Programın ilan ediliş şekli, onu sahiplenecek bir makamın olmadığı izlenimini vermektedir. Gelir dağılımı ve yoksulluk gibi kriterlerin OVP’lere dâhil edilmesi için girişimde bulunmak gerekir. Ölçütler, TÜİK Hanehalkı Bütçe Anketleri’nin verileri esas alınarak hesaplanabilir. Geçen seneki program, beklenenden biraz da geç bir tarihte, eylül ayının sonlarına doğru açıklanmıştı.  Bugün de görevinin başında olan aynı maliye bakanı tarafından, son derecede sıradan bir toplantı ile kamuoyuna sunulmuştu. Oysa bir önceki program, Sayın Berat Albayrak tarafından oldukça gösterişli bir şekilde kamuoyuna açıklanmıştı. Hatta adı bile değiştirilerek, programın imajı yenilenmiş, sözüm ona ekonomi yönetimine yönelik kamuoyu güvenini arttırma amaçlanmıştı.  Hazırlanmasını yasanın emrettiği programın adını Sayın Albayrak Orta Vadeli Program’dan (OVP), Yeni Ekonomi Programı’na (YEP) dönüştürmüştü. Programın sunuşu sayın bakan tarafından, bir “PowerPoint” sunumu olarak gerçekleştirilmişti.  Aslında bu tarz sunuşlar biz iktisat camiasının ekonomi bürokrasisinden görmeye alışık olduğu tarzda sunumlardı.  Değişen sadece içerikti.  Tabii buna, bir de sayın bakanın renkli kişiliğini ve sunuş tarzını eklemekte yarar var. Sayın Albayrak’tan sonra programın adını değiştirilerek, OVP’ye geri dönülmesi “bürokrasinin” bir zaferi olarak görülebilir.  Ancak açıklanan OVP’nin içerik olarak çok tatmin edici, dahası inandırıcı olduğunu söylemek zor.  İçerdiği hedeflerle zaman zaman kafa karışıklıklarına, bazen de sorulara neden olacak nitelikte bir programla karşı karşıyayız. Programın bir gece yarısı, sanki kamuoyunun dikkatinden özellikle kaçırılmak için gizlice yayımlanmış olması da yetkililerin bu soru ve kafa karışıklıklarını gidermek için ya hazırlıksız olduklarına ya da cevaplarının olmadığına işaret etmektedir.  Sebep ne olursa olsun, programın kamuoyuna sunuluş şekli, doğal olarak dedikodulara neden olacak, belki de OVP’yi magazinsel tartışmaların konusu yapacaktır. Açıklanır açıklanmaz bu yeni OVP’nin öncekilerden çok farklı olmadığı görüldü. Kamuoyu, 2021-2024 dönemini kapsayan bu programdan gece yarısı Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra haberdar oldu. Son derecede düşük profiline ve inandırıcılık problemine rağmen, makul bir saatte herhangi bir toplantı yapmadan, sadece yasak savmak için yapıldığı izlenimi veren bu programın ilan ediliş şekli, onu sahiplenecek bir makamın da olmadığı yönünde bir izlenim oluşturmaktadır. Sanırım bu da, ülkemize has yeni yönetim şeklimizin bizlere kazandırdığı bir yenilik olsa gerek. Öncelikle yeni OVP’yi inceleyip, değerlendirme yapmanın içimden gelmediğini ifade etmeliyim. Son derecede sıradan, içerik bakımından zayıf, geleceğe yönelik sağlam ve tutarlı iktisat hikâyesi olmayan bir programla karşı karşıyayız.  Hatta geçen senekiyle karşılaştırılınca, rakamlardaki ufak tefek farklar dışında, eylem planlarındaki ezber aynı görülmektedir.  Dolayısıyla geçen sene söylediklerimiz ve yazdıklarımızı bu sene de yazıp söylesek, çok fazla değişen bir şeyin olmayacaktır. Ancak öte yandan, bu programı vesile bilerek OVP’lerin genel içeriğini iyileştirmek ve programların kapsayıcılığını arttırmak için yapılması gerekenlere yönelik kişisel düşüncelerimi de yazmak isterim. TOPLUMUN TÜMÜ KAPSAMAYAN PLANIN TÜM ETKİLERİNİ DE GÖREMEYİZ OVP’lerde kamuoyunun alışık olduğu bir takım seçilmiş makroiktisadi performans göstergelerine yönelik hedeflenen değerler ile bu hedeflere ulaşabilmek için yapılacak eylemler yer almaktadır.  