Erdoğan Türkiye’sinin Suud, İsrail ve BAE ile ilişkilerdeki radikal değişimler, tutarlı ve istikrarlı bir dış politikadan uzak bir şekilde TR’nin hızlıca makas değiştirdiği algısını güçlendiriyor. Erdoğan’ın Riyad ziyareti ve 4 yıl öncesi katil ilan ettiği Muhammed bin Selman’la verdiği sarmaş dolaş fotoğraflar, Türkiye’nin S. Arabistan ve Körfez ülkeleriyle dönük politikalarının iflasının bir göstereniydi aslında. Türk istihbaratının 2018’de Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili gösterdiği yoğun ve fazla mesai, Ankara’nın iddialarının Muhammed bin Selman’ın yargılanması bir yana uluslararası bir izolasyona bile neden olmadı. Riyad yönetimine herhangi bir yaptırım uygulanmadı, herhangi bir uluslararası yargılama gerçekleşmedi. Yargılama işini hukuka uygun bir şekilde hayata geçirmesi gereken İstanbul mahkemeleri de davayı devredince artık söz dahil her şey tükendi. Erdoğan’ın S. Arabistan ziyareti bizlere şunları gösterdi:
  1. Türk dış politikası büyük bir çıkmaza girmiştir ve bunun Ankara’nın omuzlarına getirdiği yükü bu tür keskin manevralarla hafifletmeye çalışmaktadır.
  2. Erdoğan Türkiye’sinin Suud, İsrail ve BAE ile ilişkilerdeki radikal değişimler, tutarlı ve istikrarlı bir dış politikadan uzak bir şekilde TR’nin hızlıca makas değiştirdiği algısını güçlendiriyor. Artık Türkiye, birçokları için güven duyulmayan bir ortaktır.
  3. Bunun yanında güçlü ülkeler gerekli baskı enstrümanlarına sahiplerse Türkiye’ye istediklerini yaptırabileceklerine ilişkin bir izlenim verilmiştir.
  4. Dış politika, ülkenin tamamını ilgilendiren, toplumun her kesimi için geri dönülemez sonuçlar doğuran bir alandır ve bu nedenle de toplumun temsilcisi konumundaki kurumlarla istişare etmeyi, onların da görüşünü almayı gerektirir. Sivil toplumun ve muhalefetin görüşlerini almak bir yana, son İsrail, Suud ve BAE manevraları gibi dış politikadaki ani ve keskin dönüşler, yönetici ve etrafındaki birkaç kişinin karar verdiği, kurumların istişare sürecinden dışlandığı bir görüntü oluşturmuştur. Zira istişare edilse ve görüş alınsaydı toplumun geniş kesimlerince tartışılırdı ama bu olmadığı gibi biz karşılıklı ne alıp verildi, neyin karşılığında nelerden taviz verildi ana başlıklarıyla bile bilmiyoruz.5
  5. Dışişleri Bakanlığının bile bu konudaki görüşünün alındığı kanaatinde değilim. Bu ise demokratik olmayan ve tek adam yönetimlerinin geçerli olduğu ülkelerde sıkça görülen bir durum. Türkiye’nin içerdeki ve dışardaki imajı yerlerde…Bunun ekonomi ve siyaset üzerindeki etkisini tahmin edilebilir.
  6. Cinayetle suçlanan olan Muhammed bin Selman, Türkiye ile ilişkileri normalleştirmekle, Batı’ya karşı bunu bir meşruiyet aracı olarak kullanmış ve böylece davadan neredeyse bütünüyle sıyrılmış durumda.
