AKP'li elitler birlikte tepki göstermek yerine farklı dönemlerde birbirlerinden bağımsız şekilde mücadele ettiler. Ve Erdoğan'ın daha fazla gücü eline toplamasını durdurmakta başarısız oldular.  Türkiye gibi siyasi kurumları zayıflamış otoriter rejimler sadece iktidardaki liderin karizmasıyla değil, aynı zamanda siyasi elitlerin o lidere verdiği destek ve sadakat sayesinde ayakta kalır. Bu tarz vakalarda siyasi elitler liderin aldığı kararları uygulama, alt kadroların işleyişini sağlama ve hatta seçmenlerle bağ kurma açısından önemli roller üstlenirler. Rejimin alt kadroları açısından siyasi elitlerin lidere destek vermesi ve takip edilen politikalara karşı çıktıklarında bile sessiz kalmaları rejimin gücünü gösterir. Öte yandan bu elitlerin iktidardan ayrılmaları ve hatta muhalefet saflarına geçmeleriyse rejimin devamının tehlikeye düştüğü mesajını verir. Böyle durumlarda rejimin alt kadroları iktidara verdikleri desteği gözden geçirme ve hatta bir noktada tamamen bırakmayı düşünmeye başlarlar. Dolayısıyla siyasi elitlerin iktidarı terk etmeleri ve açıktan eleştirmeleri bu tarz otoriter rejimleri zayıflatmak açısından önemli bir işlev görür görür. ARINÇ'IN ‘KRAL ÇIPLAK’ ÇIKIŞI Geçtiğimiz günlerde eski Başbakan Yardımcısı ve Meclis Başkanı Bülent Arınç'ın yaptığı açıklamaları bu açıdan değerlendirmek mümkün. Türk Demokrasi Vakfı'nın düzenlediği toplantıda yaptığı konuşmada Arınç'ın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve DP Genel Başkanı Gültekin Uysal'ın da olduğu bir ortamda Altılı Masa’ya atıf yapması, 'Kral çıplak' ifadesini kullanması, majestelerinin gazetecisi diyerek AKP'yi ekranlarda savunan tetikçileri eleştirmesi ve diğer AKP’lileri de tepki göstermeye çağırması gündemi bir anda değiştirdi. Aslında bu Arınç'ın iktidara yönelik ilk eleştirel konuşması değil. Yaklaşık iki sene önce bir TV kanalında yaptığı açıklamalar sonrası Arınç Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğinden çekilmek durumunda kalmıştı. Geçtiğimiz kasım ayında BBC Türkçe'ye konuşan Arınç, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin işlemediğini, AKP'nin zamanla bir kadro hareketinden lider partisine döndüğünü ve özellikle son dönemde ülkede ciddi oranda hak ihlallerinin yaşandığını söylemişti. ERDOĞAN’IN AKP’Yİ ŞAHSİ PARTİSİ HALİNE GETİRME SÜRECİ Erdoğan'ın AKP'yi lider partisine dönüştürme çabalarının parti içinde belli kesimlerde rahatsızlık yarattığı uzun süredir biliniyor. Fakat partiyi Erdoğan'ın tamamen kontrol etmesine yol açan sürece AKP'li elitler birlikte tepki göstermek yerine farklı dönemlerde ve birbirlerinden bağımsız şekilde mücadele etmeyi tercih ettiler. Bu nedenle AKP'nin ileri gelen isimleri Erdoğan'ın bürokrasi ve kamu kaynaklarını arkasına alarak daha fazla gücü eline toplamasını durdurmakta başarısız oldular. Erdoğan sistemin tıkandığı zamanlarda AKP kadrolarına güvenmek yerine Süleyman Soylu veya Numan Kurtulmuş gibi dışarıdan isimleri partisi ve hükümetine dahil ederek ve hatta MHP gibi başka partilerle ittifak kurarak ayakta kaldı. Partide onun öne çıkmasını dengelemek isteyen isimler ise tepki göstermekte hep geç ve yetersiz kaldılar; İslamcı harekete olan sadaketleri ve belki de tabandan gelecek tepkilerden çekinerek Erdoğan'ı doğrudan eleştirmekten kaçındılar. Arınç'ın