Beyaz Zambaklar Ülkesinde, özü itibariyle Finlandiya’nın uluslaşma, modernleşme ve kalkınma sürecini anlatır. Medeniyet ve modernleşme yolunun kutsal bir yeryüzü cenneti vaadini okuyucuya sıkı sıkıya işler. İlk baskısında kullanılan adıyla “Ak Zambaklar Memleketinde”, Rus esaretinde yaşayan ve oldukça geç bağımsızlığına kavuşan Finlandiya’nın, kendi dinamikleriyle başlattığı modernleşme öyküsünü anlatan oldukça önemli bir eser. Kitabın yazarı Grigory Spridonoviç Petrov, Rusya’da 1868’de dünyaya gelmiş bir papaz. Sıradan bir din adamı değil, özgürlükçü ve reformist karakteriyle 20. yüzyıla damga vurmuş bir yazar. İyi bir hatip ve aynı zamanda mücadeleci bir adam, bu yüzden kendi çevresindeki tutucu din adamlarıyla, dönemin Bolşevikleriyle büyük kavgalar yaşadı. 1920’de Kırım ve İstanbul üzerinden Yugoslavya’ya kaçtı. Türkiye, Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” eseriyle ilk defa 1928 yılında Ali Haydar Taner’in çevirisiyle tanıştı. Bu kitap özü itibariyle Finlandiya’nın uluslaşma, modernleşme ve kalkınma sürecini anlatır. Sade bir dil kullanan ve ortalama bir insan kavrayışını hedef alan bu eser, kimi zaman İncil gibi kutsal metinlere gönderme yapan, bazen okuyucuyu yeren bazen özgüven tazeleyen; ancak nihaî olarak bu yolun bir medeniyet ve modernleşme yolculuğu olduğunu hafızalara kazır. Medeniyet ve modernleşme yolunun kutsal bir yeryüzü cenneti vaadini okuyucuya sıkı sıkıya işler. Kitap ismini, bu dünyadan olamayacak kadar güzel, mucize dolu bulduğu ve aynı zamanda İncil’de sıkça geçen ak zambakların Finlilere benzetilişinden alır. Ak zambakların bu mucize dolu öyküsü Petrov nazarında, Finlilerin medeniyet mucizesi yaratması hayalinde anlam kazanır. Ali Haydar Bey bu kitabı anlatırken şunları söyler: “Fin memleket halkının çalışmalarının diğer memleketler için nasıl örnek olabileceğini anlatan bir ibret vesikasıdır.” Finlandiya, Urallar’dan gelen bir ırk olduğu için Atatürk döneminde ortaya atılan Finlilerle Türklerin akraba olduğu tezi, modernleşme serüvenimizin benzeşmesini açıklamak için önemli bir motivasyon unsuru oldu. Bu tez ulusalcı veya sosyal demokrat çevrelerde epey savunuldu. Zülfü Livaneli, Sevdalım Hayat kitabında buna dair ilgi çekici bir anısını aktarır. Buna göre Zülfü Livaneli Finlandiya’ya bir konsere gittiğinde konser çıkışı Finli bir kadın gazeteci Livaneli’ye övgüler yağdırır. Livaneli jest olsun diye, “Zaten biz Türkler Finlilerle akraba olduğumuza inanırız” der. Gazeteci kadın şiddetle beklenmedik bir tepki gösterir, “Böyle bir şey yok! Bunu Türkleri Batılılarla akraba göstermek isteyen Atatürk uydurdu!” diyerek cevap verir. Livaneli öfkeyle biraz önce kardeş ilan ettiği halkı “medeniyetler çatısının” dışına itiverir: “Hanımefendi, eğer Atatürk Batı’yla bir akrabalık uydurmak isteseydi İngiltere, Fransa dururken gelip de kuzeydeki köylü bir ulusu seçmezdi!” Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı eser Cumhuriyet elitleri tarafından 1930 yılında ikinci kez yeni harflerle Devlet Matbaası’nca yeniden basılır. Türk subayları ve öğretmenlerine genelgelerle tavsiye edilir. Kitabın ana karakteri olan Snelman, cesaret ve vatanperverliğiyle öne çıkan bir aydın ve halk önderidir. Snelman üzerinden kitapta modernleşme öncüsü olacağına inanılan öğretmenler, subaylar ve devlet memurlarının rolü sorgulanır. Fin halkının kalkınmasında kışlanın, bürokrasinin ve kilisenin etkisi öne çıkar. Funda Şenol Cantek, “Modernizmin Vaad Edilmiş Cennetinin Kapısında İki Ülke: Finlandiya ve Türkiye” başlıklı makalesinde, Finli önder Snelman’ın jakoben bir devrimci olması, halk terbiyecisi vasıflı anlayışı, vatandaş olma üzerine nutukları olan Batılılaşmacı bir karakter olduğunu anlatılır. Cumhuriyet’in kurucu aydınları tarafından Snelman, bu yanlarıyla Atatürk’le özdeşleştirilir. Atatürk’ün halkına bir görev olarak muasırlık ve medeniyeti aşma gayesi yüklediği nutuklarıyla, Snelman’nın halka yön vermek isteyen nutukları dikkate değer. Atatürk, daha önce de bir yazımızda belirttiğimiz gibi “Halk ve Millet” kavramlarını bilerek farklı anlamlarda kullanır. Onun nezdinde Türk milleti, zeki, çalışkan, ilim ve tekniğin takipçisi, özünde medeniyet nuru taşıyan, devlet idaresinde mahir bir milletti. Ancak halk hiçbir zaman tam olarak güvenilmemesi gereken, yön ve motivasyona muhtaç, terbiye edilmesi gereken bir çocuk gibiydi. Buna benzer bir özelliği kitapta, önder Snelman üzerinden halkın nasıl ve hangi hedefe yöneleceğini Petrov şöyle aktarıyor: “Halkımızı, bizden daha eski medeni ulusların arasına sokmalıyız.” Yine Snelman üzerinden Petrov, bu hedef için çalışacak halk kitlesini “aylak takımı” olarak nitelendiriyor ve halkın akıl-fikir uyuşukluğundan duyduğu tiksintiyi dile getirirken, “Milyonlarca insan hayvan gibi yaşıyor. Pis, cahil şehvetli insanlar. Yalnız bir tek şeyi düşünürler: karın doyurmak” ifadeleriyle halka duyulan güvensizliğini ortaya koyuyor.