İki ülke arasında arapsaçına dönen ilişkiler düğümü geçen yılın (2021) başında Biden’ın başkanlığa geçmesi ve demokratların devlet politikalarında söz sahibi olmasıyla birlikte çözülmeye başladı, Suud liderliğindeki Körfez ittifakı Türkiye’nin desteklediği Katar üzerindeki ablukasını kaldırdı. Karşılıklı uçak seferleri başladı ve sınırlar her anlamda açıldı, karşılıklı ticari ilişkiler yeniden hareketlilik göstermeye başladı. Buna rağmen Ankara ile ilişkilerde bir gelişme yaşanmadı ama Doha ile buzların erimesi, Ankara ile de bir takım gelişmelerin yaşanacağına dair sinyaldi. Nitekim Arap basınında çıkan ve AKP yönetiminden sızan bazı haberler bu hissiyatı teyit eden gelişmelerdi. Türkiye-Katar ittifakının ana nedenlerinden biri olan Körfez krizinin sona ermesi ve ardından Ankara'nın Türk mallarına boykotu sona erdirmek için müzakerelere girmesiyle verilen sinyaller yavaş yavaş güçlenmeye başladı. Türkiyeli diplomatların geçen yılın Mayıs ayında Mısır ile görüşmesi ve ardından BAE ile uzlaşmanın sonuçlandırılması, Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed'in geçen Kasım ayında Ankara'ya yaptığı ziyaretle doruğa ulaştı. Bu gelişmeler Suudi Arabistan ile Türkiye arasında bu aşamaya gelinmesinin önünü açtı. Bir kez şunu teslim etmeli ki ne bu ziyaret ne de bu ziyaretle gerçekleştirilmek istenilen sonuç, Ankara’nın iradesi doğrultusunda şekillenmiş değil. Ankara, yıllardır içinde olduğu cenderenin içinden çıkmak ve bütün yaşanan olumsuzluklardan kurtulmak derdinde. Dolayısıyla burada söz konusu olan kendi değişim iradesi olmayıp içerisinden geçmekte olduğu koşulların tayin ediciliği söz konusu. Bu anlamda hatta bir savrulmadan bile söz edilebilir. Böyle bir savrulma içerisinde olan herhangi bir yönetimin de sağlıklı bir karar alması da söz konusu olamaz. Suud tarafına gelince Joe Biden’in Başkan olmasının ardından bölgede ABD politikasında meydana gelen dönüşüm, aktif bölgesel güçlerin anlaşmazlıklarına son vermeleri ve bu ihtilafları nasıl yönetecekleri konusunda bir anlayışa ulaşmaları için ilave bir teşvik sağladı. Türkiye’nin gelişmekte olan askeri sanayisiyle ilgili olarak Körfez ülkeleri, Türk askeri sanayiinden yararlanabilme ve belki de buralara yatırım yapabilme fırsatını düşündürttü. Ayrıca Türkiye'nin NATO üyeliği ve Rusya'nın birçok alanda oynadığı rolü dengelemede Batı'nın kendisine verdiği önem bölge ülkeleri için stratejik önemini artırdığı da söylenebilir.
Erdoğan’ın Riyad ziyaretiyle ilgili Riyad’a yakın çevrelerin vurgusu ise daha çok Türkiye’nin başka ülkelerin içişlerine karışmaktan vazgeçmesi ve devletin egemenliğine karşılıklı saygı üzerinde odaklanıyor.
