11 Eylül’ün 20. yılında belirsizliklerle dolu bir döneme giriyoruz. Bundan 20 yıl önce ABD dış politikasında bir dönüm noktası yaşandı ve tüm dünya bundan etkiledi. Şu sıralar ABD yine dış politikada bir dönüşüm yaşıyor. Şüphesiz bunun Türkiye üzerinde belirli etkileri olacaktır. 11 Eylül 2001. Toplamda 19 El-Kaide militanı 4 uçağı kaçırdı. Uçaklardan ikisi New York’ta bulunan ikiz kulelere, birisi Pentagon’a çarptı. Bir uçak ise Pensilvanya’da bir alana düştü. Terörist saldırıda yaklaşık 3 bin kişi hayatını kaybetti. 21. yüzyıl uluslararası siyasetindeki muhtemelen en önemli olaydan bahsediyoruz çünkü soğuk savaş sonrası en büyük kırılmalardan birisi yaşandı ve bu tarihten itibaren dünya rasyonaliteden uzaklaşan hegemon bir devletle baş etmek zorundaydı. Fakat neden bu olay çok önemli? Dünyanın her yerinde son 20 senede savaşlardan dolayı milyonlarca insan ölürken neden sadece 3 bin kişinin yaşamını yitirdiği bir olay bu kadar önem kazanıyor? Bu olayla beraber şunu gördük ki dünyanın en güçlü devletinin en büyük şehri bile dünyanın diğer ucundaki bir grup tarafından saldırıya uğrayabiliyor. Bir yandan böyle bir saldırıyı devletler dışındaki aktörlerin yapma kabiliyeti olduğunu görürken diğer yandan çok güçlü olarak düşündüğümüz bir devletin güvenlik zafiyetleriyle yüzleşmiş oluyoruz. Aslında hangi ülkede olursak olalım hiçbir zaman tamamen güvende değiliz. İkinci bir sebep ise zaten öncesinde başlayan bir sürecin uzantısı olarak savaş yöntemlerinin değişmiş olması. Terör tehlikesi zaten bir süredir başka ülkelerde boy gösterirken bunun en büyük örneklerinden birisini ABD’nin en büyük şehri birebir yaşamış oldu. Sonraki süreçte de zaten benzer saldırıları Londra, Madrid ve İstanbul gibi şehirlerde görmüş olduk. Peki bu olay sonrası uluslararası siyaset nasıl etkilendi? Olayın şokuyla beraber ABD Afganistan’a savaş açtı ve izin bir kongre üyesi haricinde kongredeki herkesin oyuyla geçti. Benzer şekilde uluslararası camiadan da ABD’ye tam destek çıktı. 11 Eylül ile beraber daha müdahaleci bir pozisyona ilerleyen ABD bir yandan da rasyonel karar alma süreçlerini yavaştan rafa kaldırmış oluyordu. Bir sonraki aşama El-Kaide’ye yardım ettikleri ve nükleer silah ürettikleri bahanesiyle Irak’a savaş açmak olacaktı. Bu savaş kararlarının arkasındaki sebep aslında görünürde terörizm tehdidini ortadan kaldırıp o teröristlerin yetiştiği yerlerde daha demokratik devletler inşa etmek olsa bile, bir yandan 11 Eylül saldırılarıyla bozulan uluslararası prestiji tekrardan sağlama amacı da vardı. Ve bu amacı sağlamak için birçok enstrüman olsa bile en garantisi askeri gücünü göstermekti ama bunun da ekonomik yükü çok fazlaydı. Hem Irak’taki hem de Afganistan’daki savaşın sonuçlarına bakılırsa, bu kararlar verilirken yapılan kar-zarar analizinin tamamen rasyonel bir karar sürecinde yapılmadığı açıkça görülüyor. TEK KUTUPLU DÜNYADAN ÇOK KUTUPLU DÜNYAYA DOĞRU… Tabii şu ana kadar bahsettiğim değişimler dış politika ve iç siyaset düzeyinde gerçekleşen değişimler. Diğer bir yandan da sistemik değişikliklere yol açan bir olaydan bahsediyoruz 11 Eylül dediğimizde. Biliyorsunuz ki Soğuk Savaş’ın bitimiyle beraber Sovyetler ve ABD’nin iki kutuplu sistemi son bulup ABD’nin hegemon olduğu tek kutuplu bir sisteme yöneldik. Günümüzde ise yavaş yavaş daha çok kutuplu bir sisteme doğru ilerliyoruz. Çok kutuplu derken ABD’yi hem ekonomik hem de askerî açıdan dengeleyebilecek devlet ya da devletler grubundan bahsediyorum. İşte bu noktaya gelen sürecin başlangıç noktası 11 Eylül olarak görülebilir. Bu değişimin tek bir sebebi yok tabii ki. Bir yandan diğer devletlerin güç dengesi açısından aradaki farkı kapatmak içinde yaptığı atılımlar varken diğer yandan ABD’nin içine girdiği terörle savaş sürecindeki verdiği yanlış kararlar kararların bazıları. Tabi dış politikada yapılan hatalardan öğrenip daha rasyonel kararlar verme durumu çok normal. ABD’nin bir süredir yapmaya çalıştığı bu verilen yanlış kararlardan geriye dönme çabası. Fakat burada ilginç bir ikilem ortaya çıkıyor. Karar alma mekanizması ne kadar rasyonel olursa olsun birçok faktörün etkilediği savaş gibi konularda sonuçları tahmin edebilmek çok zor. Obama Irak’ta bulunmanın bir hata olduğunu düşünüp oradan çekildi. ABD açısından rasyonel bir dış politika hamlesi olabilirdi ama sonuç IŞİD’in ortaya çıkması ve Suriye iç savaşı oldu. Trump Afganistan’dan çıkış sürecini başlattı ve Biden sonlandırdı. Kar-zarar analizi yapıldığında ABD için muhtemelen rasyonel olan bu davranış 20 yıllık savaşı bitirdi ama Afganistan 20 yıl öncekinden çok daha güçlü olan Taliban’ın eline geçmiş oldu. 11 Eylül’ün 20. yılında belirsizliklerle dolu bir döneme giriyoruz. 20 yıl önce ABD dış politikasında bir dönüm noktası yaşandı ve bu dünyadaki tüm ülkeleri etkiledi. Şu sıralar ABD yine dış politikada bir dönüşüm yaşıyor. Şüphesiz ki bu dönüşüm Türkiye üzerinde de belli etkilere sebep olacak. Önemli olan şey bu belirsizlikler içinde ABD’nin muhtemel hamlelerini doğru tahmin edip duygusal ve reaksiyoner bir dış politikadan ziyade realist bir dış politika güderek hareket etmek.