Kılıçdaroğlu’nun çıkışı için söyleyebileceğim; “evet ama yetmez”. Çünkü bu çıkış önemli bir eksiği içeriyor. O da bugün laik, seküler hayat tarzı yaşayanların kılık kıyafet konusunda karşılaştıkları kısıtlayıcı uygulamalara sessizliktir 28 Şubat dönemini yazıp çizmeye meraklı bir genç olarak yaşadım. Takip eden dönemde İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde İnsan Hakları Hukuku yüksek lisan programı açıldığında ilk başvuran öğrenci oldum ve kabul edildim. Dersler bittiğinde, üzerine çalışacağım konu büyük ölçüde belliydi; 28 Şubat’ta siyasal simge kabul edilen örtünme olacaktı konum. Örtünmenin tarihsel süreci, farklı dinlerde örtünme ve Türkiye’de örtünmenin tarihi ve siyasi ve hukuksal çerçevesine odaklanacaktım. Konu hayli genişti. Sağ olsun tez danışmanım Prof. Dr. Ferhat Kentel ve tuz jürimde yer alan Prof. Dr. Serap Yazıcı ve Prof. Dr. Niyazi Öktem’in yönlendirmeleri ile bu geniş konuyu toparladım ve tezi teslim edip, hiçbir zaman kullanmadığım “İnsan Hakları Hukuku Uzmanı” titrini ve diplomamı aldım. Tezim sonraki yıl Çağatay Anadol’un önerisi ve sadeleştirilmesi ile Kitap Yayınları’ndan “Başörtüsü/Türban” üst başlığı ve “Batılılaşma, modernleşme, laiklik ve örtünme” alt başlığı ile 2005’de yayınlandı. Tez ve kitapta özetle; aynı fiili için “başörtüsü” ve “türban” kavramalarının kullanımının siyasal, toplumsal bölünme ile ilgili olduğunu, yasal olarak üniversitelere başı kapalı girilmesinde bir yasak olmadığını; aynı siyasal inanca ve amaçla mensup “sakallı” erkek öğrenci üniversiteye girebilirken, başı kapalı kız öğrencilerin girememesinin insan hakları ihlali olduğunu, sorunun toplumsal değil siyasal bir sorun olduğu için siyasal iklimin değişmesi ile çözüleceğini, laik bir devletin ilkokul ve orta okulda dini sembolleri yasaklayabileceğini ama en önemlisi de bu tartışmada kadınların hem laikçi düzen hem de siyasal İslamcılar tarafından mağdur edildiğini ifade ettim. GELİN YARALARI SAĞALTALIM Bu uzun girişi dün akşam CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun yayınladığı video üzerine yazdım. Kılıçdaroğlu yayınladığı videoda; “Biliyorsunuz uzun süredir ülkenin yaralarını kapatmaktan ve geleceğe güvenle bakmaktan bahsediyorum. Çok yaralar var. Bu yaralar hep bizi geçmişe tutsak ediyor. İktidar olduğumuzda atacağımız adımları şimdiden anlatmaya çalışıyorum. Helâlleşme tam olarak bu. … Bu yaralardan biri de baş örtüsü mevzusu. Burada bizim de yanlışlarımız oldu geçmişte. Değişmeyi ve öğrenmeyi bildik. Şimdi bir sonraki aşamaya geçme zamanı. Bu meseleyi toplum olarak aşma, geride bırakma zamanı. Konuyu devlet ciddiyeti ile çözme ve siyasetçilerin iki dudağı arasından çıkarma zamanı. Evrenseller hukuk ilkeleri ile uyum içerisinde bir kanuni çerçeve oluşturduk. Kadınların giyim kuşamını siyasetin tekelinden çıkarıyoruz. Bu hakkı yasal güvenceye alacağız. Bunu bir tartışma konusu olmaktan tümüyle çıkarıyoruz. Yarından itibaren bu yarayı sonsuza kadar kapatacak adımı atıyoruz. Kanun teklifimizi grup toplantımızın ardından Meclis’e vereceğiz. CHP grubu, eksiksiz, fakatsız ve yüreklice bu kanunun arkasında duracak. Sarayı’nda samimiyet turnusolu bu. Bakalım onların tutumu ne olacak? Türkiye’nin yaralarını kapatma konusunda yol arkadaşlarımız benimle. Yaraları kapatma konusunda da biz daha cesur olacağız. Bu zor, zor olduğunu kadar hakiki olan yolculukta sizi de yanımda görmek istiyorum.” Şüphesiz Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesi değerli ve desteklenmeyi hak ediyor. Dahası Kılıçdaroğlu bu hamleyi, Erdoğan’ın muhafazakâr kesimler üzerinde başörtüsü üzerinden yapacağı suistimali önlemenin yanı sıra, başlatmış olduğu helâlleşme çağrısının bir tamamlayıcısı olarak ele alıyor.
