Doğası gereği “kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği” mevcut sistemde ittifakların genişlemesi, ürettiği aritmetik güç nedeniyle siyasetin yarınını şekillendirmede tayin edici görünüyor.
14 Mayıs seçimleri sadece milletvekili seçimine katılan partilerle cumhurbaşkanı adaylarının siyasi gelecekleri ve politik kariyerleri açısından değil, siyasal merkezin nasıl şekilleneceği açısından da tayin edici sonuçlar üretme potansiyeline sahip. Bu anlamda her iki seçimin de bir karar ve kader seçimi olacağına şüphe yok.
Karar seçimi; çünkü, seçmenler Türkiye’nin siyasal rejiminin nereye evrilebileceğine karar verecekler. Bu evrim, ülkenin içinde bulunduğu coğrafyada otoriter rejimlerin dahil olduğu kategoride kalıcı olarak kalmasını mı, yoksa tünelden önce demokratik rejime doğru son çıkış fırsatını mı değerlendirecekleri anlamında dikkate değer. Kader seçimi; çünkü, yapılacak tercihler siyasal ve toplumsal merkezin geleceğini tayin edecek. Karar ve kaderin nasıl şekilleneceğine etki etme potansiyeli yüksek iki değişken ise genişleyen ittifaklar ve bir politik aktör olarak Muharrem İnce ve Memleket partisi.
İTTİFAKLAR VE MOTİVASYON KAYNAKLARI
Türkiye tipi Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde parlamenter sistemin seçim öncesi koalisyonlarının yozlaşmış kötü bir kopyası olarak işlediği açıkça görülen, bu anlamda amoral siyaset tarzının pazarlık sınırlarını da aşan ittifakların genişlemesi 14 Mayıs’ta sandık ne tür sonuçlar üretirse üretsin, seçim sonrası parti sisteminin çok parçalı, uç kutupların etkin, siyasetin ise istikrarsız ve kutuplaşmış olması kuvvetle muhtemel.
Güvenilir kamuoyu araştırmalarına bugün itibarıyla yansıyan bulgulardan hareket ederek bu iddiada bulunmak bir kehanet değil. Tablo ortada. Resmi netleştiren ise; yeni sistemin ancak yüzde 50 artı 1’le cumhurbaşkanı seçilmeyi mümkün kılan sayısal çoğunluğun dayattığı partiler ve adaylar arasındaki ittifak zorunluluğu. Parti sistemlerinde parçalanmışlığın yüksek düzeyde olduğu sistemlerde başkan seçilebilmek için kaçınılmaz olan bu işbirliği arayışları, yasama ile yürütme organları arasında görev ve yetkinin dengeli olmadığı, başkanın yürütmenin yetkilerini anayasal olarak tek başına elinde tuttuğu sistemlerde yaygın.
Yasama organında da başkanın partisinin çoğunluğa sahip olarak, yasama-yürütme çatışmasının, istikrar ve etkinliğin bozulmaması için bulunan formül, partiler arasında başkanlık ve parlamento seçimleri için gerek seçim öncesi gerekse seçim sonrası ittifakların kurulmasını zorunlu kılıyor.
Gerek teoride gerekse kurumsallaşmış demokrasilerde aslında yasamayla yürütmenin farklı partilerin kontrolünde olması istikrar ve etkinlik açısından pek sorun yaratmamakta. Denge ve denetleme temelinde işleyen başkanlık sistemlerinde A.B.D örneğinde olduğu gibi istikrar ve etkinlik sorunu daha az gözlenmektedir.
Tabii ki bu, demokratik siyasal kültürün yerleşik olduğu, siyasetin taraflar arasında yandaşların kamu kaynaklarından yararlanması temelinde değil, ortak iyiyi üretme temelinde işlediği sistemlerde söz konusu. Latin Amerika ülkelerinin son dönemleri hariç, başkanlık sistemlerinde gerek istikrar, etkinlik, gerekse ortak iyiyi inşa odaklı işleyen örnek çok azdır. Koalisyonlu ya da tek parti hükümetli, ortak iyiyi inşa eden sistemlerin çoğunun içerdiği denge ve denetleme kurumlarıyla parlamenter sistemler olduğunu belirtmek gerekir.
14 Mayıs’ta sandık ne tür sonuçlar üretirse üretsin, seçim sonrası parti sisteminin çok parçalı, uç kutupların etkin, siyasetin ise istikrarsız ve kutuplaşmış olması kuvvetle muhtemel.
14 MAYIS SONRASI YENİ MERKEZ OLASILIĞI
14 Mayıs seçimlerinde Cumhurbaşkanlığı ve parlamento oluşumu için sandıktan çıkacak sonuç Türkiye siyaseti açısından en az istikrar ve etkinlik kadar, demokrasi, bir arada yaşama, hukuk devleti kapasitesi, adalet standartları ve asıl önemlisi siyasal ve toplumsal merkezin kompozisyonu adına yaşamsal çıktılar üretecektir.
