Seçimlerde belki de solun toplam oylarının ülke tarihinde ilk kez yüzde 25'i geçemediği bir tablo çıkacak ortaya. Fransız solu, yaşanan onca ekonomik ve sosyal kriz sırasında halka bir proje sunamadığı ve sus pus oturduğu için başarısız. Avrupa'da, insanların aşırı sağcıların faşist fikirlerini aptalca bulup, gülüp geçtiği zamanlar çok geride kaldı. Günümüzde birçok Avrupa Birliği (AB) vatandaşı, söylemleriyle merkez siyasete yerleşen aşırı sağın yaşadığı enine boyuna büyümeyi büyük bir kaygıyla izliyor. Bu bağlamda, Almanya'da neonazi partisi Almanya için Alternatif (AfD), Federal Meclis'e (Bundestag) yerleşti ve kendisini ülke politikasının bir gerçeği olarak kabul ettirdi. Mesele öyle noktalara vardı ki belediye meclislerine bu partiden seçilen faşistler, 1930'lu ve 1940'lı yılların meşhur nazilerinin isimlerini cadde ve sokaklar için önermeye başladılar.  Sadece Almanya'da mı durum böyle peki? İtalya'da daha bir süre öncesine kadar İçişleri Bakanlığı yapan neonazi Matteo Salvini, ülkesine sığınmaya çalışan binlerce mülteciyi kabul etmeyerek, denizde, derme çatma botlarda açlığa ve ölüme mahkum etmemiş miydi? Danimarka'da da bunun benzeri olaylar yaşanıyor. Sığınmacı çiftleri ayırmakla suçlanan eski Göç ve Uyum Bakanı Inger Stoejberg, bundan birkaç ay önce Yüce Divan'da 60 gün hapis cezasına çarptırıldı. Stoejberg'in, uyguladığı bu insanlık dışı politikayı savunurken ve kendisine verilen cezayı eleştirirken sarf ettiği, "Sadece ben değil Danimarka değerleri de kaybetti" ifadesi, bu faşistlerin utanma duygularına sahip olmadıklarını ve ülkelerini kafalarında tek insan tipi üzerine şekillendirdiklerini bir kez daha göstermesi açısından önemliydi. AB'nin diğer önemli ülkesi Fransa'da neler oluyor peki? Ülkede cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Nisan ayında yapılması planlanıyor. Seçimlerde yarışacak adaylar arasında mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un yanı sıra LR'nin adayı Paris'in de içinde olduğu Ile-de-France bölgesi Başkanı, merkez sağın adayı Valerie Pecresse, aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisi'nin (RN) lideri Marine Le Pen, neonazi gazeteci ve yazar Eric Zemmour, Yeşiller Partisi’nin (EELV) Başkanı ve Avrupa Parlamentosu (AP) milletvekili Yannick Jadot, Boyun Eğmeyen Fransa Hareketinin (LFI) lideri Jean-Luc Melenchon ve Sosyalist Parti'nin (PS) adayı Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo yer alıyor. Yukarıdaki adaylar arasında hayli ilginç tipler var ama neonazi Eric Zemmour fena halde ilginçliğiyle diğerlerinden ayrılıyor. Bu yazıda "Zemmour acayip faşist", "Yahudi kökenli Zemmour nasıl Nazi söylemleri kullanabilir", "Zemmour Hitler'in reenkarnasyona uğramış hali" vb. tartışmalara girmeyeceğim. Burada asıl mesele kanımca Zemmour gibi aşırı sağcı Marine Le Pen'in de sağında yani Nazizme yakın duran bir vahşi karşısında Fransız solu nasıl konumlanıyor, bunu tartışmak istiyorum. DAĞINIK FRANSA SOLU Fransa'da seçimlere 3 aydan kısa bir süre kala genel politik durum nedir? Anketler ne diyor? Macron, anketlere göre hâlâ favori adaylardan biri olmaya devam ediyor ancak cumhurbaşkanlığı seçimleri iki turlu yapılıyor. İlk oylamada hiçbir aday salt çoğunluk elde edemezse ikinci tur seçime gidiliyor. Öncelikle burada Macron'un cumhurbaşkanlığında