Fransa seçim sonuçlarının galibi Emmanuel Macron oldu. Macron konuşmasında farklı kesimleri ve kendini desteklemeyenleri de kucakladığını ifade etti. Marine Le Pen ise yaptığı açıklamada %41 oyla "yine de zafer bizim" değerlendirmesinde bulundu. Fransa Cumhurbaşkanlığı’nın ikinci turu, tüm dünya için önem taşıyordu: bu seçimler sonucu, az kalsın aşırı sağ, bir Batı Avrupa ülkesinde iktidara gelebilecekti. Bu oylamayı Emmanuel Macron, yaklaşık %58 oyla önde bitirdi. Ancak, seçimleri “kazandığını” da söyleyemeyiz. Kendisinin kazandığını ilan ettiği konuşma, bir zafer konuşmasından çok, farklı kesimleri ve kendini desteklemeyenleri de kucaklayacağını belirttiği bir “balkon konuşmasıydı”. Rakibi aşırı sağ lider Marine Le Pen ise, “yine de zafer bizim” diyerek, daha iddialı bir konuşmayla “kaybetti”. Le Pen, kampanyası esnasında cumhurbaşkanlığı için son kez adaylığını koyduğunu söylemişti. Buna karşılık, Macron’un yarışı önde bitirdiği anlaşıldıktan sonraki konuşmasında, “iktidarla mücadele etmeye devam edeceğini” ve politikadan uzaklaşmayacağını açıkladı. Haziran’da Fransa’da genel seçimler var ve Le Pen de, ana muhalefet bayrağını taşımaya devam edecek gibi gözüküyor. Bir açıdan, Le Pen gerçekten de seçimleri kaybetse de, “kazandı” çünkü yaklaşık %41oy aldı. 2017’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda gene Macron ile yarıştığında oy seviyesi %33 civarında kalmıştı. Macron’unki ise %66 idi. Macron’un, sadece kendisine kerhen oy verenler değil, “öfkeli” seçmenleri de politikalarını desteklemeye ikna etmesi gerekecek. Dahası, partisi La République en Marche (LREM) dağınık ve pek de güçlü olmayan bir yapıya sahip olduğundan, atmak istediği her adımda “klasik bir politikacı” gibi hareket etmek zorunda kalacak. Yani, hem diğer siyasetçilerin, hem de kamuoyunun desteğini yanına çekmesi gerekecek. Halkın arasında olması gerektiği ve seçmenlerin desteğini almak için ülke genelinde, insanların arasında varlığını göstermesi şart olacak. Bunun ötesinde de, Paris ve ülke genelindeki diğer siyasetçilerle iyi geçinip onlarla müzakere etmesi, onları yanına çekmeye çalışması elzem. Ve bu arada da, imajını “baştan yaratması” da… Macron, banker kökenli, siyasetin dışından gelen bir isim. 2017’de ilk seçildiği, “Jüpiter gibi” bir yönetim anlayışı olduğunu söylemişti: bununla kasti, “dünyevi dertler ve sorunlarla ilgilenmek yerine, konulara üstten bakıp çözen bir nevi mitolojik tanrı” gibi olmak istediği idi. Bu açıklamadan sonra, “Jüpiter” takma adı, Macron’un üstüne yapıştı kaldı; halktan uzak, züppe ve seçkinler sınıfını temsil eden bir lider olduğu iddiasıyla beraber… “Klasik siyaset”, Macron’un başarılı olup olmadığı bir alan mı; bunu önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ancak, bu konudaki başarısı, kendi siyasi geleceği ötesinde, ülkesi ve Avrupa’nın geleceği için önemli. Fransa’nın “yeter ki aşırı sağ iktidara gelmesin” diye kerhen merkez adaya oy verilen “sisteminin” artık belki de son kez çalıştığı seçimler ertesinde, “yeni bir siyasete” ihtiyaç duyulduğu kesin. Aşırı sağ kadar, aşırı sol da giderek daha fazla oy topluyor ve merkez siyasetçileri geride bırakıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunda zaten “aşırı” adaylar, toplamda %57,1 oy alırken; merkezdekiler toplamda %42,8 oy topladığına yeniden dikkat çekelim. Seçimin asıl kaybedeni Putin. Bu seçimin kazananı olmayabilir; ancak net biçimde bir kaybedeni var: O da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin. Eğer ki, Le Pen kazanmış olsaydı, hem Avrupa hem de Batı dünyası genelinin girdiği kriz, Putin’in kazanç hanesine yazılacaktı. Dahası, Le Pen’in Kremlin çevresine yakınlığı ve Putin’e sempatisi biliniyor. 2017’de açıkça “Benim temsil ettiğim politikalar, Trump tarafından temsil ediliyor. Putin tarafından temsil ediliyor” demişti. Dahası Le Pen, Rusya merkezli “First Czech-Russian Bank” adlı bir bankaya 12 milyon Euro borcunu hala ödemekte. Bu banka da, 2016’da batan ve Aviazapchast JSC adlı bir Rus askeri teçhizat ve silah üreticisine ait idi. Le Pen’e verilen kredi, “kayıt dışı” temin edildiği gibi, ancak istihbarat raporlarının basına sızması sonucu kamuoyunun bu konudan haberi olabilmişti. Le Pen, ayrıca Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın başlıca yatırımcılarından olduğu bir Macar bankası olan MKB’den de 10 milyon Euro’yu aşkın kredi almıştı. Le Pen kazansaydı, Ukrayna Savaşı ve Putin’in geleceği açısından da bir dönüm noktası yaşanacaktı. Avrupa Birliği’nin parçalanmaya başlayacağı bir süreç de tetiklenebilirdi demek abartılı olmaz. Avrupa, gerçekten de direkten döndü.