku sadece araçların eleştirisi yardımıyla yargılayabilmektedir.[10] Walter Benjamin bu noktada doğal hukuk ve pozitif hukuk ayrımlarından yararlanarak, hukuk koruyucu egemen ile hukuku koyan egemen arasında bir sarmal olduğunu belirtmektedir. Hukuk koruyucu egemen güç, kendi iktidarını ve gücünü daha da pekiştirmek için her yaptığı hareketle aslında hukuk koyan egemenin gücünü zayıflatmaktadır. Hukuk koruyucu olan polis ve asker gibi devlet aygıtları[11] belirli bir evreden sonra hukuk koyan egemenin yerine geçmek istemektedirler. Bu yüzden hukuku koruyan şiddet, tehdit etmekte olan şiddettir. Her iki egemen arasında yaşanan bu rekabetin aracı ise şiddet mekanizması olmaktadır. Buna ise siyasal şiddet diyebiliriz. Bu durumu Benjamin George Sorel’in grev fikri ile açıklamaktadır. Genel grev Sorel’de ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi siyasal grev olan[12], sadece devlet içerisindeki egemenlerin mücadelesi haline gelmiş olan bir iktidar yarışıdır. Bu durumu Benjamin bir devletin yerine farklı araçlarla başka bir devletin geçmesi ve devlet fikrinin pekiştirilmesi olarak ifade etmektedir. Bu durumda hukuk koruyucu egemen ile hukuk koyan egemen arasında geçecek olan şiddet sorunsalı bu noktada George Sorel’in siyasal grev fikri ile örtüşmektedir. Bu yüzden hukuk koyucu egemen ile hukuk koruyucu egemen arasında yaşanan siyasal şiddettir şeklinde yorumlayabiliriz.[13] 2.DARBE SÜREÇLERİNİ BENJAMİN ÜZERİNDEN OKUMAK Yasa koyucu egemen ile yasa koruyucu egemen üzerinde yaşanan gerilimw en iyi örneklerden birisi darbelerdir. Daha önce Schmitt ve Agamben’in egemenlik ve olağanüstü hal kavramlarından örnek verdiğimiz darbeler bu noktada Benjamin’de ki şiddet sarmalında karşımıza çıkmaktadır. Örneğin 2002 yılında meydana gelen Venezuela darbe girişiminde devlet başkanı Hugo Chavez’i devirmek için tasarlanan ve akabinde başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişimi bizlere, Chavez karşıtı komutanlar ile yani hukuk koruyucu egemen ile devlet başkanı arasında yaşanan mücadeleyi resmetmektedir. [14] Ya da Türkiye’deki darbe süreçlerine baktığımızda 1960 yılından önce Demokrat Parti iktidarda iken egemen olarak dayanağı yasa koyucu olan 1923 anayasası ve Halk Partisi asli kurucu iktidarı idi. Ardından meydana gelen süreçlerde yasa koruyucu olan askeri birlikler tarafından olağanüstü hal ilan edilerek egemen olma yönündeki şiddet kullanma tekellerine başvurmuşlardır. Yasa koyucu olan 1923 asli kurucu iktidarının yerini 1960 darbesi eski yasa koruyucular geçmiş ve bu yasa koruyucular 1960 yılından sonra ilan ettikleri 1962 anayasası ile yeni yasa koyucular ve kurucu iktidarlar olmuşlardır. Benjamin bu sarmal içerisinde gelişen noktayı bizlere siyasal şiddet olarak açıklamaktadır. Zira bu süreci 1980 darbesi ve ardından gelen 1982 anayasası ile de görmemiz mümkündür. Kenan Evren yaptığı açıklamalarda ben kurucu iktidarım beni yargılayamazsınız ifadelerini kullandığında tam olarak Schmittyen bir tarzda egemenliğinin gücünden bizlere bahsetmektedir. [15]Kurucu iktidar olduğu için Evren onu yargıladıklarında yargılayan mahkemenin de ihtilal yapacağını belirtmiştir. Tam olarak Benjamin’ci ifade ile tali kurucu iktidar ile asli kurucu iktidar arasında bir “şiddet” döngüsü bulunmaktadır. Bu noktada Benjamin’de tali kurucu iktidar hukuk koruyucu bir misyona sahip olan ve asli kurucu iktidardan gücünü alan bir egemenlik biçimidir.[16] Yani tali kurucu iktidar yaptığı her bir anayasa değişikliği ile asli kurucu iktidarı zayıflatabilir. Schmitt bu noktayı bizlere Diktatör[17] adlı eserinde şu şekilde aktarmaktadır. Diktatörlük; egemen diktatörlük ve komiseryal diktatörlük olarak ikiye ayrılmaktadır.