Esnek ve güvencesiz geleceğe doğru…
Politikyol
Geçtiğimiz haftalarda yayınlanan “Hız Arttıkça Özgürlük Azalır” adlı yazımda Sedat Peker videoları üzerinden içinde yaşadığımız dönem ile ilgili gözlemlerimi kaleme almıştım. Açıkçası gözlemlerimi aktarırken de argümanlarımı daha çok post-modern diye tabir edebileceğimiz filozoflara yaptığım atıflara dayandırmıştım.
Baudrillard ya da Paul Virlio gibi yazarlar içinde bulunduğumuz çağı anlamamızda bizlere yardımcı olsalar da, onları okuduktan sonra bir şeylerin eksik kaldığını söyleyebiliriz. "Her şey daha da kötü mü olacak?” sorusunu sorduruyor insana post-modern yazarlar. İçinde bulunduğumuz dönemin cesaretli bir şekilde pek iç açıcı olmadığını anlatmak görevimiz. Lakin bunun yanında, her zaman umut olduğunu ve her zaman yeni bir kapı açabileceğimizi anlatmak da yine görevimizlerden biri.
KAYITSIZLIK VE HİSSİZLİK
Öncelikle içinde yaşadığımız dönem ile ilgili iç açıcı olmayan olgularını paylaşalım. Kayıtsızlığın ve hissizliğin egemen olduğu bir dönemde yaşamaktayız. Belirtilen bu durum yalnızca Türkiye toplumu için değil, gelişmiş diye tabir edilen Batılı toplumları için de geçerli. Bir zamanlar çokça övülen küreselleşme denen rüzgarın etkilerini yıllar sonra görülmeye başlandı. Dünya küçüldü, herkes her yerden haberdar artık. Ancak herkes her yerden haberdar olduğu ölçüde de kayıtsız olmaya başladı. Her olgu bir imge ve imaj haline gelmeye başladı. Türkiye toplumu bu durumu bir organize suç örgütü liderinin itiraflarını izlerken yaşadı. Toplumun büyük bir çoğunluğu hayrete düşerek değil, bir suç dizisi izler gibi izledi söz konusu videoları. Çokça konuşulan ve üzerine oldukça fazla yazılan bu konuya ara vererek bir başka iç açıcı olmayan olguya bakabiliriz; “yalnızlaşma”.
Birçok genç hiç olmadığı kadar yalnız ve güvencesiz bir şekilde hayatını sürdürüyor Türkiye’de. Bu yalnızlığın hem ekonomik hem de sosyal boyutları var. Öncelikle yıllardır yükselmekte olan yeni orta sınıftan bahsedilir. Birçok gelişmiş batılı ülkede, hızla büyümekte olan orta sınıf, Türkiye’de de hızla genişliyor. Orta sınıftan kastedilen, beyaz yaka diye tabir edilen ve kafa emeği ile çalışan; standart bir işçiye göre daha çok sosyal hakkı ve geliri olan kesimdir. Türkiye’de üniversite bitiren birçok genç iyi bir iş bularak, orta sınıf diye tabir ettiğimiz bu topluluğa dahil olmak istiyor. Çeşitli ünvanlar, ofis yaşamı, konut, araba ve yıllık izinlerde görece lüks bir otele tatile gitme hayalleri…
İşte tüm bunlar yeni orta sınıfı anlatıyor. Aslında bunlar bir zamanlar Amerikan rüyası diye tabir edilen ve tüm dünyaya da yıllardır çeşitli şekillerde empoze edilmeye çalışmış bir anlayış. Hatırlarsanız eski A.B.D. başkanı Trump seçimi kazanırken söylediği “yeniden büyük Amerika’yı kuracağız” sloganıyla, yukarıda belirttiğim Amerikan rüyasına referans veriyordu. Peki Amerikan rüyasına ne oldu?
