Ekim 2020 tarihli Merkez Bankası (TCMB) Para Piyasası Kurulu (PPK) toplantısında döviz kuru baskısına rağmen piyasa beklentisinin aksine faiz artırımı yapılmamış; ardından 7,80 seviyesindeki dolar kuru spekülatif atakla sıçrayarak 8,58’e yükselmişti. Dolar kurunda kırılan rekor üstüne rekorların devamı gelmek üzereydi ki bir şekilde Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak görevi bıraktı ve sonrasında erken bahar mevsimi başladı. Yabancı yatırımcılar alacaklarını tahsil edememekten endişe etmişken, yani getiriye değil tahsilata odaklanmışken, daha akılcı ve alışıldık politikalar izlenme ihtimaliyle sakinleştiler. Yerliler daha şüpheci duruşla olanları izlediler. Takip eden aylarda önce para politikası sadeleştirildi, kredi genişleyici politika terk edildi ve hem satılabilecek döviz rezervi kalmadığından hem de örtülü satışların vebalini kimsenin almak istememesinden ötürü döviz rezervi satışları durduruldu. Kasım ve Aralık aylarında faiz artırımı yapıldı, Ocak ayında enflasyonun yüksek seyri sürdükçe reel faiz verileceği vurgulandı ve bunun gereği olarak Mart ayında bir kez daha faiz artırımına gidildi. Gecikmeli ve maliyetli olarak finansal istikrar sağlandı ve Türkiye ekonomisi ancak 1990’larda gördüğü bir finansal istikrarsızlık ve en son 1970’lerde yaşadığı ödemeler dengesi krizinden son anda kurtuldu. BAŞKAN DEĞİŞİNCE NE DEĞİŞTİ? Mart 2021 ile birlikte sürpriz bir TCMB başkanlık değişimi yaşandı. Ardından oluşan kur sıçraması, risk primindeki artış ve yurt dışında sermaye çıkışı sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tasvip edeceği düşük faiz politikası yerine alışıldık reel faiz verme politikası gönülsüzce sürdürüldü. Fakat gerekçelendirilmemiş görevden alma ve atamanın sonucu hem yurt içinde hem de yurt dışında geriye dönüşü olmayan güven kaybı oldu. Birikimlerin yabancı para cinsinden tutulma eğilimi katılaştı, kur artışının yarattığı yeni bir enflasyon dalgasına maruz kalındı, düşük kur ve yüksek faize rağmen döviz rezervleri artırılamadı ve ülke risk priminde yok yere yükseliş yaşandı. Ara dönem iyimserliğinin başladığı 8 Kasım 2020 tarihinden bu yana 6 ay geçti. Dolar ve avro kurunun eşit ağırlıklı ortalaması olan sepet kur o dönemki zirvesi olan 9,33’e çok yakın bir düzey olan 9,18 seviyesinde. Swap şeklindeki ödünçler düştükten sonra TCMB net döviz ve altın rezervleri de yine o dönemdeki gibi eksi 49 milyar dolar. Gerçekleşen enflasyona kıyasla politika faizi ise reel olarak yüzde 2 kadar. Aktif rasyosu ve krediye dayalı zorunlu karşılık uygulamaları tamamen sona erdi. Özetle, ekonomi politikasında sadeleşmeye ve yatırımcılara reel faiz verilmesine rağmen TL yine tarihi en düşük değerinin yakınlarında geziniyor. Piyasa faizleri %18 düzeyinde yatay ve ülke risk primi 415 baz puan gibi yüksek seviyede. O günlerden bugüne itibar kaybına ek olarak pandemi uzadı ve küresel tahvil faizlerinde orta dereceli bir şok yaşandı. Küresel emtia fiyatlarında geçici olarak öngörülen fiyat artışlarının hem ölçüsü uzadı hem de düzeyi arttı. ABD ile ilişkilerin Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki gelişmelerle yumuşayacağı beklentisi karşılıksız kaldı. Diğer taraftan parasal olmayan altın ithalatı yüksek düzeyini koruduğu gibi yastık altına kaçışın göstergesi olan Darphane’nin bastığı altın para miktarı rekor kırdı. Benzer bir şekilde TCMB başkanlık değişimi sonrasında sıcak paranın yurt dışına kaçışı sürdü. Ancak atama kararı dışında olağanüstü ekonomi politikası uygulanmadı. Yalnızca iyi kurgulanmamış bir biçimde pandemide tam kapanma isimli sıkı kapanma uygulandı; mağdur esnaf ve çalışanlar bir kez daha yalnız bırakıldı. HASSAS DENGE NASIL SÜRDÜRÜLEBİLİR? Son 6 ayın özeti yukarıda anlatıldığı gibi. Maliye politikasında hükumetin kullanabileceği bir alan yok ve para politikası hassas dengelere bağlı. Önümüzdeki süreçte enflasyonda düşüş halinde ölçülü ve aşamalı olmak kaydıyla mevcut dengenin ülke aleyhine bozulmasına neden olmadan faiz indirimlerine gidilmesi mümkün olabilir. Turizme dayalı döviz girişlerinin artacağı bir dönemdeyiz, ancak pandemi nedeniyle beklentilerin karşılaması hayli meçhul. Yine olumlu taraftan doğalgaz ithalatının yüksek seyrettiği kış aylarını geride bıraktık. Özetle; olumlu ve olumsuz gelişmeleri hesaba kattığımızda piyasalarda bir şekilde 6 ay önceye dönmüş olduk. Tabii daha yoksullaşmış ve umutları azalmış bir halde. Ya bundan sonrası? Bu hassas dengenin sürdürülebilir olmadığını veya devamının eş zamanlı çok sayıda tesadüfe bağlı olduğunu belirtelim. Üstelik Türkiye’de ekonomi yönetiminin doğruları yapması halinde dahi ülkeyi uçuruma sürükleyecek riskler küresel piyasalardaki stresten ötürü fazlasıyla mevcut. Benzer bir şekilde ekonomi yönetiminin yetki alanına girmeyen dış ve iç politik sorunların etki düzeyi hala had safhada. En olumlu gelişme ise Berat Albayrak döneminin ruhunu oluşturan finansal hinliğe ve gizliliğe dayalı işlemlerin geride kalması. Fakat bu durum iyileşmeyi değil, yalnızca kötüleşme hızının yavaşlamasını sağlıyor. Önümüzdeki birkaç hafta beklenmedik bir sürpriz yaşanmaz ve hata yapılmazsa bu hassas denge içerisinde kalmaya devam edeceğiz. Mesele şu ki iktisadi bozulma ile bütünleşik hale gelmiş siyasi iradenin değişme ihtimali yakın sürede mümkün değil. Kısacası Türkiye ekonomisi başının üstünde simit tablası taşıyarak Boğaziçi’ni ip üstünde aşmaya çalışacak ve çift taraflı esen rüzgârlarda dengesini korumaya çalışacak.