[18] Bu hali ile komiseryal diktatörlük hukuk koruyucu devlet aygıtları gibi işlev sürmektedir. Egemen diktatörlük ise tali kurucu iktidar olup anayasayı tamamen değiştiren ve yerine yenisi ortaya çıkaran diktatörlük çeşitidir. Bu hali ile Benjamin’in asli kurucu iktidar sorunsalını Schmitt ’deki egemen diktatörlük sorunsalında bulabiliriz. Bu yüzden diktatörlük bir hali ile siyasal şiddet mekanizmasını elinde bulunduran ve onu yönlendiren bir mekanizmadır. [19] 3.CARL SCHMİTT’DE DİKDATÖRLÜK KAVRAMI VE DEMOKRASİ Schmitt, Parlamenter Demokrasinin Krizi[20] adlı eserinde liberal tahayyülleri eleştirirken diktatörlüğün, demokrasinin tam zıddı olmadığını söylemektedir.[21] Schmitt, gerçek demokrasileri, sadece eşitlere muamele değil, aynı zamanda eşit olmayanlara eşitsiz muamele olarak da görmektedir. Bu yüzden demokrasinin liberal tahayyüllerden farklı bir kavram olduğunu aktarmaktadır. [22] Bu durum Slavoj Zizek’de görülen seçilmiş olanların artık kendi içlerindeki rekabet mücadelesinden dolayı demokrasinin bir kriz hali olduğunu söylemesi ile neredeyse aynıdır. Schmitt bu noktada parlamentoyu bir halk komitesi olarak görmektedir. Hükümeti de bir parlamento komitesi olarak tanımlamaktadır. Bu noktada aslında parlamentarizm düşüncesinin oldukça demokratik görebileceğini söylemektedir.[23] Fakat Schmitt eğer ki parlamentoda bulunanların halk tarafından yönetildiğini düşünecek olur isek azınlık yönetiminin de çoğunluk yönetimininde halk tarafından temsil edileceğini vurgulamaktadır. Bu yüzden azınlıklarında çoğunluğun da halkın kendisi olduğunu ve onları yine seçenlerin halk olduğunu belirterek, [24]azınlık ya da çoğunluk ne olursa olsun bunun adı halk yönetimi ise ve parlamenter demokrasi bir kriz halindeyse, önemli olan devletin yani egemenin ayakta kalması ise tek bir kişinin yani diktatörün yönetimi de anti demokratik değildir argümanını savunmaktadır.[25] Pratik ve teknik sebepler ile halk yerine onları temsil edenler karar verebiliyorlarsa, aynı halk yerine tek bir temsilcinin de karar verebileceğini vurgulamaktadır. Bu yüzden de diktatörlük yönetiminin anti liberal olduğunu fakat anti demokratik olmadığını vurgulamaktadır.[26] 4.KUZEY KORE ÖRNEĞİNİ DİKDATÖRLÜK KAVRAMI ÜZERİNDEN DEĞERLENDİRMEK Kuzey Kore resmi adıyla Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti Kore İşçi Partisi tarafından yönetilmekte olan, resmi ideolojisinin sosyalizm olduğu yazan bir devlettir. Bu noktada Kuzey Kore ile ilgili verileri Schmitt’in diktatörlük ve parlamenter demokrasi eleştirilerinden yola çıkarak değerlendirecek olur isek;
  • Her ne kadar sosyalizm ile yönetildiğini iddia etse de ülke dışa kapalı bir yapılanma içerisindedir. Bu noktada ülke içerisinde insan hakları açısından birçok kısıtlamalar bulunmaktadır. Çünkü azınlıklar ile çoğunluğun arasında kimin yönettiğinin öneminin Schmittyen bir teori ile düşünüldüğünde Kuzey Kore demokratik olduğu ifadesini bu yüzden diktatörlükten farklı görmeyecek politikalar izlemektedir.
  • Örneğin Kuzey Kore’de hükümet yabancıların ülkeye girişini engelleyici yasalar çıkarmıştır. Egemen olan devlet, hukuk ile birlikte olağanüstü kararlar alarak bir belirsizlik mıntıkası yaratmış ve demokratik olduğunu iddia ettiği politikalar ile aslında diktatörce bir tutum sergilemektedir.
  • Kuzey Kore’deki vatandaşlar ülkelerinden özgür bir şekilde çıkarak seyahat etme haklarını kullanamamaktadır.
  • Diğer komünist ya da sosyalist ülkelere göre Kuzey Kore daha uğuldadığı ağır yaptırım ile egemenlik kontrolünü çok sıkı denetlemektedir.