Millet İttifakı, oy güçleri itibarıyla ana partileri olan CHP ve İYİP dışında, yeni bir hükümet sistemi inşası, ekonomik ve siyasi temelde yaşanabilir, adil bir Türkiye’yi Cumhuriyetin İkinci Yüzyılına taşıma iddiasıyla bir araya gelen liberal muhafazakâr-gelenekçi partilerin birlikteliğine dayanmaktadır.
Bu yönüyle bu ittifakın CHP dışındaki partileri ideolojik köken, siyasi gelenek itibarıyla Türkiye’nin kadim toplumsal merkez ya da çevresinin günümüz yeni temsilcileri olarak dikkat çekerken, CHP ile birlikte siyasal temsil anlamında ittifakın yeni karşılığı geçmişin katı, tek tip, homojen siyasal merkezine karşılık, yeni bir toplumsal, siyasal proje olarak siyasal merkezi yeniden tarife dayanıyor. Toplumsal merkezi yeni siyasal merkeze taşıma idealinde somutlaşıyor. Bu ideal, güçlendirilmiş parlamenter sistem, anayasa değişikliği, ortak politikalar mutabakat metinlerine yansımıştır.
İttifak içinde yer almamakla birlikte, savunduğu değerler, benimsediği seküler, ulusçu/cumhuriyetçi ilkeler itibarıyla Memleket Partisi’ni de aynı yeni siyasal merkez inşası arayışının potansiyel bileşimi içinde konumlandırmak mümkün. Bugün itibarıyla genel başkanının Cumhurbaşkanı adayı olup, partisinin tek başına milletvekili seçimine katılması durumunda, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması, partinin barajı geçmesi durumunda ise Cumhur İttifakının parlamento çoğunluğunu elde etmesi göz ardı edilemeyecek bir olasılıktır.
Böyle bir sonuç yeni bir siyasal merkez inşası ve toplumsal merkezin yeni parti, aktörlerle bu merkeze taşınması projesinin başarısız kalmasına neden olabilir. Yirmi yıldır üretilen katı ideolojik, dışlayıcı, kaynak tahsisi talepli pragmatik değerlerle politik anlamda toplumsallaştırılmış mevcut toplumsal merkez siyasal merkezde çıkar dağıtma temelli rızayla tutulmaya devam edilebilir.
Sonuçta mevcut siyasal merkezin otoriter dışlayıcı siyaseti varlığını sürdürerek, yapay siyasal kutuplaşma kalıcılaşabilir. Bu ise demokratik, kapsayıcı siyaset yerine, çatışmacı siyasetin hakimiyetini sürdürmesinden başka bir şey olmaz.
İnce’nin adaylığı, öncelikle CHP’den kaçabilecek seçmen, ardından İYİ Parti ve ilk kez oy kullanacak seçmenlerden alacağı öngörülen destekle Millet İttifakının oylarının azalmasına, parlamentoda Cumhur İttifakının çoğunluğu elde etmesine aracılık edebilir.
İNCE’NİN ADAYLIĞI, MEMLEKET PARTİSİ VE MUHALEFETİN YENİ SİYASİ MERKEZİN İNŞASINDAKİ ROLÜ
Olası siyasi manzara önümüzde dururken, İnce’nin adaylıkta, Memleket Partisi’nin tek başına seçime girme konusunda ısrarı Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasına, partinin barajı geçse de seçim sisteminin büyük partileri yararlandırıcı özelliği nedeniyle, CHP ile paylaştığı seçim çevrelerinde varoluşu aynı seçmen kitlesinden alacağı desteğin sınırlı kalmasına, ancak çok az sayıda vekille parlamentoda temsiline yol açabilir. Bunun üreteceği sonuç ve maliyet ise büyük olabilir.
Öncelikle CHP’den kaçabilecek seçmen, ardından İYİ Parti ve ilk kez oy kullanacak seçmenlerden alacağı öngörülen destekle Millet İttifakının oylarının azalmasına, parlamentoda Cumhur İttifakının çoğunluğu elde etmesine aracılık edebilir. Parlamentoda az sayıda vekillikle yetinme karşısında, seçimin ikinci tura kalmasına neden olma, hatta bu turu da riske etme CHP elitleriyle hesaplaşma uğruna “oyunda ben de varım” iddiasıyla tercih edilebilir.
