Siyasal hayatımıza 50’lerde DP marifetiyle sokulan kutuplaştırma, 70’lerde Demirel tarzı köycülük popülizmi kullanılarak yeniden üretilmiş, 2000’lerde ise AKP ve lideri muhafazakar-otoriter popülizmle kutuplaşmanın şiddetini arttırmıştır. Türkiye, politik kutuplaşmanın şiddetine hafta içinde İstanbul’a yağan kar ve yol açtığı sonuçlar vesilesiyle bir kez daha tanık oldu. Kar  yağışı nedeniyle merkezi yönetimle İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında yaşanan yönetişim eksikliği büyük ölçüde siyasal kutuplaşmanın bir çıktısı olarak okunabilir. Büyükşehir Belediyesi coğrafi sorumluluk alanı içinde karla mücadele ederken, belediye başkanının önceden planlanmış bir yemeğe katılması merkezi yönetimin neredeyse konuyla ilgili/ilgisiz tüm aktörlerinin yemek üzerinden Ekrem İmamoğlu’na yüklenmesi, iktidar marifetiyle üretilen politik kutuplaşmanın yeni bir örneği olarak hafızalara kazındı denilebilir. Bu örnek, fırsat yakaladıkça muhalefete yüklenip politik kutuplaşma üreterek, bundan fayda sağlamaya, oy devşirmeye çalışmanın ne ilk ne de son örneği.  Salt bu döneme de özgü değil. Çok partili hayatın başlangıcından günümüze iktidar-muhalefet ilişkilerinin sorunlu bir yüzü olarak politik kutuplaşma ve siyasal elitler marifetiyle yukarıdan aşağıya kitlelere uzanan, söylem ve eylem temelli bir politik kutuplaş(tır)ma iktidarların makbul siyaset tarz ve stratejilerinden sadece biri. KUTUPLAŞ(TIR)MA SİYASETİNİN MİMARLARI VE HAMİLERİ  Siyasal hayatımıza 1950’li yıllarda Demokrat Parti ve lideri Menderes marifetiyle sokulan kutuplaş(tır)ma, 1970’lerde Demirel tarzı köycülük popülizmi kullanılarak Adalet Partisi tarafından yeniden üretilmiş, 2000’lerde ise AKP ve lideri muhafazakar-otoriter popülizmle siyasal kutuplaşmanın şiddetini arttırmıştır. Özal ile Demirel’in Cumhurbaşkanlığı dönemi ise kutuplaş(tır)mada nispeten durağanlığa tekabül etmektedir. Türkiye bugün üç çeyrek asırlık aksak demokrasi deneyiminde 3.nesil kutuplaş(tır)ma siyasetine tanık olmaktadır. Bir farkla ki 1.nesil ve 2.nesil kutuplaş(tır)mayla karşılaştırıldığında, bugün coğrafi olarak değil ama zihni anlamda kutuplaş(tırıl)mış mahallelerde yerleşik bir sosyolojiyle karşı karşıyayız. Tüm kurumlar “yerlilik ve millilik” söylemiyle yeniden tasarlanmaya çalışılırken, “beka” söylemiyle üretilmeye çalışılan rıza ile siyasal iktidar meşruiyetini pekiştirmeyi hedeflemiş durumda. Sonuçta, söylemin “hakikat ötesi” bir meşrulaştırma aracı olduğunun farkında olanlar kutuplaş(tır)madan nasibini alarak ötekileştirilmekte, hatta düşmanlaştırılmaktadır. Bir başka anlatımla, iktidar bloğunun hakikat ötesi söylemini tasdik etmeyenler milli ile yerli olduğunu iddia eden,kendilerini bekanın yılmaz savunucuları şeklinde takdim edenler karşısında sindirilmesi gereken tarafın özneleri olarak görülmekteler. KUTUPLAŞ(TIR)MANIN HALLERİ Kutuplaşmanın had safhaya varışı uluslararası ve ulusal araştırmalar tarafından teyit edilmektedir.1996-2019 dönemini kapsayan bir araştırmaya göre Türkiye kutuplaşmanın en fazla arttığı ülke olarak dikkat çekerken, bunun ideolojik değil bir kişinin farklı bir partiden ya da toplumsal gruptan birine karşı nasıl duygular beslediği anlamında gelen duygulanımsal kutuplaşma, Bekir Ağardır’ın ifadesiyle negatif kimliklenme olduğunun altını çizmek gerekir. Burada geleceğimizi tehdit boyutuna varan kritik “mesele farklı politikalar ve ideolojileri savunanlar arasındaki bir uçurumdan öte toplumun birbirlerinin parti kimliğinden veya toplumsal kimliklerden tetiklenmesi, bizatihi farklı kimliklerle karşılaştıklarında yaşadıkları duygulanımların ağır biçimde negatif olması”dır[1]. Emre Erdoğan’ın siyasal duygusal kutuplaşma olarak kavramsallaştırdığı bu halde, siyasi parti taraftarlarının kendilerine “vatansever”, “onurlu”, “zeki” ve “cömert” gibi sıfatları yakıştırmaları şeklinde açığa çıkıp, kendi partilerinin taraftarlarına bu sıfatları layık görürken; “kibirli”, rakip parti taraftarları  ise “zalim”, “bencil” ve “ikiyüzlü” sıfatlarını hak ediyorlar[2].  