Siyasetin elinde kadınların giyimine, kuşamına ilişkin güçlü bir toplumsal talep mi var ki bu konuyu yasa sorunu haline getiriyoruz?Siz hiç, üniversitelerin açılış mevsiminde AŞTİ’ye gittiniz mi? Abartılı bulabilirsiniz ama taşrada üniversite okuyan pek çok genç kız, AŞTİ’de otobüse binerken, kendisini başörtüsü takmak zorunda hissediyor. Türkiye’nin gerçeğidir “mahalle baskısı”… Bu gerçeği bilerek ve “mahalle baskısı”nın karşısında bir duruş sergileyerek hareket etmemiz gerekmez mi? Neden “Kadınların Giyim Kuşam Hakkı”nı, daha çok inanç özgürlüğüyle illiyetli konuşuyoruz ve neden daha çok erkek siyasetçiler konuşuyor? YASAYLA GİYİM TANIMI YAPMAK… Derler ki “hayat çok acımasızdır; önce sınav yapar, sonra ders verir”. Yanı başımızdaki İran, “sınavını yaptı” ve bize ders alabileceğimiz pek çok tecrübe biriktirdi. Daha açıkça yazalım; “yasayla giyim tanımı” yapan İran gözümüzün önünde duruyor. Üstelik Masha Amini’nin katledilme gerekçesinin de o “yasaya uygun örtünmemesi” olduğunu biliyoruz. Bütün bunlara rağmen CHP’nin “Giyim Kuşam Hakkı” adı altında gerçekleştireceğini açıkladığı bu “yasa atağı” neyi amaçlıyor? Denilebilir ki yapılan kamuoyu araştırmalarında, en çok talep edilen konuların başında “Kadınların Giyim Kuşam Hakkı” geliyor ve varsayalım ki “her toplumsal kesim ile helâlleşme” kararlılığında bulunan CHP’nin teklifi, işte bu nedenle “mütedeyyin” kadınları korumayı amaçlıyor. Devlet, neden giyime-kuşama karışır ki? Teklife bakıldığında, “giyim-kuşam serbesttir” şeklinde olduğu görünüyor. Ama biz biliyoruz ki esas olarak, “mütedeyyin” kadınlara yönelik bir çeşit pozitif ayrımcılık içeriyor. Üstelik, AKP’nin bu teklifi, Meclisteki sayısal çoğunluğunu avantaja dönüştürerek, “seküler giyimli” yurttaşların aleyhine bir içeriğe büründürme riski barındığını da görmezden geliyoruz. KAMU YÖNETİMİNİ KİŞİSEL ÖZGÜRLÜK ALANINDAN UZAKLAŞTIRALIM Bir iletişimci olarak ne zaman bir öneriyle karşılaşsam, öneride bulunan elinde o öneriyle ilintili bir kamuoyu araştırması olup olmadığını merak ederim. Şu anda da aynı merak içindeyim. Siyasetin elinde kadınların giyimine, kuşamına ilişkin güçlü bir toplumsal talep mi var ki bu konuyu yasa sorunu haline getiriyoruz? Öte yandan bir hatırlatma daha yapmak isterim. Bir zamanlar, CHP’nin üzerinde en çok durduğu konuların başında, “dokunulmazlık” meselesi gelirdi. Kılıçdaroğlu, her konuşmasında, mevcut iktidara, “dokunulmazlık meselesini meclise getir, destek verelim” demişti. Getirdiler ve iktidarın dokunulmazlık konusunda attığı adımın, CHP’nin amaçladığı gibi bir sonuca ulaşmadığını ve bugün, TBMM’nin başında sallanan bir çeşit “Damokles’in Kılıcı” hâline dönüştüğünü hepimiz görüyoruz. Aynı şey “giyim kuşam hakkı” denilen durum için de geçerli olabilir; tekrar da olsa İran’ı ve Masha Amini’yi hatırlatmak, boyun borcudur. O halde kıssadan hissemizi not düşelim: Giyim-kuşam, kişisel bir özgürlük alanıdır; devletin sınır çizmesi yahut sınırı genişletmesi, insanlığın evrensel ve demokratik gelişimine aykırıdır. Bakmayın siz, 12 Eylül Darbecisi Kenan Evren’in “kimin nasıl giyineceğini tarif etmesi” absürtlüğüne; bir hakkın nasıl kullanılacağını tarif etmek, hiçbir “faninin” yetki alanında değildir. Esasında, “giyim – kuşam”, kamu yönetiminin görev alanına hiç girmez. Kamu yönetiminin ölçüsü, insanlığın evrensel birikimidir ve bu birikimin rehberliğinde, mümkün olduğunca özgürlük alanını geniş tutar ve kamu yönetiminin görevi, herhangi bir hakkın ihlal edilmesini önlemekle mükelleftir. Demokratik bir kamu yönetimi, insanlığın evrensel birikimi olan her hakkı tanır ama aynı hakların nasıl kullanılacağını tanımlamaktan özenle kaçınır. Kaçınalım! Kaplanistan ülkesi için tehdit haline dönüşen aslan meselinde anlatıldığı üzere korkunun ecele faydası olmadığını bilelim. Amasız, fakatsız, herkes için özgürlük istemeye devam edelim.