  • Kuzey Kore halkı devlet tarafından 3 ayrı sınıfa ayrılmıştır ve her biri hakkında gizli dosyalar tutulmaktadır. [27]
Genel olarak değerlendirdiğimizde sosyalist bir yönetim biçimine sahip olsa bile Schmitt’in ifadesi ile parlamentarizme ya da liberalizme karşı anti demokratik olmadığı iddia edilen uygulamalar ile diktatörce bir yönetim tarzı benimsemektedir. Yorumlayacak olur ise eğer; Kuzey Kore’de anti demokratik olmadığını ifade eden diktatörlük yönetimi ya da egemen diktatör aldığı siyasal ya da olağanüstü kararlar sonucunda kendi mutlaklığı ya da sınırsız olan gücü doğrultusunda siyasal şiddet mekanizmasını kullanmaktadır. Ülke içerisinde yaşanan vatandaşlarına yapısal şiddetten, psikolojik şiddete, devrimci şiddetten siyasal şiddete kadar uzanan şiddet türlerini uygulamaktadır. Carl Schmitt egemenin verdiği kararı bizlere açıklarken aslında sonucunda bu siyasal şiddet mekanizmasının da ortaya çıkacağını belirtmektedir. [1] Giorgio Agamben bu ifadelerinde Carl Schmiit’in Political Theology kitabına atıfta bulunarak egemenlik paradoksunu şekillendirmiştir. Giorgio Agamben, Kutsal İnsan, Çev. İsmail Türkmen (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2013) ,s. 25. [2] Giorgio Agamben, Kutsal İnsan, Çev. İsmail Türkmen (İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2013) ,s. 28. [3] Ibıd., s.45-55. [4] Egemen B. Bezci, Yasa Şiddet Darbe, Birikim Dergisi, 15 Ağustos 2013. [5] “Silahlı Kuvvetler aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan Devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.” Kenan Evren’in 12 Eylül tarihinde yapmış olduğu radyo televizyon konuşmasıdır. Daha fazla bilgi için: Kültürel Yapılanma Grubu, Yorumsuz 12 Eylül Belgeleri, https://ismetparlak.files.wordpress.com/2012/06/12eylul_belgeleri.pdf Erişim Tarihi 14.05.2016, Saat: 21.01. [6] Ibıd., s.189. [7] Jasques Derrrida, ‘Yasanın Gücü ve Otoritenin Mistik Temeli’, Aykut Çelebi (ed.), Çev. Zeynep Direk, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, içinde (İstanbul: Metis Yayınevi, 2010) , s.48. [8] Ibıd., s. 50. [9] Walter Benjamin, ‘Şiddetin Eleştirisi Üzerine’, Aykut Çelebi(ed), Çev. Ece Göztepe, Şiddetin Eleştirisi Üzerine, içinde (İstanbul: Metis Yayınevi, 2010) , s.20-21. [10] Ibıd., s.21. [11]Louıs Althusser bunları baskıcı devlet aygıtları olarak nitelendirmektedir. Daha ayrıntılı bilgi için: Louıs Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev. Alp Tümertekin (İstanbul: İthaki, 2006), ss.115. [12] Bunlardan ikincisi ise Proleter Grevdir. [13] Walter Benjamin, op.cit., , s.32. [14] Daha fazla bilgi için bu belgesel: Chavez: İnside the Coup (2003) [15] Cumhuriyet Gazatesi, 12 Eylül İddianamesi, 21 Mart 2012, s.1-2. [16] Walter Benjamin, op.cit., , s.9-42. [17] Carl Schmitt, Die Diktatur (Berlin: Duncker&Hunker, 2006) [18] Ertan Kardeş, Schmitt’le Birlikte Schmitt’e Karşı (İstanbul: İletişim Yayınevi, 2015), s.103-106 [19] Chantal Mouffe, The Challenge of Carl Schmitt (London: Verso, 1999), s.75-212. [20] Schmitt günümüzde parlamenterizmi hükümet etme ve siyasi sistem olarak varlığını sürdüren bir araç olarak görmektedir. [21] Carl Schmitt, Parlamenter Demokrasinin Krizi, Çev. Emre Zeybekoğlu (Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, Aralık 2014), s.44. [22] Ibıd., s.25. [23] Carl Schmitt, Parlamenter Demokrasinin Krizi, op.cit, s.52. [24] Carl Schmitt, Kanunilik ve Meşruiyet, Çev. Mehmet Cemil Ozanüstü (İstanbul: İthaki Yayınları, 2016), s.19-31. [25] Carl Schmitt, The crisis of parliamentary democracy, Trans. Ellen Kennedy (Cambridge: MIT, 1985), s.45-66. [26] Carl Schmitt, Parlamenter Demokrasinin Krizi, op.cit, s.52-53. [27] Çelebi Alper, Kuzey Kore’de Yaşam Ve İnsanlar, http://www.celebialper.com/ulkeler/kuzey-kore/kuzey-korede-yasam.html Erişim Tarihi 15.05.2016 .