Fakat, karar netleştirilirken, parti, şahıs adına değil, Türkiye ve siyasetin geleceği adına üreteceği maliyetlerin çok iyi hesaplanması gerekir. Olası en büyük maliyetlerden biri; demokratik, kapsayıcı siyasal merkez inşası ile toplumsal merkezi bu yeni siyasal merkeze taşıyamama, otoriter, dışlayıcı merkezin aktörleri ve toplumsal merkez unsurlarıyla kökleşmesi olabilir. Unutulmamalıdır ki Türkiye, siyasetinde maalesef açığa çıkması olası sonuçların öngörülemediği, yüksek maliyetlerle dolu siyasi rekabetin yaşandığı sicile sahip bir ülkedir.
Emek ve Özgürlük ittifakı, içerdiği parti bileşenleriyle, üstü kapalı olarak Millet İttifakının ortak Cumhurbaşkanı adayına verdiği destekle, seçim kazanıldığı takdirde, seçim sonrası olası yeni siyasal merkezde demokratik, kapsayıcı değerleri, emek, adalet, hukuk temelli siyaset tahayyülü ile asgari müştereklerde buluşmuş durumda.
Cumhur ittifakı karşısında muhalefetin parlamentoda çoğunluğu elde etmesi ya da Millet İttifakı adayının Cumhurbaşkanı seçilmesi bu ittifakın ittifakı kurma gerekçelerinin de sürmesi durumunda siyasetin normalleşmesi, siyasal merkezin kapsayıcılığı adına katkısı azımsanmayacak ölçüde olabilir.
Cumhur ittifakı adayının Cumhurbaşkanı seçilmesi ve/veya parlamentoda çoğunluğun elde edilmesi hâlinde siyasal merkezin klasik konumundan uzaklaşma sürecinin hızlanması, süratle uç sağa savrulma sürecinin tamamlanması sonucu ortaya çıkabilir.
CUMHUR İTTİFAKI VE GENİŞLEMELER
Cumhur İttifakında HÜDA-PAR ve Yeniden Refah Partisi’nin katılımıyla sağlanan genişleme mevcut sistemde Cumhurbaşkanı seçilebilmek için aranan sayısal çoğunluğun gereği olarak gerçekleşmiş görünüyor. Yeni bileşenlerin ideolojik kimlikleri, siyasal değerleri, Türkiye toplumsal, kültürel yapısını şekillendirme adına öngördükleri hukuki tahayyül veri alındığında (laik eğitime bakış, 6284 sayılı yasaya ilişkin talep, üniter devlet yapısına yaklaşım v.b) ittifakın adayının Cumhurbaşkanı seçilmesi ve/veya parlamentoda çoğunluğun elde edilmesi hâlinde siyasal merkezin klasik konumundan uzaklaşma sürecinin hızlanması, süratle uç sağa savrulma sürecinin tamamlanması sonucu ortaya çıkabilir.
Bunun anlamı; toplumsal merkezi siyasal merkeze taşıma iddiasıyla siyasal hayata dâhil olan ve 2011 seçimlerine kadar bu konuda birtakım adımlar atan AK Parti’nin bu iddiasının istese de istemese de sürdürülemez, misyonunun ise tamamlanmış olacağıdır. Bu olası savrulma AK Parti’nin bilinçli ya da bilinçsiz tercihinden bağımsız olarak, başkanlık sisteminin başkan seçilebilmek için ürettiği marjinal partilerle marjinal pazarlık siyaseti temelinde bir çıktısı olup, son tahlilde iktidar uğruna merkez siyasetin boşalma, ideolojik yelpazede uç sağa kayma ve oraya yerleşme riskidir.
Böyle bir olasılık göz ardı edilemeyeceği için, bunun gerçekleşmesi hâlinde, AK Parti’yi destekleyen, sayısı sınırlı da olsa hâlen varolan merkezcil eğilimli seçmenin nasıl refleks göstereceği, partinin bu olası savrulma karşısında kendi kimliğini nasıl konumlandıracağı, pazarlıkları mı, siyasal merkeze yeniden yönelmeyi mi tercih edeceği, toplumsal merkezin muhalefette kalacak bileşenleriyle nasıl bir ilişki biçimini, siyasi rekabeti tercih edeceği belirsizdir.
Sözün özü; doğası gereği “kazananın her şeyi kazandığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği” mevcut sistemde ittifakların genişlemesi, ürettiği aritmetik güç nedeniyle siyasetin yarınını şekillendirmede tayin edici görünüyor. İttifaklar dışında, hukuki zorunluluk nedeniyle bu saatten sonra işbirliği temelinde yürüyebilecek birliktelikler konusunda yeni partiler ve aktörlerin vereceği kararlar siyasal merkezin geleceğini de belirleyecektir.
Bu, toplumsal merkezin çoğulcu, kapsayıcı siyaset adına dönüştürülme potansiyelinin olup olmayacağını gözlemek anlamında önemli. Aktörlerin tercihleri siyaset ve toplum için nasıl bir merkez tahayyül ettiklerinin de test edilmesine yol açacaktır.