geçen sürede gösterdiği performansı değerlendirmek gerekiyor. Macron, göreve geldikten sonra çok sayıda sıkıntılı süreçle test edildi. Bunların en önemlisi “Sarı Yelekliler” protestoları idi. Bunun hemen ardından yaşanan koronavirüs salgını da protestolar nedeniyle başlayan yönetim krizini derinleştirdi. Hükümetin, sarı yeleklilerin protesto gösterilerine ölçüsüz bir şekilde polis şiddeti kullanarak tepki vermesi ve salgın sırasında yaşanan sorunlarla mücadele etmek amacıyla uygulanan tedbirler nedeniyle ortaya çıkan sosyal ve ekonomik problemler, Macron'un epeyce prestij kaybetmesine neden oldu. Tüm bu gelişmelerin ardından Macron'un partisi Cumhuriyet Yürüyüşü Hareketi (LREM), 2020 ve geçen yıl yapılan yerel ve bölgesel seçimlerin neredeyse tümünde başarısız oldu. Bunların yanı sıra, Macron'un karşısında oldukça mobilize olmuş bir aşırı sağ kanat bulunuyor. Aşırı sağcıların en önemli avantajı 2 aday ile seçimlere giriyor olmaları. Marine Le Pen ya da Eric Zemmour. Neonazi/faşist seçmenlerin, bu adaylardan ikinci tura kalabilen olursa onun etrafında hızlıca mobilize olacakları  görülüyor. Ancak bu durum Macron'un işine yarayabilir. Tam da burada sol cephe meselesine girmek gerekiyor. Şöyle ki ülkede sol cephe; Sosyalist Parti, Yeşiller, Mélenchon’un liderliğini yaptığı "Baş Eğmeyenler" ve Komünist Partisi ile birkaç ufak partiden oluşuyor. Anketler, sol cephenin potansiyel oyunun yüzde 30 civarında olduğunu gösteriyor ancak burada sol adına bir klasik gerçekleşiyor ve bir türlü ortak aday üzerinde uzlaşılamıyor. Sosyalistler'in adayı Anne Hidalgo anketlerde yüzde 3'te kalırken, Mélenchon yüzde 9, Yeşiller'in adayı Jannick Jadot yüzde 7, Komünist Parti'nin adayı Fabien Roussel ise yüzde 2 civarında oy alabiliyor. Solda durum böyleyken sağ ve aşırı sağcı 4 aday cumhurbaşkanlığı için ilk dört sırada yarışıyor. Hidalgo'nun Paris'teki popülaritesini ülke geneline taşıyamadığını görüyoruz.
Fransız siyaset uzmanları solun ikinci turda sırf faşist bir adayın kazanmasını engellemek için eli böğründe sandığa gidip daha az faşist olan adaya oy verebileceğini ifade ediyor.
Meselenin Macron ya da Pecresse boyutu burada şekilleniyor. Solun seçimlerden sonra genel bir dağılma hali yaşaması riski bulunduğunu ifade eden Fransız siyaset uzmanları, ikinci turda Macron'un ya da merkez sağın diğer adayı Valerie Pecresse karşısında faşist bir aday olursa sol seçmenin "sırf bir faşist ya da Gaullist adayın kazanmasını engellemek için" eli böğründe sandığa gidip, oyunu daha az faşist olan bu muhafazakâr adaylardan birine verebileceğini ifade ediyor. Fransa'da yayımlanan Liberation gazetesi yazarlarından Dov Alfon, geçtiğimiz günlerde kaleme aldığı bir makalede bu yakıcı sorunu irdeledi. Alfon, yazısında şu ifadeleri kullandı: "Zemmour'un adaylığını duyurduğu videosu bile Müslümanları günah keçisi olarak görerek, Umberto Eco'nun klasiği Sonsuz Faşizm'in neredeyse tüm kriterlerini karşılıyor. Bu paranoyak çılgınlıkta, sağcıların sözde 'klasik' söylemlerinden, 'dengeli' televizyon kanallarına kadar kamusal tartışmayı zehirlemesi dışında yeni bir şey yok. Peki müslümanları, kadınları, yahudileri, memurları, aydınları ve diğer hedefleri bu nefret söyleminden kim koruyacak? Şimdiye kadar siyasi tartışmada görünmez olan sol, artık kaçamayacağı