açıklamalarının bazı muhalif çevrelerde heyecan yaratmasına karşın, bu dinamiği henüz değiştirdiğini düşünmüyorum. AKP'DE TEK ADAM SİYASETİNE YÖNELİK TEPKİLER Erdoğan'ın AKP içinde ipleri eline almasına yönelik parti elitleri içinde ilk tepkiyi 2007 yılında Ertuğrul Yalçınbayır ve Abdüllatif Şener gibi isimler gösterdi. Fakat o dönem yaşanan 367 krizi ve ekonominin iyi durumda olması nedeniyle bu cılız eleştirilere ne parti içinden ne de kamuoyundan destek gelmedi. Şener'in AKP'ye yönelik kapatma davası açılmaya başlandığı dönemde ayrı parti kurması da AKP kadrolarıyla arasında kapatılması zor bir mesafe açtı. 2007 senesi AKP içinde Erdoğan'ı dengeleyebilecek en önemli isim olan Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıkması nedeniyle de kritik br öneme sahip. Bu tarihten sonra Gül'ün aktif siyaset dışına çıkması, her ne kadar 2009'da Bülent Arınç kabineye Başbakan Yardımcısı olarak girmiş olsa bile, partide zamanla Erdoğan'ın doldurduğu büyük bir boşluk açtı.
Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkması her ne kadar iki sene sonra Bülent Arınç kabineye Başbakan Yardımcısı olarak girmiş olsa bile, partide zamanla Erdoğan'ın doldurduğu büyük bir boşluk açtı.
Nitekim AKP'nin ikinci döneminden başlayarak Erdoğan parti ve hükümet içinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde beraber görev yaptığı Veysel Eroğlu, Erdoğan Bayraktar ve Binali Yıldırım gibi isimleri öne çıkartmaya başladı. İslami hareketin içinden gelmelerine karşın bağımsız siyasi ağırlıkları olmayan, 1990'lı yıllarda Arınç, Şener veya Gül gibi ulusal siyasette yer almayan ve yükselmek için kendisine muhtaç olan isimler aracılığıyla Erdoğan parti içinde gücünü daha da konsolide etti. Tam da bu dönemde gerçekleşen 2010 referandumu sonrasında Erdoğan, Gülen hareketiyle işbirliği yaparak, yargıyı ele geçirdi ve ordu, bürokrasi ve basın içinde muhaliflerini tasfiye etmeye başladı. AKP'nin çoğunlukçu ve giderek de bariz hale gelen mezhepçi siyasetinin öne çıktığı bu dönemde parti içinden Erdoğan'a ciddi bir tepki gelmedi. Belki burada ekonomi yönetiminin giderek daha partizan ve kayırmacı hale gelmesini ve yatırımların inşaat ve enerji gibi ahbap çavuş ilişkilerinin öne çıktığı sektörlerde birikmesini eleştiren Ali Babacan'a bir istisna olarak atıf yapabiliriz. Fakat Babacan o dönem takip edilen yanlış ekonomi politikalarını kamuoyunda ses çıkararak değiştirmeye çalışmadı ve bu politikaların devam etmesine karşın 2015 yılına kadar hükümet içinde kalmaya devam etti. Babacan'ın istifa etmesinin Türkiye ekonomisini o dönem çok daha kötü duruma getiribileceği ve bu gelişmeden korktuğu için böyle bir adım atmadığı söylenebilir. Fakat Babacan 2015'ten sonraki birkaç sene boyunca da sessiz kaldı. KAÇIRILAN FIRSATLAR AKP'nin kurumsal varlığını sürdürme ve Erdoğan'ın partide tek adamlığını ilan etmesine engel olmak için Gezi protestoları önemli bir fırsat yaratmıştı. Arınç, Davutoğlu ve Babacan gibi o dönem parti ve hükümetin ileri gelenlerinin Erdoğan'ın sertlik yanlısı tavrına ve kutuplaştırıcı diline karşı çıkmaları bir fark yaratabilirdi. Bu dönem Cumhurbaşkanlığı makamında Gül'ün bulunması, Erdoğan'ı dengelemek isteyenler için bir fırsat olabilirdi. Fakat Gül de o dönem bazı münferit çıkışlar dışında Erdoğan'la ters düşmeyi göze almadı.