Giyim kuşam bir haktır ama…
Politikyol
Devlet, neden giyime-kuşama karışır ki? Teklife bakıldığında, “giyim-kuşam serbesttir” şeklinde olduğu görünüyor. Ama biz biliyoruz ki esas olarak, “mütedeyyin” kadınlara yönelik bir çeşit pozitif ayrımcılık içeriyor.
Rivayet odur ki kaplanın padişah, bütün hayvanların da emrine amade olduğu bir ülke varmış. Öküzler, inekler, geyikler, koyunlar derken bir yavru aslan peydah olmuş komşu ormanda.
Kaplan padişah, ziyarete gitmiş aslanı.
Dönüşte ziyareti değerlendirmek için veziri tilkiyi çağırmış kaplan.
Tilki, biraz tereddüt gösterince, kaplan, “ne o yoksa yavrucuktan korkuyor musun?, babası ölmüş, annesi iki büklüm zavalli bir yetim” diye konuşmuş üst perdeden.
“Bunlara acınmaz” demiş tilki, “ya bunlara yaranacak ya da erkenden icabına bakacaksın. Dişi, pençesi büyüdü mü iş işten geçmiş olur.”
Kaplan öyle bir gülmüş ki tilki, anlamış ki ne söylese boşuna.
Zaman durmamış ama yavru aslan, büyümüş kocaman olmuş.
Kükredi mi, yer gök inler olmuş. Korku da dağları sarmış, kaplanın ülkesinde.
Düşünüp taşınmışlar; tekrar tilkiye başvurmuşlar.
Tilkinin cevabı açık:
“Olan oldu” demiş, “Bari telaşa kapılıp aslanı kızdırmayalım”.
“Peki ne yapalım?” diye sormuşlar.
Cevabı şu olmuş:
“Önüne besili bir koyun atalım; doymazsa öküzü de esirgemeyelim. Yoksa hepimizin gittiğinin resmidir.”
Dinlememişler tabi!
Birleşmiş bütün orman ve aslanla çetin bir mücadelenin içine girmişler.
MAHALLE BASKISINI UNUTMAK…
Bilirsiniz; “mücadele edenler her zaman kazanamayabilir” ama kazananlar ısrarla ve inatla mücadele edenlerdir.
İçinde bulunduğumuz bugünler, aynı zamanda, Medeni Kanunun kabul edilişinin 92. yıldönümü; 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren Medeni Kanun ile kadın ve erkek hak eşitliği için ilk adımı atılmıştı.
Epey de yol alınmıştı ama gelinen noktada, ne yazık ki hala başörtüsü meselesini yasalaştırma tartışması yürütüyoruz.
CHP, nasıl bir ihtiyacın ürünüyse şöyle bir yasa teklifinde bulunmuş:
“Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarına bağlı olarak bir mesleği icra eden kadınlar, yürüttükleri mesleğin icrası kapsamında giyilmesi gerekli cübbe, önlük, üniforma vb. dışında kıyafet giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz.”
Pek çok hukuki sınırlama olmasına rağmen kamu yönetimi, Türkiye’deki çocuk evliliklerinin önüne geçemiyor.
Metropol kentler hariç başı açık kadınların sokakta yalnız başına dolaşmalarının hemen dikkat çektiğini de biliyoruz.
Yorumlar
Popüler Haberler
Yasadışı bahis operasyonu: Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil'e tutuklama talebi
MSB kaynakları, Bosna'da görev yapan Türk askerinin pedofili suçunu doğruladı
Adaylık kulisi: 'İktidarı en mutsuz edecek' İmamoğlu-Yavaş formülü
Cinsel istismar bulgusu: İzmir’de 13 yaşındaki çocuk AIDS nedeniyle öldü!
Üsküdar Belediyesi ruhsatsız otopark işletti, hayvanlar için ayrılan paraları amacı dışında kullandı
Otopsi raporu ortaya çıktı: Rojin'in ölüm nedeni belli oldu