tarihi bir göreve sahip." SOL KAZANMA HIRSINI KAYBETMİŞ Alfon'un tespiti doğru. Sol kaçamayacağı bir tarihi görevle karşı karşıya ama lider kadroları bundan pek haberdarmış gibi görünmüyor. Ülkeyi, Zemmour ya da Le Pen gibi iki Hitler özentisine ya da siyasi ikbalini daha da faşistleşerek kurtaracağına inanan muhafazakârlara bırakmayı kabullenmiş gibi bir halleri var. Tüm bunlara rağmen sol ortak bir adayla seçime girebilse tablo o kadar değişecek ki... Sosyalist aday Hidalgo geçenlerde yaptığı bir açıklamada, "Sol birleşmezse hiçbir varlık gösteremeyeceğiz, yok olacağız. Birleşmezsek, ülkemizde solun yaşama ihtimali kalmayacak" diye konuştu. Hidalgo, solda bir ön seçim yapılmasını ve tek bir adayın sağla yarışmasını önerdi ancak tüm sol adaylar Hidalgo'nun bu teklifini kesin bir dille reddetti. Birçoğu Hidalgo'nun anketlerde çakıldığını ve kendi siyasi geleceğini kurtarmak adına bu öneriyi dizayn ettiğini iddia ettiler. Kendileri anketlerde uçuyor ya... Tam da "En solcu biziz. Bizden daha akıllı solcu olamaz" yaklaşımının tezahürü bir savlama. DIE LINKE’NİN HEZİMETİNDEN HİÇ DERS ALMAMIŞLAR Bu tabloda görünen o ki Fransa seçimleri sağ ve aşırı sağ arasında bir güç yarışına sahne olacak. Seçimlerde belki de solun toplam oylarının ülke tarihinde ilk kez yüzde 25'i geçemediği bir tablo çıkacak ortaya. Fransız solu, yaşanan onca ekonomik ve sosyal kriz sırasında halka bir proje sunamadığı ve sus pus oturduğu için başarısız oldu. Bununla birlikte sol partilerin yaşadığı gerilemenin ve dağılmanın Fransa ile sınırlı olmadığı ortada. Almanya'da da son seçimlerde Die Linke'nin (Sol Parti) yaşadığı büyük hezimeti buna eklemek gerekiyor. Esasında sorun hep aynı bana göre. Tabiri caizse "kulağının üzerine yatma" olayı. Tembellik, programsızlık, projesizlik solu eritiyor. Böyle bir durumdaki Avrupa solu, gözlerinin önünde olan bitene bakıp, ufacık bir sol popülist politika dahi üretemiyor, bir reaksiyon gösteremiyor. Mecalleri tükenmiş, kazanma hırsları kalmamış. Enerjisi tamamen sıfırlanmış sosyalist solun, doğal tabanı olan emekçileri dahi örgütleyemediği ve aşırı sağa kaptırdığı bir süreçten bahsediyoruz. Sonuç olarak, salgının da üzerine gelmesiyle birlikte süregiden kapitalizm kaynaklı buhranlar, insanlığı ezmeye ve zorlamaya devam ediyor. Tam da bu noktada sosyalist solun kapitalizmin kaybettiği meşruiyetini hiç sorgulamaması, buna teşebbüs dahi etmemesi garip ve ilginç gelmiyor mu? Sosyalist sol, ortada yaşanan binlerce sorun varken, yanıtları bu sorunlara doğru çözüm önerilerini içeren soruları soramıyor ya da kendisine yöneltilen sorulara yanıt veremiyor.  Fransız sosyalist solunun beklemenin, atalete teslim olmanın ve tembelliğin hiçbir faydası olmadığını Alman sosyalist solundan öğrenmiş olması gerekiyor ama ne yazık ki Die Linke'nin yaşadığı hezimetin Fransız solunda hiç sorgulanmadığı görülüyor. Ezcümle, faşistler yönetimleri ele geçirip özgürlüğe, demokrasiye, insan haklarına saldırdığında ve bunlardan büyük parçalar koparmaya başladıklarında sadece onları mı suçlayacağız? Hayır. En çok, tüm bunlar olup biterken, her şeyin en iyisini kendisinin bildiğine inanan, ortaklaşmayan, dayanışmayı reddeden "kümes kadar olsun ama benim olsun" diye düşünen, arogant solcu siyasetçileri suçlayacağız. Hatta en çok onları suçlayacağız.