Alevilerin- teolojik tartışma taraflara ait olmak üzere- kendilerine farklı bir hukuki statü istemeleri politik ve hukuki olarak olağandır ve hatta beklenebilir olandır. Belki de beklenmesi zaruri olandır. Avusturya Alevi Birlikleri Federasyonunun Alevilerin İslam dairesinden ayrı ve farklı bir “sicil”e kaydedilmesi talebi ve bu talebin Avusturya mahkemesi ve hükümetince olumlu karşılanması esas olarak teolojik bir tartışma konusu olarak ele alındı. Oysa “Ali’li Alevilik” ile “Alisiz Alevilik” arasındaki teolojik meseleyi fazlasıyla aşan ve farklı hak, özgürlük ve kamu anlayışlarının açığa çıktığı çok önemli bir toplumsal ve siyasal mesele ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bu süreçle beraber Aleviler ve Aleviliklerin hak ve özgürlük anlayışları ve buna ilişkin ayrışmaları ile kamuya, demokrasiye ve hukuka yönelik bakış açılarının karşı karşıya gelmesi sorunu kadar Avusturya ve Türkiye’nin din-siyaset ilişkilerine dair kamusal gelenekleriyle de doğrudan alakalı çok fazla tartışma konusu çıkmış oldu önümüze. Hak mücadelelerini ve demokratik süreçleri politik olarak ciddiye alan, dahası bu meseleler üzerine akademik çalışmalar yapan herkes için sanıldığından çok daha öğretici ve önemli bir tarihsel süreç ile karşı karşıya bulunuyoruz. Modern toplumlarda din-yasa-iktidar bağlamına dair bu çok verimli tarihsel gündem teolojik tartışmalarda düğümlenen gerilimlerin dışına çıkartılarak kamu tartışmalarına taşınmalı ve süreçlerin yeniden yorumlanmasının önü açılmalı. “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır…” Değil mi? “AVUSTURYA OLAYI”NIN ÖNEMİ “Avusturya olayı”nı neden tarihi nitelikte ve önemli bulduğumu basit olarak şöyle özetleyeyim: Avusturya’daki dava süreçleri bana Avusturya’nın din ve inançlara dair yasal tanıma sistemi ve buna ilişkin mekanizmayı dönüştürmesi anlamında önemli bir hukuki-siyasi adım olarak görünüyor. Bu hukuki adım dinsel ve teolojik bir müdahale olmanın ötesinde hem Aleviler ve Alevilikler arasında oluşan-oluşacak hukuka hem de Avusturya’nın ve Türkiye’nin dine ve inançlara yönelik yaklaşımlarında dönüşümler yaratabilecek kadar yüksek bir kamusal tecrübe olma özelliği taşıyor. Alevilerin- teolojik tartışma taraflara ait olmak üzere- kendilerine farklı bir hukuki statü istemeleri politik ve hukuki olarak olağandır ve hatta beklenebilir olandır. Belki de beklenmesi zaruri olandır. Çünkü Avusturya sistemi aynı zamanda din içi bir kontrol ve yetki vermekte ve bu durum Alevilere yönelik işleyen Sünni baskısının Türkiye dışına kadar taşınması konforunu da sağlamaktadır. Tam da bu nedenle Federasyonun bu talebi ve verilen karar Sünniliğin Türkiye’deki nobranlığının uluslararası alandaki yayılması ve etki göstermesi tehlikesine karşı duran bir biçim ve içeriktedir. Dahası: Bu bir teolojik tartışmanın sonuçlandırılması değil fakat yeni bir hukuki statünün kurulmasıdır. Hadi daha açık ve net iddia edeyim: “Avusturya olayı” Alevilerin hukuken ve siyaseten özgürleşme adımlarındaki önemli bir geçittir. Teolojik bahis ise kuşkusuz Alevilikleri ilgilendirir. Aleviliğin kendine özgü bir inanç olduğu tezi- bütün diğer dinsel ve inançsal ayrım iddialarında olduğu gibi- hukuken ve siyaseten bir özgürleşme adımıdır.  Çünkü tarihsel düzlemde yeni ve kurucu bir hukuk önermesi anlamına gelmektedir aynı zamanda bu durum.
Bir başka biçimde anlatılırsa Avusturya’daki “diyanet sistemi” Katolikliğin tarihsel bir gerçek olduğu, bunun dışındakilerin ise ancak hukuken tanınarak varlık ve “ruhsat” kazanacağı anlayışına dayalı olarak kurulmuştur.