Aslında hükümetin geleceğe yönelik öngördüğü iktisat politikalarının sonucunda nasıl bir makroiktisadi görünümün ortaya çıkacağı OVP’lerde sayısal olarak özetlenmektedir. Benim eleştireceğim husus, seçilen göstergelerin, toplumu tüm yönleriyle kapsayan göstergeler olmadığı ve politikaların olası tüm etkilerini görebilmemize olanak vermemesidir. OVP’lerin kapsayıcılıklarının artması için bunlara yeni bazı göstergelerin ve hedeflerin dâhil edilmesinin gerekli olduğudur. OVP’lerde büyüme, enflasyon, işsizlik, bütçe açıkları ve cari açıklarla ilgili göstergelere yönelik hükümetin öngörüleri yer almakta ve bu değerler üzerinden iş çevrelerine, kendilerinin de içinde yer alacakları iktisadi bir hikâye sunulmaktadır. Bu, iş dünyasının icra ettiği faaliyetlerine yönelik finansman ihtiyacının tespitini sağlayacak “bütçenin” oluşturulmasının bir gereğidir ve her iş çevresi kendi faaliyetlerine yönelik böyle bir bütçe yapar. Kurumsal yönetime esas teşkil eden hususlardan belki de en önemlisi, yönetim pratiklerinin bir bütçeye dayandırılmasıdır.  Bu yapılırken firmalar, geleceğe yönelik, kendilerinin kontrol edemediği birtakım göstergelere yönelik bilgilere ihtiyaç duyar.  Bu bilgiler ekonominin bütünü üzerine hâkim olan ve ekonomiyi yönlendirebilecek kabiliyete sahip bir kurum tarafından sağlayabileceği açıktır. Bu ihtiyacı hükümetler, benimsedikleri bir iktisadi anlayışın ürünü olarak ve bu anlayış çerçevesinde öngörüleri içeren bir OVP gibi programlarla kamuoyuna ilan ederler.  OVP’lerde sunular hedefler gerçekleriyle ne kadar isabet gösterirse, kendi bütçe çalışmalarında bunları referans alan iş çevreleri de, faaliyetleri için gerekli mali kaynak ihtiyaçlarını çok daha başarılı bir şekilde tespit edebilirler.  Dolayısıyla programdaki değerlere kamuoyunun güvenmesi, OVP’nin işe yararlığı bakımından önemlidir. Bu güven ise, OVP’lerin hedeflenen değerlerin tutturabilmesine bağlıdır. Konuyu herhangi bir işletmenin faaliyetlerinin performansını belirlemekten devlet düzeyine getirdiğimizde, hükümetin izleyeceği politikaların sadece işletmeler üzerindeki sonuçlarının yanında toplumun diğer kesimleri üzerinde yaratacağı etkileri de gözetecek bir noktaya taşıdığımızda, OVM’lerin mevcut içeriği yeterli olmamaktadır.  Ekonomik politikaların icra makamı olan hükümetlerin uyguladıkları politikalara yönelik performans kriterlerinin sayısını dar tutmaları, OVP’lerde kapsayıcılık problemi yaratmakta ve bu politikaların toplumda yaratacağı başka etkileri ölçmeye yönelik yeni ölçülerin dâhil edilmesini zorunlu hale gelmektedir. BENİM ÖNERİM,OVP’LERDE YOKSULLUK İÇİN DE HEDEFLERİN KONULMASIDIR Bu konuda benim önerim, OVP’lerde “gelir dağılımı” ve “yoksulluk” için de hedeflerin konulmasıdır. Zira uygulanan makroiktisat politikaların böyle etkilerinin olması kaçınılmazdır.  Bir yandan büyümeyi maksimize etmeye çalışırken, o büyümenin kapsayıcılığının düşünülmemesi bu programlardaki ciddi bir eksikliktir. Bugünkü haliyle OVP’ler ve buna öncülük eden entelektüel akıl, gelir eşitsizliği ve yoksulluğu, uygulanan politikaların kaçınılamayacak sonuçları olarak görür ve dışsal olarak düşünür.  