Gezi protestoları bir fırsat yaratmıştı. Cumhurbaşkanlığı makamında Gül’ün bulunması bir fırsat olabilirdi. Fakat Gül de o dönem bazı münferit çıkışlar dışında Erdoğan'la ters düşmeyi göze almadı.
Önce Gezi sonra da 17-25 Aralık soruşturmaları sonrasında Erdoğan tehdit algısını yükselterek AKP kadroların safları sıklaştırmayı ve kendi seçmenlerini konsolide etmeyi başardı. 2014'te Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı görev süresi bittikten sonra AKP'ye katılarak, Erdoğan'ın boşalttığı Genel Başkanlık koltuğuna oturması diğer bir kırılma noktası olabilirdi. Nitekim Erdoğan bu tehlikenin farkında olduğu için AKP kongresinin tarihini öne çekip, koltuğu Davutoğlu'na bırakmaya karar verdi. Davutoğlu o dönem parti içinde kendi pozisyonunu güçlendirmek için Erdoğan ile böyle bir anlaşmaya girdi. Tıpkı kendisi tasfiye olurken Binali Yıldırım'ın benzer bir anlaşmaya girdiği gibi. Riskli bir seçenek olmakla birlikte, Gül'ün o dönem Cumhurbaşkanlığını daha erken bir tarihte bırakarak bu hamleyi boşa çıkarma imkanı vardı ama sessiz ve hareketsiz kalmayı seçti. DÜŞÜK PROFİLLİ ADAYLAR GALERİSİ Erdoğan her aşamada kendisiyle daha "uyumlu çalışabilecek" düşük profilli bir aday ararken, şahsi ağırlığı ve popülaritesi olan isimleri geri plana attı. Gül'den Davutoğlu'na, Arınç'tan Babacan'a kadar AKP elitleri beraber hareket etmek yerine birbirlerine rakip oldular; kırılma anlarında pozisyon almamayı kendileri açısından daha hayırlı gördüler.
Erdoğan düşük profilli isimler ararken Gül'den Davutoğlu'na, Arınç'tan Babacan'a kadar AKP elitleri beraber hareket etmek yerine birbirlerine rakip oldular; kırılma anlarında pozisyon almamayı kendileri açısından hayırlı gördüler.
20 senelik AKP iktidarı sonrası geldiğimiz noktada partiyi kuran elit kadro bugün çok farklı yerlerde duruyorlar. Bir dönem bağımsız milletvekili adayı olmaya çalışan ve kaybeden Abdüllatif Şener 2018 seçimlerinden beri CHP milletvekili olarak görev yapıyor. Hoşnutsuzlukları bilinmesine karşın uzun süre AKP'de kalmaya devam eden Babacan ve Davutoğlu 2019 sonrasında partiden ayrılarak kendi partilerini kurdular ve Altılı Masa yapısı içinde CHP ile birlikte hareket ediyorlar. Tıpkı Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra AKP'ye geçmeyen İslamcı siyasetçilerin kurduğu Saadet Partisi gibi. Öte yandan Gül kendini aktif siyaset üstünde sağ siyasetçilerin akil adamı olarak konumlandırmayaa çalışırken, Arınç parti içinde kalmasına karşın gidişattan hoşnut olmadığını ima ederek "özgül ağırlığını" koruduğunu kamuoyuna göstermeye çalışıyor. Babacan ve Davutoğlu'ndan farklı olarak muhalefet cephesine geç(e)meyen ve iktidarı doğrudan eleştir(e)meyen bu iki ismin Erdoğan sonrası dönemde bekledikleri siyasi prestiji kazanabileceklerini sanmıyorum.