Bunun da ötesinde, “Duygusal kutuplaşma kendisini sadece karşılıklı haz etmemeyle sınırlı kalmıyor; karşılıklı sosyal mesafenin artmasına -yani çocuklarının evlenmelerine karşı çıkmalarına...(kadar uzanıyor) Bütün bu semptomlar bir araya geldiğinde “siyasal kabilecilik” ya da “siyasal sekteryanizm” adları da verilen “duygusal” siyasal kutuplaşmayla karşı karşıya kalıyoruz[3]. Kutuplaşma hali doğaldır ki birtakım kutuplaştırıcı aktörlerin eseri. Yani, kutuplaşma sonuç, kutuplaştırma ise neden. Kutuplaşmanın sonuçları nelerdir diye düşünüldüğündeise, bireylerin ötekileştirilmesi, aynı toplumda  sosyal mesafelerin açılması, nihayetinde kederde, tasada, sevinçte, kıvançta bir olamayan parçalanmış zihin mahallelerinin varlığıdır. Kutuplaştırılmış bir toplumda siyasetçiler bu mahallelerin ağaları, kutuplaştırmada kendilerine verilen rolü icra edenler delikanlıları,  duygusal siyasal kutuplaşmaya uğrayanlar ise aynı mahallenin bitişik komşuları. Kutuplaştırma siyaseti bugün aynı mahallede yaşayanları dahi öyle bir hale getirdi ki, komşu komşusunu dinine, milletine söven, birbirlerinin ekmeğinde gözü olan düşmanlar şeklinde ezeli rakip, hatta düşman imgesi şeklinde görmekte, mahallenin her köşesinde bir politik, duygusal linç seferberliği adeta hazır beklemektedir. Medya kutuplaştırma siyasetinin tedavüle girmesinin işitsel-görsel aracı kurumuna dönüşürken, siyasal elitler kutuplaştırıcı siyasal söylem ile maçı galip bitirme derdinde. Oysa ki  bizim dün ezberlerimize kazınan biçimiyle, sporda rakip oyuncu ve taraftarlar bile maç sonunda kolkola giriyorlardı. POLİTİK KUTUPLAŞ(TIR)MANIN BUGÜNÜ VE GELECEĞİ  Türkiye’de kutuplaştırma siyasetinin ideolojisi popülizm, aracı klientalist/patronajcı mekanizmalardır. Kutuplaşma bu anlamda bir aş, iş, rant kapısı olarak işlev görmektedir. Kutuplaştırılmış toplumda liyakata olan ihtiyaç ortadan kalkarak, kalitesizliğe prim verilmekte, popülizm takviyesi ile üretilen kutuplaşma neredeyse her kapıyı aşmakta, derin sosyo-kültürel, duygusal bölünmelerin,ekonomik eşitsizliklerin olduğu bir ülkede ötekileştirilenin karşısında olma hali yarınları garanti etmeye yetmektedir.   Kutuplaştırıcı siyaset ve siyasetçilerin tek gayesi ise bundan oy devşirmektir. Oyun ötesinde meşruiyet takviyesi, kendi sosyolojisini konsolide etme gibi nedenler de önemli.  Tabii ki kutuplaş(tır)ma saikleri arasında geçmişle, kazanımlarıyla hesaplaşmayı da ihmal etmemek gerekir. Türkiye’de toplumun duygusal anlamda nasıl perişan halde olduğunu görmek için, dönemin fırsatçıları, köşe dönücüleri hariç, sokakta insanların yüzlerine bir kez bakmak yeterli. Mutsuz, yorgun, bıkkın, gülümsemeyen, karamsar, geleceğe güvenle bakamayanların ağırlıkta olduğu bir toplumla karşı karşıyayız. Meselenin ekonomik boyutu tek başına açıklayıcı bir neden tabii ki değil. Asıl neden; bizi insanlık ailesinin medeni bir üyesi yapan ortak değerlerin oy, mevki, makam uğruna törpülenmiş olması. Kutuplaş(tırma) siyaseti Türkiye için sürdürülebilir bir tarz değildir ve mutlaka sonlandırılması gerekir. Bunun başlangıcı ise bir masum insanlık projesi olarak “Ama”sız bir arada yaşama alışkanlığını yeniden kazanmaktır. Varsın siyasi çıkarlar kaybetsin, bir oy az alınsın. --- [1]Kemal Büyükyüksel, twitter, 27 Ocak, 2022. [2]Emre Erdoğan; “Kutuplaşmanın Boyutları”, Cumhuriyet, 31 Aralık 2020. [3]Emre Erdoğan; “Kutuplaşma Kaçınılmaz Kaderimiz mi?”, Perspektif, 19 Aralık 2020,  https://www.perspektif.online/kutuplasma-kacinilmaz-kaderimiz-mi/