O nedenle böyle bir kriterin konulmasına gerek yoktur. Diğer bir deyişle, uygulamalar sonucunda de facto olarak ortaya çıkan ve giderilmesi yönünde herhangi bir politika düzenlemesine gerek olmayan dışsallıkta bir artıktır (residual).  Elbette bu doğru bir yaklaşım değildir.  Gelir dağılımı ve yoksulluk gibi sorunlar bizzat uygulanan iktisat politikalarının bir sonucudur ve “içseldir”. Gelir eşitsizliklerinin yapısal nedenleri olduğu kadar, makroiktisadi nedenleri de vardır ve bunlar üzerinden gelir dağılımında iyileşmeler elde edilebilir, vice versa. Bunun en güzel örneği 2003-2008 yılları arasında, AKP iktidarı döneminde, gelir dağılımında elde edilen iyileşmelerdir. Uygulanan politikaların bu sorunları da göz önüne alacak şekilde revize edilebilmeleri, gelir eşitsizlikleri ve yoksulluk bakımından çok daha iyi yerlere gelebilmemize imkân sağlar. O yüzden bu konulara kafa yoranların, gelir dağılımı ve yoksulluk gibi politika performans kriterlerinin OVP’lere dâhil edilmesi için, kamuoyu nezdinde girişimde bulunması gerekir. Geçmişte böyle hedefler koymanın birtakım güçlüklerinin olduğu elbette inkâr edilemez.  Her şeyden önce veri sorunu en önemli sorunların başında gelmekteydi. Ancak günümüzde, en azından Türkiye için böyle bir soru yok. TÜİK Hanehalkı Bütçe Anketleri her yıl, yapıldığı yıla ait gelir ve harcama verilerini derlemektedir. OVP’de sunulabilecek tarzda gelir dağılımı ölçütleri, her yıl bu anketlerdeki veriler esas alınarak hesaplanabilir. Dahası uygulanan iktisat politikalarının gelir dağılımı üzerine etkileri çok kolayca değerlendirilebilir. İkinci önemli husus, gelir eşitsizliği konusunda ülkemizin OECD ülkeleri arasında en kötü performansı gösteren ülkelerden biri olmasıdır.  Böyle bir durumda gelir dağılımını iyileştirmek ahlaki olarak ülkemizdeki herhangi bir hükümetin aktif olarak benimseyeceği bir hedef olmalıdır. Ancak bu olursa, elde edilen büyümenin kapsayıcılığı güvence altına alınmış olacaktır. Bir diğer gerekçe ise, gelir dağılımı sorunlarının doğurduğu siyasi etkilerle baş edebilmektir.  Malum olduğu üzere, günümüzde ABD ve AB ülkelerinde yükselen sağ popülist dalganın nedenlerinden biri uygulanan ekonomik politikaların ve buna uygun inşa edilen kurumsal yapıların toplumun farklı kesimleri arasındaki eşitsizlikleri arttırmasıdır.  Bu eşitsizlikler, bahsi geçen ülkelerdeki siyasi yapıların istikrarını bozucu etki yaparken, aşırı görüşleriyle öne çıkan siyasi anlayışların yükselişine de olanak sağlamaktadır.  Bu bakımdan iktisat politikaları uygulanırken, bunların gelir dağılımı ve diğer eşitsizlikler üzerine yapacağı etkileri göz önünde tutmakta fayda vardır. Aslında detaylı incelendiğinde, bu OVP’nin insanın aklına getirdiği o kadar çok soru var ki… Fakat sorulara kimin muhatap olacağı konusunda bilgi eksikliğimiz ve muhatap olması gerekenlerin isteksizliği, şahsen beni soru sormaktan alıkoymakta.  Heyecan eksikliğinin hâkim olduğu böyle bir ortamda, OVP konusunda bir değerlendirme yapmak istemesem de, genel anlamda OVP’lerin içeriklerinin bugünkü ihtiyaçlarımız doğrultusunda geliştirilmesi gerektiği ile ilgili düşüncelerimi yazmak için bir ortam sunduğu için de mutluyum.  Belki seneye, ülkemizin şartları değişir ve çok daha tutarlı, içeriği zengin, daha da önemlisi geleceğe yönelik güven veren bir program yapılır ve biz de bu programı tartışırız.  Kim bilir?