Taraflar arasında on yıldan fazla süredir devam eden rekabet, bölgesel denklemde hiçbirinin lehine köklü bir değişikliğe yol açmadığı gibi hem tarafları, (bu çatışma ve olumsuz rekabetin tarafların hiçbirisinin lehine sonuçlanmayacağına dair bir kanaat oluşma anlamında) yordu hem de aralarındaki işbirliği fırsatlarını da tüketti. Bu yıpranma, İran gibi diğer rakip güçlerin bölgesel rolünü güçlendirmesine Körfez ülkelerinin kendi aralarında İran’a karşı birlik olmalarına ket vurdu. Erdoğan’ın Riyad ziyaretiyle ilgili Riyad’a yakın çevrelerin vurgusu ise daha çok Türkiye’nin başka ülkelerin içişlerine karışmaktan vazgeçmesi ve devletin egemenliğine karşılıklı saygı üzerinde odaklanıyor. Suudiler, Arap ulusal güvenliğini korumaya istekli olduklarını belirtirken bölgeyi istikrarsızlaştırmak isteyenlerin karşısında ortak hareket edilebileceğini söylüyorlar ki bununla İran kastedildiği anlaşılıyor. Öte yandan İran’la S. Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi amacıyla Irak Başbakanı Kazımi’nin arabuluculuk ettiği görüşmelerin devam ettiğini, Kazımi’nin son açıklamasına göre tarafların anlaşmaya oldukça yakın olduğunu biliyoruz. Bu, tam anlamıyla normalleşmenin gerçekleşmesi ve tarafların buna bağlı kalmaları durumunda Yemen’de savaşın durması demek. İran-Suud anlaşması ve normalleşmesinin Türkiye’ye elbette olumlu ve olumsuz etkileri olacak. Öncelikle böyle bir anlaşma, rekabetin bütünüyle ortadan kalkacağı anlamına gelmediği gibi İran’ın bölgesel düşman olarak kabul ettiği İsrail’e karşı tutumunda bir değişiklik olacağı anlamına da gelmiyor. İsrail meselesi, Suudi-İran normalleşmesini kırılgan hale getiren bir unsur. Dolayısıyla İran-İsrail geriliminin tarafların ilişkileri üzerinde hiçbir etki meydan getirmeyeceğini söylemek zor. İran-Suudi normalleşmesi de Ankara-Riyad yakınlaşmasının muhtemel olumsuz etkilerini, bir anlamda İsrail’in de içinde bulunduğu İran karşıtı bir cephenin oluşmasının önündeki en büyük engel. Görünen o ki İran, Türkiye İle Suud arasında alttan alta devam eden görüşmelerden haberdar oldu ve bölgede bir İran karşıtı ittifakın oluşmaması için belki de Riyad yönetimiyle olan görüşmeleri hızlandırdı. Öte yandan Libya’daki ihtilaf ve Suriye’deki gelişmelere bakıştaki farklılıklar, taraflar arasındaki ilişkilerin yeniden eski “o güzel” günlerine dönmesini sıkıntıya sokacak önemli iki stratejik nokta gibi görünüyor. Libya’da anayasa ve seçimler konusunda ciddi ilerlemeler kaydedilmesine rağmen son anda yaşanan sorunlar, nihai bir çözüme ulaşmayı engelliyor. Suriye’de ise tam bir kilit durumu yaşanırken Körfez ülkeleri, YPG ve Körfez’e yakın muhalif grupları desteklemekten vazgeçeceğine dair şu ana kadar bir sinyal vermiş değil. Bundan sonra Riyad ile Ankara arasında yeniden bir kriz durumu yaşanırsa bunun muhtemel nedenleri Suriye ve Libya’da yaşanan gelişmeler olması muhtemel. Ayrıca Müslüman Kardeşler’in bölgede tehlike olmaktan çıkacak kadar zayıflaması da İhvan dosyasının kapatılması ve Türkiye’nin İhvan’dan desteğini yavaş yavaş çekeceğine dair sinyaller göndermesinde etkili olmuş görünüyor. Erdoğan bilindiği gibi güce oldukça önem veren siyasetçi. İhvan’ın yaşadığı kan kaybı, örgütün artık kendisi için eskisi kadar faydalı ve verimli olmayacağı kanaati oluşturmuş olmalı. Nitekim İhvan’a yakın kanallardan “Mükemmilin” adlı kanal, bir açıklama yayınlayarak merkezini İstanbul’dan ülke dışına çıkaracağını kaydetti. Ankara, İhvan liderliğini ve yönetimini bütünüyle sınır dışı etmese de faaliyetlerini sınırlama konusunda oldukça kararlı görünüyor. “Şark” adlı TV kanalında Sisi yönetimine oldukça serte eleştiriler getiren Mutez Matar’ın programlarının durdurulması, bugün atılan adımların işaret fişeğiydi. Ankara bundan sonra çok daha radikal adımlar atarsa buna şaşırmamalı. Ancak bu durumda da “Dünya liderliği” söyleminin ve Türkiye’nin oyun kurucu ülke olduğu yönündeki iddialar nereye gidecek merak etmemek elde değil doğrusu.