Laik, seküler kesimin, muhafazakârların hak ve özgürlükleri, hassasiyetleri konusunda duyarlı olmaları talebi anlaşılabilir ama bunun anlamlı olabilmesinin koşulu muhafazakârların da laik, seküler kesimlerin hak ve özgürlükleri, hassasiyetleri konusunda duyarlılık göstermesinden geçmektedir.
Ancak burada temel sorun şu; mevcut yasalarda mesleki kimi kısıtlamalar dışında başörtüsü ile ilgili fiili bir yasak yok. Bu açıdan Meclise sunulacak yasal düzenlemenin içeriği de önemli olacak. Ama ne olursa olsun bu çıkış Kılıçdaroğlu için de CHP için de dönüştürücü bir güce sahip. Ki, gelen tepkilerden eleştirel olanların CHP içi ve çevresi ile laik kesimden gelmesi bunun bir işaretidir. Kılıçdaroğlu iyi niyetli olarak başörtüsü konusunda kendi partisinin hatalarını gündeme getiriyor. Ama bu konuda şu gerçeği ortaya koymakta fayda var; CHP’nin başörtüsü başta olmak üzere laiklik hassasiyeti gibi konular devletin ideolojik aygıtı olmuştur. Tıpkı bugün AK Parti’nin olduğu gibi. O yüzden Kılıçdaroğlu’nun “helâlleşme” çağrısı esas olarak devletin ortaya çıkardığı mağduriyetler karşısında devletin ideolojik aygıtı olarak parçası oldukları mağduriyetlerle yüzleşmedir. ŞİMDİ SIRA MUHAFAZAKÂRLARDA Kılıçdaroğlu’nun çıkışı için söyleyebileceğim; “evet ama yetmez”. Çünkü bu çıkış önemli bir eksiği içeriyor. O da ülkenin içinde olduğu siyasi iklimle ilgili olarak, laik, seküler hayat tarzı yaşayanların kılık kıyafet konusunda karşılaştıkları kısıtlayıcı uygulamalar karşısındaki sessizliktir. Şu bir gerçek ki, nasıl bir zamanlar yasal bir düzenleme yokken başörtülü öğrenciler üniversitelere alınmadıysa; son yıllarda kamu binalarında, kamusal alanda seküler hayat tarzına sahip kadınların kılık kıyafet konusunda pek çok kısıtlayıcı uygulamayla karşı karşıya kaldıkları açıktır. Evet bugün Türkiye’de başörtüsü kullanımı konusunda eskiden olmadığı gibi bugün de yasal hiçbir kısıtlayıcı uygulama yoktur ve başörtülüler herhangi bir zorluk yaşanmamaktadır. Ama laik, seküler hayat tarzına sahip kadınların kamu binalarında ve kamusal alanda dozu her gün giderek artan bir ayrımcılıkla karşı karşıya kaldıkları gerçektir. Etek boyu, kıyafet rengi, pantolon yasağı, kadınların kamusal alandaki görünürlüklerinde duyulan rahatsızlığın ifade edilmesi, müzik yasağı, iptal edilen konser ve festivaller bunlardan bazılarıdır. Üstelik bunlar, geçmişi yaraları değil bu iktidarın açtığı yaralardır. Bu yaraların da sağaltılması gerekmektedir. Elbette bu konularda da CHP’den hassasiyet beklediğimiz kadar daha çok kendini muhafazakâr tanımlayan partilerden de benzer bir duyarlılığı beklemek hakkımızdır. Çünkü bugün laik ve seküler kesimin karşılaştığı her türlük kısıtlayıcı uygulamaya karşı durmak,   aynı zamanda Türkiye’nin laik devlet olabilmesinin de temel koşullarından birisidir. Evet, laik, seküler kesimin, muhafazakârların hak ve özgürlükleri, hassasiyetleri konusunda duyarlı olmaları talebi anlaşılabilir ama bunun anlamlı olabilmesinin koşulu muhafazakârların da laik, seküler kesimlerin hak ve özgürlükleri, hassasiyetleri konusunda duyarlılık göstermesinden geçmektedir. Unutmayalım ki, helâlleşmenin temel koşularından birisi budur. Bu konuda da muhafazakârları büyük bir sınav beklemektedir.