Yani Aleviliğin kendi içindekilere ve “başkaları”na vaat ettiği hukuk ve kamu tecrübesi örülmektedir burada. Avusturya Federasyonunun uzun süren hukuk mücadelesinin Aleviliği, bu anlamda, yeni bir kamusal evreye taşıdığı anlaşılıyor. Dolayısıyla meselenin hukuk ve demokrasi tartışmaları bakımından önemi diğer tüm alanlardan çok daha yakıcı ve her kesimi ilgilendirir bir kamusal içerik ve biçim taşıyor. Ve başlarken söylenmesi gereken bir nokta daha var. Konuya doğrudan girmeden önce şu uyarıyı da yapmam gerekiyor: Ali”li ve Ali’siz Aleviliklere dair teolojik tartışma ve taraf olmak sorunu bir agnostik olarak bu satırların yazarının haddini aşacak niteliktedir… Bu nedenle kendisini hak, özgürlük, hukuk ve kamu tartışmasıyla sınırlı tutacaktır… SORUNUN ÜÇ BOYUTU Bu sürecin kuşkusuz üç farklı boyutu var ve her üç boyutun da hukuk-siyaset ilişkileri, kamu ve hak anlayışları bakımından değerlendirilmesi önemli bir ihtiyaç. Birincisi Avusturya “diyanet sistemi”nin Aleviler ile ilişkisi sorunuyla alakalıdır. İkinci önemli nokta Alevilerle Türkiye diyanet sistemi arasındaki ilişki sorunudur ve son olarak ise Aleviler ve Aleviliklerin birbirleri ile ilişkisi ve hukuku sorunudur… İlk ikisi Avusturya ve Türkiye hukuk sistemlerinin din-devlet ilişkilerinin kamusal örüntüleri, kurumsal ve yasal pratikleri ve “egemen karar”ları ve gelenekleri ile ilgili. Sonuncusu ise Alevilikler içindeki farklı kamu anlayışları ile alakalı… En basit olarak buradaki konu Alevilerin ve Aleviliklerin kamusal potansiyellerinin ve eylemlerinin demokratik hak tartışmalarındaki yeri ile Avusturya’nın ve Türkiye’nin hak yaratma kapasiteleri ve eylemlilikleri ile ilgili bir tartışmadır. ALEVİLER VE AVUSTURYA Avusturya “diyanet sistemi” din özgürlüğünü dinleri tanıyarak korumakla birlikte din içi çekişmeyi de mümkün kılan bir mekanizmaya dayanıyor. Mekanizma dini kurumlar, eğitim ve bireylerin özerklikleri, vergi gibi çok temel alanlarda hak ve yetkiler getiren bir hukuki statü ile ilgili. Avusturya’nın dinsel ve teolojik iddiaları tanıyarak hukuksallaştırma girişiminin tek istisnası Katolik kilisesi. Bu istisna İslam yasası da dahil diğer tanıma yasalarının eklemlendiği “kurucu” bir tarihsel temele işaret ediyor. Başka deyişle Katolikliğin kurucu etkisine yeni din, kilise ve mezheplerin yeni sözleşmelerle katılımı söz konusu ve esas olarak teolojik olmaktan çok hukuki ve politik bir süreci ifade ediyor… Bir başka biçimde anlatılırsa Avusturya’daki “diyanet sistemi” Katolikliğin tarihsel bir gerçek olduğu, bunun dışındakilerin ise ancak hukuken tanınarak varlık ve “ruhsat” kazanacağı anlayışına dayalı olarak kurulmuştur. Yani Sünni temelli din anlayışının resmileştirildiği Türkiye diyanet sisteminden oldukça farklıdır. Dahası farklılık demokratik yönde biraz daha fazlasıdır. Avusturya sisteminde Katolikliğin adı anılmadan onun dışındaki inançlar ve dinler resmî olarak tanınırken Türkiye sistemi Sünni yaklaşım dışındakilerin adının anılmadığı bir biçimde resmileştirilmiştir. Benzerlik ise her iki sistem de dinin ve dinlerin tek ve bütünlüklü bir temsilini ve kontrolünü öngörmesidir. Avusturya sistemi çoğul bir yapıda bir kamu alanı üzerinden bunu yaparken Türkiye sistemi ise açık bir baskı ile kontrolü eşleştirmektedir…
Aleviler için Avusturya’daki mücadele Türkiye’nin diyanet sistemi ile mücadeleyi kaçınılmaz hale getirmektedir. Alevilerin Avusturya’da verdikleri mücadelenin aynı zamanda Türkiye’de de sonuçlar doğurmasının en önemli sebebi buradadır.