Funda Şenol, kitabın orijinal baskısında dini metinler de olduğunu; hatta “Kilise ile Halk” bölümü gibi modernleşmenin ilham ve motivasyonunun dinden alınmasının teşvik edildiği bu bölümlerin Türkçeye tercüme edilmediğini söylüyor.
Snelman’ın halkı terbiye etmek konusunda en güvendiği kesim subaylar ve öğretmenlerdir. Subaylar ve kışlayı “soylu eğitimciler” olarak gören Snelman subaylara hitabında, “Sizler oradan birer köstebek gibi geldiniz. Oralara yeni hayatın habercisi olarak gidiniz” diyecektir. Cumhuriyet bürokratlarından, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu Finli kahraman Snelman’ı Hayat Mecmuası’nda yazdığı bir yazıda şöyle anlatır: “Halkı irşat için, bilginin ve yükselmenin anlamını halka anlatmak için Snelman’ın yaşattığı derin aşk onu, karşımıza bir demokrasi peygamberi yüzüyle çıkarıyor.” Yine Funda Şenol Cantek’in tespitine göre Petrov, Tolstoy’a referans vererek her ulusun kendi gücü ve önderini doğurduğunu söylemek sûretiyle Snelman’ı işaret eder. Funda Şenol, kitabın orijinal baskısında dini metinler de olduğunu; hatta “Kilise ile Halk” bölümü gibi modernleşmenin ilham ve motivasyonunun dinden alınmasının teşvik edildiği bu bölümlerin Türkçeye tercüme edilmediğini söylüyor. Cumhuriyet kadrocularının bu bölümleri tercüme ettirmemesi şüphesiz sebepsiz değildir. Kurucu kadro, vatandaşlık yaratma girişimlerinde Türklük dışında hiçbir motivasyonu yerinde ve lüzumlu görmüyordu. Hatta dini kimlikler bu vatandaşlık bağına birçok ayrılık, çatışma ve hurafe sokabilirdi.
Sonuç olarak, Finlandiya ve Türkiye elbette kendi içinde apayrı dinamiklere sahip milletlerdir. Ancak ortak olan şey; her iki ülke adına modernleşme serüvenlerinin kesiştiği noktalardır.
Petrov, halka modernleşirken dinin yeri ve önemini bu bölümlerde özellikle Papaz Makdonald karakteriyle hatırlatıyor. Bu bölümlerde özellikle uluslaşma sürecinde silaha ve kaleme “iman gücü”yle sarılmak vurgulanıyor. Petrov’un bu bölümlerin birinde Snelman’a yüklediği dini motivasyonu şu cümlelerden görebiliyoruz: “Kitlelerin dinsizliği, belki de halkın en tehlikeli hastalığıdır. Düşüncesiz gençlerin, onların ardından da akıl fukarası liberalizmin Tanrısızlığı hür düşünce işareti saymaları boşunadır. Tanrısızlık, gönül yoksulluğu, ruh hiçliğidir.” Petrov, kitabında yer verdiği önder Yarvinen üzerinden bu sefer, “milli bir burjuvazi” tarifi yapıyor. Tatlı kralı Yarvinen, halkına önderlik eden ve onu terbiye etmeye gönüllü, ulusal kalkınmanın öncülerindendir. Mustafa Kemal’in İzmir İktisat Kongresi’nde “milli burjuvazi” yaratma girişimlerini bununla özdeşleştirebiliriz. Bu anlamda kalkınmanın ve bu liberal metotların, her iki ülke arasında benzeştiği alanlar mevcuttur. Sonuç olarak, Finlandiya ve Türkiye elbette kendi içinde apayrı dinamiklere sahip milletlerdir. Ancak ortak olan şey; her iki ülke adına modernleşme serüvenlerinin kesiştiği noktalardır. Bunlardan söz etmek gerekirse; modernleşmenin tepeden tabana ve subaylar yoluyla gerçekleşmesi, halkın modernleşme direnişine karşı terbiye edilmesi vakıası, milli aydınların kışla ve okullar eliyle yaratılmak istenmesi, modernleşmenin kısa zamanda ve cebri metotlarla icra edilmesi gibi birtakım zaruretler temel ortaklıklardır.