Ormanlarımız, geleceğimiz yanıyor ve yanmaya devam edecek. Üstelik yangınlar sadece bizde değil. Dünyanın farklı bölgelerinde yangınlar var. Ne yazık ki, alınacak tüm tedbirlere rağmen önümüzdeki yıllarda da yangınlar çıkacak. Tıpkı ülkemizde artan sel felaketleri gibi. Bütün bunların hepsi birer sonuç. Bütün bu yangınlar, seller, kuraklık gibi afetler bilim insanlarının on yıllardır neredeyse yalvararak dile getirdiği, kamuoyunu uyardığı ama akım hiç bir anlayışın neredeyse kabul etmediği küresel iklim değişikliği gerçeğinin sonuçlarından sadece bazıları. Ne yazık ki, bu gerçeği görüp hiç bir tedbir almayan ülkeler var. Türkiye işte bu ülkelerden birisi. Daha doğrusu ülkeyi yöneten siyasi iktidar. Türkiye’de her yaz irili ufaklı yangınlar oluyor. Bu açıdan yangın ilk kez karşılaştığımız bir afet değil. Aynı şekilde meydana gelen seller konusunda meteoroloji,  öncesinde uyarılar yapıyor. Sorunumuz, bu gerçekler bilindiği, uyarılar yapıldığı halde neredeyse hiçbir tedbirin alınmaması. Mesela son bir haftadır devam eden yangınlar. Yangınları önleme ve tedbir alma, yangın başlamadan olur. Oysa bizde olan, yangın çıktıktan sonra dahi söndürme konusunda yetersizliğin ortaya çıkmasıdır. Yani ne öncesinde, ne de yangın adında hiç bir tedbir alınmamış. Öncesinde tedbir alınmadığı gibi yangın anında, söndürmeye etkili müdahale edecek yangın söndürme uçakları yok. Daha doğrusu var ama bakımları yapılmadığı (4 Milyon Dolar) için kullanılamıyor. Yangın söndürme uçakları ve helikopterleri Türk Hava Kurumu’nun elinde. Ancak siyasi iktidarın ideolojik olarak bu kuruma olan negatif tavrı, bu kurumu da, kurum kapasitesini de yok etmiş durumda. Nitekim kurum kayyum ile yönetiliyor. Belediyeler THK’nun elindeki uçakların bakımını üstlenmek istiyor, izin verilmiyor. Yurt dışından yardım isteme, devleti küçük düşürme olarak algılanıp, soruşturma başlatılıyor. Doğrudan yardım yapmak isteyen Yunanistan ve İsrail yardımları reddediliyor ama İsrailli bir şirketten helikopter kiralanıyor. Açıkça yüzleşmemiz gerekiyor ki, bütün bunlar birer sonuç. Bu sonuca yol açan da, otoriter zihniyete dayanan yönetim anlayışıdır. Her ne kadar siyasi iktidar, kültürel kimlik olarak muhafazakârlık üzerinde seçmenleri ile ataerkil bir bağ kursa da yönetim anlayışı, otoriter zihniyete dayanmaktadır. Toplumu homojen var sayan, bilgi, gerçeği salt iktidar tekeline alan ve iktidar olma halini her şeyi yapma özgürlüğü olarak gören bu anlayış için, muhalefet de, sivil toplum da, kendisi gibi düşünmeyen herkes potansiyel düşman, hain ve ötekidir. Nitekim, sosyal medya hesapları üzerinden yurtdışına yapılan “yardım” çağrıları, devleti küçük düşürdüğü iddiasıyla resen soruşturma nedeni olabiliyor. Özetle bugün her alanda karşı karşıya olduğumuz sorunları nedeni bu zihniyettir. Türk Tipi Başkanlık sistemi, bu zihniyetin pratiklerini keyfileştirmiştir. Yakın geçmişte İzmir’de büyük bir deprem yaşadık. İstanbul ve çevresi büyük bir deprem bekliyor. Peki İzmir’de deprem sonrası ve İstanbul’da olası deprem için ne yapıldı? Neredeyse hiç, değil mi? Evet neredeyse hiç. Peki bu bizim kaderimiz mi? Değil. Bunun değiştirmenin yolu, siyasi kimliğimiz, aidiyetimiz, inancımız ne olursa olsun bizden farklı olanla eş düzeyli ilişki kurmaya ve ortak geleceğimizi birlikte inşa etmeye hazır olmamıza bağlı. Bu yüzden siyasi, ideolojik, kültürel ve dinsel kimliğimizden bağımsız olarak demokrasi, adalet ve özgürlük ortak keseninde uzlaşan siyasetçiden sıradan vatandaşa kadar her düzlemde farklı parti, kurum ve kişilerin dayanışması önemlidir.