Hemen söyleyelim, bugün Amerika’da birçok eğitimli genç esnek çalışma saatlerinde ve her geçen gün biraz daha borçlanarak yaşıyor. Hatta borçlanmaları daha üniversite okurken başlıyor. Örneğin ABD’de yüksek lisansını bitiren bir öğrencinin özel okulu bitirmişse 77 bin dolar, devlet okuluna gidiyorsa da 50.000 dolar kadar birikmiş borcu olduğu söyleniyor. (Lazzarato, Borçlandırılmış İnsanın İmali, s:30.) Yani yıllardır “havalı” ve “statü” sahibi görünen orta sınıf aslında borçlandırılmış gençlerden oluşuyor.
Durum Türkiye’de de farklı değil. Türkiye’de 5 milyon öğrencinin KYK’ya olan borcu 5.5 milyar dolara ulaşmaya başladı. Türkiye’de üniversite mezunu gençler eğer şanslılarsa ve iş bulabilirlerse borçlarını ödemek için çalışıyorlar önce. Yani orta sınıf denen ayrıcalıklı kesim Türkiye’de de her geçen gün daha fakirleşiyor. Tam da bu yüzden gençler yalnız ve güvencesiz.
Üstelik korona dönemiyle beraber yeni bir olgu daha girdi iş yaşamına; evden çalışma. Önceleri korona önlemleri nedeniyle çalışanlarını evden çalıştıran işverenler, uzun vadede bu yöntemin daha karlı olduğu fark etmeye başladı. Örneğin uluslararası insan kaynakları hizmeti veren Mercer şirketinin Türkiye’de yaptığı araştırmaya göre şirketlerin yüzde 54.9’u evden çalışmayı kalıcı hale getirmek istiyor. (https://www.mercer.com.tr/rapor-makale-arastirma/ocak-2021-ucret-artisi-ve-yan-haklar-trendleri-ara-anket-sonuc-raporu.html )
DAHA ESNEK, DAHA GÜVENCESİZ
Bu çok sayıda beyaz yakalının daha esnek ve daha güvencesiz şartlarda çalışacak demesi oluyor. Üstelik uzun vadede sadece ekonomik değil ruhsal olarak da yalnız insanların çoğalmasına sebep olacak. İç açıcı olmayan olgulara anlatmaya burada son vererek, ne yapılabilir üzerine birkaç şey söyleyelim.
Kayıtsızlığın, hissizliğin ve yalnızlığın hüküm sürdüğü bir dönemde yaşıyoruz, peki gerçekten bir çaremiz yok mu? Çarenin olmadığını düşünenler için depresyon ve intihara kadar uzanacak bir süreç başlıyor. Kaldı ki, son dönem gençlerde depresyona yakalanma oranları ve intihar vakalarının artması da ayrı bir yazı konusu. Ben her şeye rağmen bir çare olduğunu düşünenlerdenim, çare ise toplumun mobilize olmasında ve politize hale gelmesinde yatıyor. Sık sık z kuşağından ve z kuşağının iletişim kanallarından bahis açılıyor. Ya sorun tam da z kuşağının iletişim kanallarındaysa? Her şeyin imgeselleştirildiği ve sanal hale geldiği bir çağda, hayata karışmak en manalı hareket. Borçlu olanların, iş yaşamında problemi olanların veya daha başka konularda kendisini mutlu hissetmeyen gençlerin yan yana gelmesi gerekiyor. Yalnızlığın en büyük çaresi daha fazla bir araya gelmek ve dayanışmak. İçinde bulunduğumuz toplumsal krizlerin çözümü için ilk adım: yan yana gelmek.
Yorumlar
Popüler Haberler
Yasadışı bahis operasyonu: Serdar Ortaç ve Mehmet Ali Erbil'e tutuklama talebi
Mahkeme tespit etti: Boğaziçi Üniversitesi, mülakatta usulsüzlük yapmış!
MSB kaynakları, Bosna'da görev yapan Türk askerinin pedofili suçunu doğruladı
Adaylık kulisi: 'İktidarı en mutsuz edecek' İmamoğlu-Yavaş formülü
Ahmak davası: AYM’nin İmamoğlu kararı 9 ay sonra Resmi Gazete'de
Otopsi raporu ortaya çıktı: Rojin'in ölüm nedeni belli oldu