Türkiye’de ve bölgede kaos derinleşmektedir. Bugün Türkiye yönetilebilir olmaktan çıkmıştır. Bir hükümetin varlığı; ya da devleti meydana getiren kurumların varlığı yönetebilirlik için yeter şart değildir. Bugün toplumun başta iktidar partisi olmak üzere siyaset kurumuna güveni kalmamıştır. Darbe sonrası süreci en iyi yöneten parti Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur. Bu hala devam etmektedir. Binlerce insan oy vermediği bir partiden kendisine bir umut arıyorsa, sorunlarını çözmesini bekliyorsa bu siyasetin gelecek dönem yansımaları açısından çok önemli ve belirleyici olacaktır. Kuşkusuz CHP darbe girişiminin ve AKP’nin yarattığı mağdurları oy için dinlememekte; ya da sorunlarına çözüm üretirken bir oy kaygısıyla hareket etmemektedir. Ancak geniş toplum kesimleri bu tür süreçlerde politik/ideolojik ya da partizanca yaklaşım içinde olmak yerine güven ve yönetebilirlik fonksiyonlarına bakarlar. Bu nedenle kaotik sürecin kaçınılmaz kıldığı şey seçimdir ve herkes buna göre kendini hazırlamalıdır. Türkiye kendisi seçim yapmazsa seçim yapacak bir düzen ve ülke ortada kalmayacaktır.
AKP seçimden korkuyor ama başka çaresi de yok
Bugün geldiğimiz noktanın; yani uçurumun kenarının en başat sorumlusu AKP’dir. Ne içeride ve dışarıda barış ve istikrar inşa edebilmiş ne de böyle bir gücü kalmıştır. AKP kaosu derinleştirme ve bu sayede iktidarını sürdürme isteğindeydi. Ancak herkesle aynı anda giriştiği savaş, onu artık bu sorunları çözemeyecek bir irade kırımına uğratmıştır. AKP’nin kendisinden yana bir umudu kalmamıştır; aynı şekilde geniş kitlelerin de. Herkes büyük bir korku içinde ‘yeni bir darbe girişimi olur mu’, ‘ülke iç savaşa sürüklenir mi’, ‘AKP polis devletini iyice kurumsallaştırır mı’ sorularını kendisine sormaktadır. Dolayısıyla bir demokrasi, huzur, barış ve özgürlük ortamı beklenti dışıdır.
Bütün bu sürecin AKP’yi getirdiği nokta seçimdir. Çünkü bu kaosu sürdürecek içeride ve dışarıda bir gücü kalmamıştır. Kendisini kurtaracak olan tek şeyin “reisin karizması” olacağına inanmaktadır. Tek hedef partili bir cumhurbaşkanlığı sistemidir. Çünkü ancak ve ancak bir sistem değişikliğinin ve bütün iplerin partili bir cumhurbaşkanında toplanmasının düğümü çözeceğini sanmaktadırlar. Ancak bu şekilde içeride ve dışarı da bir meşruiyeti tekrardan inşa edebileceğini hesaplamaktadırlar. Gidilecek bir seçimde MHP ve HDP’nin baraj altı kalacağını düşünmektedirler. Böylesi bir durumda tek başına iktidar değil; tek başına devlet olmayı hedeflemekte ve bunu kalıcılaştırma arzusu taşımaktadırlar. Öte yandan kendi içindeki FETÖ temizliğinin de ancak bu şekilde daha az hasarla atlatılabileceğine inanmaktalar.
AKP’nin 14 yıllık pratiği göstermiştir ki her sıkıştıklarında bir düşman figürü yaratarak seçime gitmek ve sonrasında elde edilmiş olan başarı önlerini açmış ve belli bir zaman kazandırmıştır. Şimdi AKP’nin yeni bir başarıya ve onun kazandıracağı zamana çok ama çok büyük ihtiyacı var. Dışarıda bütün devletlerle savaşamaz, içeride daha fazla mağdur yaratamaz. Öte yandan anlattığı bütün hikayelerin sonuna geldiğini ve söyleyecek yeni bir sözün kalmadığını AKP herkesten daha iyi bilmektedir. O nedenle ezberlediği yöntemi tekrarlayacaktır. Yani korkuyu arttıracak, düşmanı abartacak ve seçime kendisini tek alternatif olarak götürecektir. Bütün bu süreci tersine çevirecek tek güç ise CHP’dir. CHP, devrimci misyonuna ve tarihsel sorumluluğuna uygun bir çıkış yaparsa bütün toplum kesimlerini bir araya getirir. Başta da söylediğimiz gibi bu süreçlerde geniş kitleler partizanca yaklaşmaz. Sadece kendisine güvenceli bir gelecek vaat eden partilere yönelirler. CHP, seçime götürülen parti değil, seçime götüren parti olmalıdır. Bunun için büyük bir toplumsal hareketi örgütlemelidir. Çünkü özne olmazsanız, iktidar olamazsınız…