Alevi Federasyonunun Avusturya’daki mücadelesi işte bu sistem içinde ortaya çıkan din içi hak sınırlamaları ve özerkliklerin tanınmasına dönük olarak gelişmiş ve Avusturya “diyanet sistemi”nin yeni hak iddialarına karşı daha açık bir tutum alma ihtimali bakımından önemli bir tecrübe olmuştur. Dava sadece diğer Aleviliğe yönelik değil Avusturya diyanet sistemine yöneliktir de. Çok basit olarak söylenirse Aleviler Avusturya’nın din ve devlet ilişkilerinin daha demokratik bir yönde işlemesi için mücadele yürütmüşler ve başarı kazanmışlardır. Federasyonun Avusturya’daki bundan sonraki süreci büyük ihtimalle yasal tanınma ile yasal tanınma sisteminin lağvedilmesi arasındaki tercihler arasında ilerleyecektir. Çünkü Avusturya diyanet sistemi Türkiye’den çok daha ileride olmakla birlikte yine de bir din-devlet ilişkisi sorunu yaratmaktadır. ALEVİLER VE TÜRKİYE Avusturya’daki hukuki sürecin Türkiye ve Türkiye diyaneti ile de doğrudan bir ilişkisi vardır. Aleviler, aşikâr olduğu üzere, Türkiye diyaneti dışında tutulurken Türkiye diyanetinin Avrupa’daki Müslümanlar üzerindeki hizmet ve koruyuculuk ilişkisi nedeniyle Avusturya da dahil söz konusu coğrafyalardaki her gelişme Alevilik-Türkiye Diyaneti arasında yeni karşılaşma ve yüzleşmeleri de zorunlu kılmaktadır. Aleviler için Avusturya’daki mücadele Türkiye’nin diyanet sistemi ile mücadeleyi kaçınılmaz hale getirmektedir. Alevilerin Avusturya’da verdikleri mücadelenin aynı zamanda Türkiye’de de sonuçlar doğurmasının en önemli sebebi buradadır. Türkiye’de Alevilerin diyanet içinde tanınma ile diyanetin lağvı arasında farklı politik-hukuki tercihler arasında dağıldığı gerçeği göz önüne alındığında Avusturya’daki bu tanınma tecrübesinin Türkiye’deki mücadeleye ve mücadele anlayışlarına nasıl yansıyacağı konusu da bir soru olarak kalacaktır. Avusturya’da tercih edilen yasal tanınma mücadelesinin hem Avusturya’da hem de Türkiye’deki tercihlerde de etki doğurması ve Alevilerin kamu anlayışları konusunda daha aktif ve popüler bir tartışma içine girmeleri kaçınılmaz olacaktır. Bu tecrübe Aleviler ve Aleviliklerin kamu anlayışlarının daha da belirginleştirilmesinde etki gösterecektir. ALEVİLER VE ALEVİLİKLER Avusturya’daki hukuki süreç aynı zamanda Aleviliklerin kamu, hukuk ve hak ve özgürlük anlayışları arasındaki farklılaşmaları da göz önüne seriyor. Aleviliğin “sicil”e yazılması, Aleviliğin “görevli”ler alanı, inancın gerekleri, eğitim ve müfredatın içeriği konusundaki teolojik çekişmelerin tek boyutlu ve tek biçimli sonuçlandırılması ve “tek yetki” iddiası ve bu yetkinin hukukileştirilmesi eğilimi ile Aleviliğin kendi farklılıkları içinde tanınması arasındaki politik ve hukuki farklılaşma da bir başka çok önemli gelişmeye işaret etmektedir. Alevilikler arasındaki “yetki” sorunu belki de Avusturya’daki hukuki süreç bakımından asıl can alıcı nokta. Sadece Avusturya’daki Aleviliklerin değil Türkiye ve dünyadaki tüm Aleviliklerin bu ilişkinin nasıl ve ne biçimde kurulabileceğine dair bundan sonraki dönemlerde daha fazla konuşmaya ve tartışmaya ihtiyaçları var. Avusturya olayı bu ihtiyacın ne kadar acil olduğunu da ortaya koyuyor. Sonuç olarak “Avusturya olayı” her bakımdan uzun uzun değerlendirilmesi ve tartışılması gereken sonuçlar içeriyor. Bu yazı şimdilik bu boyutların hatırlatılması için yazılmıştır ve belki de Alevilikler arası ilişkiler ve hukukun artık daha önemli bir mesele haline getirilmesi için bir çağrı olarak da ele alınabilir. Özgürleşme adımlarının devamı ve derinleştirilmesi ve tabii ki başka inanç alanları ve politik coğrafyalara ilham vermesi dileğiyle…