CHP giyim kuşam özgürlüğünü evrensel bir yaklaşımla, sadece belli bir mahalle için değil tüm hayat tarzları için güvenceye alan bir düzenleme sunarsa çok doğru ve cesur bir adım atmış olur. Dün gece CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu önemli bir açıklama yaptı ve yazımı da değiştirmeme neden oldu. Yasa tasarısını henüz görmedim. Ayrıntıları gördükten sonra geliştirici ve destekleyici öneriler yapılabilir. Ama prensip olarak eğer bugün CHP giyim kuşam özgürlüğünü evrensel bir yaklaşımla, sadece belli bir mahalle için değil tüm hayat tarzları için güvenceye alan bir düzenleme sunarsa çok doğru ve cesur bir adım atmış olur. Bu düzenlemenin temeli kişilerin iş yerinden okuluna ve konserine toplumsal hayatın her alanında ayrımcılığa, baskıya, şiddete ve nefrete karşı korunması olmalı. Herkes kendisini güvende ve eşit hissetsin ki eğitime, çalışmaya ve mutlu olmaya odaklanabilsin. Bu adımın büyük ihtimalle siyasal ve araçsal sonuçları tartışılacaktır. Evet, iktidar uzun zamandır başörtüsü ve hayat tarzı konularını başta CHP muhalefeti itibarsızlaştırmak ve bölmek, siyaseti de asıl yürümesi gereken ekseni olan ekonomi ve adalet konularından uzaklaştırmak için bir istismar aracı olarak kullandı. Seküler ve mütedeyyin kadınların hukukuna aynı anda sahip çıkmak, bu silahı iktidarın elinden almaya alabilir. Ama başarılı ve sürdürülebilir olmak için böyle bir adım her şeyden önce ilkesel ve ideolojik olarak doğru olduğu için alkışlanmalı. Bu yaklaşım bir ideal olarak Cumhuriyet’i ve “Cumhuriyet’i barış ve demokrasi ile taçlandırmak” mottosunu benimseyen bir siyasal hareket için ilkesel olarak doğru.  Yirminci Yüzyıl’ın büyük bölümünde dünyada hâkim olan ve Türkiye’nin de özgün katkılar yaptığı modernlik anlayışından farklı olarak, bugün dünyada “modern” olmanın tek değil birçok biçimi var. Başta gençler vatandaşımızın görüntüsüne değil özüne, değerlerine, yaratıcılığına, hakkına ve liyakatına odaklanmanın zamanı çoktan geldi ve geçti. Herkesin baskıdan korunduğu bir toplumsal yaşamda giyim kuşam konusunda kendisi için en güzel ve en doğru olanı Türkiye insanı kendisi bulacaktır. Bu adım eğer doğru anlatılırsa CHP ve muhalefet açısından dünyaya da çok anlamlı bir mesaj vermiş olur. İran’da başörtüsü giyme baskısı nedeniyle hayatını kaybeden Mahsa Amini protestoları sürüyor. Küresel kadın hareketi demokratikleşmenin en güçlü ve zinde lokomotiflerinden biri; ama kürtaj ve toplumsal hayatta eşitlik gibi birçok konuda seküler-geleneksel kadınlar arasındaki bölünmeyi aşmakta zorlanıyor. Birazdan bahsedeceğim Brezilya’da da böyle, ABD, Polonya ve İran’da da.  Demokratikleşmeyi kilitleyen ve otoriterliği besleyen düğümlerden biri. İşte böyle bir küresel bağlamda, Türkiye’de laik modernleşmeyle özdeşleşmiş CHP’nin alacağı, dışlayıcı değil kapsayıcı ve kadının özgür iradesini temel alan ilkesel bir duruş, bu düğümü çözmeye katkı yapar ve büyük destek görebilir. Ancak bu tür adımların başarılı olması için parti tabanı, kamuoyu ve toplum tarafından da anlaşılması ve desteklenmesi elzem. Bu tür reformların sadece iktidarı yenmek için değil asıl ülkeyi yönetebilmek ve ileriye götürebilmek için gerekli olduğu anlaşılmalı. Geçen yazımda, Türkiye’nin 21.yüzyıla özgü olağanüstü bir otoriter siyasetle yönetildiğini, bu tarz bir yönetimi alt etmek ve ülkeyi normalleştirebilmek için yine olağanüstü ama demokratik bir siyaset üretmek gerektiğini yazmıştım. Bunun nasıl bir siyaset olması gerektiğinin dünyada verili bir reçetesi yok. Türkiye’de muhalefetin yapmaya çalıştıkları tam da bu nedenle çok önemli. Küresel otoriter siyaset, insanların önemli bir kesimini içinde bulunduğumuz belirsizlik çağında kendine sağlam duygu ve çıkar bağlarıyla bağlayan bir dil ve duruş yakalamış durumda. Bu dil, duruş ve politikaları genellikle karizmatik liderler temsil ve hikâye ediyorlar. Ama arkalarındaki kitle ve örgüt de gözden kaçırılmamalı. Demokrasi isteyenler henüz bunun muadili kendi “dip dalga”larını bulup benzer bir siyaset ekseni geliştirebilmiş değil. Otoriter siyasete desteğin altında yatan maddi ve manevi dünyayı da yeterince anlayabilmiş değil. Bu yüzden de uyguladıkları tüm farklı stratejilere rağmen otoriter siyasete kemikleşmiş desteği kıramıyorlar. Bunun en son örneği de Brezilya seçimleri oldu. Lula tüm kurduğu koalisyonlara, birleştirici ve ilerici söylemlerine ve aksini gösteren anketlere rağmen, başkanlık seçimlerinde otoriter Bolsanaro’yu ilk turda yenemedi. Brezilya’nın kiminle devam edeceği sorusunun yanıtı gelecek ay yapılacak ikinci tura kaldı. Umarım Lula ikinci turda kazanacak. Ama ABD’den de öğrendik ki iş asıl otoriter iktidarı yendikten sonra başlıyor. Demokratik siyaset kendi dip dalgalarını tek bir eksende birleştiren dili ve duruşu oluşturmanın sancılarını yaşıyor. Aslında Türkiye’de de gerek Altılı Masa gerekse Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yapmaya çalıştıklarını bu zaviyeden okumakta fayda var. Olağanüstü demokratik siyasetin duruşunu tarif ve temsil etmek, kitlesini birleştirmek için ya güçlü ve karizmatik bir lidere güveneceğiz ve onu takip edeceğiz, ya kurumsal güvencelere dayanacağız, ya da ikisinin ortası bir sentez bulacağız. Bunu da bir önceki yazımda tartışmıştım. Adaylık tartışmalarının ve rekabetinin kızıştığı bir ortamda Altılı Masa’nın son toplantısından çıkan “iki önemli karar” böyle bir sentez arayışını yansıtıyor kanımca. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem'e geçişin yol haritası oluşturmak, yeni Cumhurbaşkanı ve iktidarın yapacakları üzerindeki belirsizliği kurumsal güvenceye kavuşturmaya çalışıyor. Keza ekonomiden eğitime ve dış politikaya temel politika alanlarındaki asgari müşterekleri oluşturmak, Altılı Masa’yı demokratik siyaseti bir programa kavuşturma çabası. Bu doğru kararlar aday sorusunu ortadan kaldırmayacak kuşkusuz, ama daha kolay hâle getirebilir. Bu esnada tüm doğru yapılanları ve yapanları alkışlamak gerekiyor.