Endişeli muhafazakârların mütehakkim kiliseleri ve papazları
Politikyol
Bu tarihi kavşakta karşımızda üç temel soru var: Devleti sınırlandıracak mıyız? Bunu nasıl yapacağız, metot nedir? İnisiyatif kime nasıl bağlanacak?
Türkiye, yaklaşık yüz yıldır devletin aşkın gücü ve onu araçsallaştırmaya çalışan hükümetlerle enerjisini harcamış bir siyasallıkla kavruldu. Bugün muhalefetle birlikte açılacak sayfada, gerek devletin aşkın gücü gerekse hükümetlerin bunu araçsallaştıran tavrı iyiden iyiye sorgulanıyor.
Bu vaziyet, mevcut durumun aktörlerden ziyade rejim ve sisteme bağlı bir zihniyet sorunu olduğunu, bu zihniyeti besleyen toplumsal maddi zemini onarmadıkça yarınları umutla kurmanın mümkün olmadığını da açıkça gösteriyor.
Yarınları onarmak, geleceği temiz bir sayfaya açarak uyanmak adına önümüzde tarihi bir kavşak var. Bu kavşakta atılacak adımlar herkesin kendini emin hissedeceği sıcacık bir sabaha da uyandırabilir bizi, geçici bir kış güneşi gibi aldatıp soğukla yeniden baş başa da bırakabilir…
Bu tarihi kavşakta karşımızda üç temel soru var: Devleti sınırlandıracak mıyız? Bunu nasıl yapacağız, metot nedir? İnisiyatif kime nasıl bağlanacak?
BİRİNCİ SORUDAN BAŞLAYALIM: DEVLETİ SINIRLANDIRACAK MIYIZ?
Devlet, ferdin ve cemiyetin kamusal çıkarlarını karşısına almak suretiyle, onu ele geçiren hükümetlerin ve sınırlı tabanlarının zümre imtiyazına kurban edilerek idare edilemez. Devletin aşkın gücünü fert ve cemiyet lehine yeniden kurmazsak, onu bu bağlamda sınırlamazsak, bu tarihi kavşağın ana meselesini de çözemeyiz ve böylece geri kalan her şeyi mahvedebiliriz.
Burada ferdi ve cemiyeti örseleyecek şekilde aracı siyasal cemaatler lehine devleti sınırlandırmak aslında devleti tüzel anlamda sınırlandırmak olmuyor. Böylesi bir durum, devletin boynuna yular takmak ve bu yuları da kolektif cemaatlerin eline vermek anlamına geliyor ki bu ne ferdin ne cemiyetin ne de devletin gerçek bağlamına oturması anlamına geliyor. Sistem aktörlerin daha acımasız örgütlü ara formlarına bağlanıyor.
İKİNCİ SORUYLA DEVAM EDELİM: PEKİ DEVLETİ NASIL SINIRLANDIRACAĞIZ?
Devleti sınırlamanın üç temel parametresi var. Tüzel, kurallı ve kurumsal bürokrasi, bağımsız yargı vesayeti ve vatandaşlığın siyasi pratikten arındırılarak imkânlarının hukuki zeminde genişletilmesi.
Bunun temel parametresi, kurallı ve kurumsal işleyen bir bürokrasiyi tesis etmekten ve tek adama bağlanan gücü kurumlara ve kurallara yeniden dağıtmaktan geçiyor. Böylesi bir durum şahsi ve keyfi işleyen sistemi, tüzel ve soyut bir büroya hizmet temeline yeniden davet etmenin yolunu açıyor.
Bunun diğer parametresi yargı vesayetidir. Vesayeti olmayan bir demokrasi olmaz, olursa da böyle popülist bir şekilde çoğunluk tahakkümüyle sandık sonucuna hapsedilmiş keyfi bir tablo olur, buna da demokrasi denmez. Temelde karşı çıkacağımız şey vesayetin gayrı meşru tipleriyle topluma velayet etmeye kalkışmaktır. Bu yüzden devleti sınırlandırmak adına demokrasiyi, kurumları ve otoriteyi denetleyen bağımsız ve adil biçimde kurulmuş yargı vesayetini savunmak durumundayız.
Meclisi güçlendirmek de bu noktada çok aktörlü dengenin öne çıkarılması anlamına gelir. Bu çoklu aktörün ürettiği doğal denge, eğer krize dönüşmeden yönetilebilirse, devleti sınırlanmanın büyük kısmı tamamlanmış oluyor.
Bir diğer parametre vatandaşlığın hükümetlerin keyfiinisiyatifinden kurtarılmasıdır. Makbul-hain vatandaş pratiğini her dönemde her şartta ve her çıkar ilişkisinde yeniden tanımlayan hükümetin elinden bu yetkeyi almak gerekiyor.
Vatandaşlığı hukuki norma geri döndürmek, siyasi pratiğin keyfi tanımından kurtarmanın yegâne yolu vatandaşın devletle aracısız ilişki kurabilmesinin yolunu açmaktır. Tüm bu aracılıkla malul kayırmacı mekanizmaların siyaset kurumunca tavizsiz engellenmesi; aracı kurumlar olarak belediyelerin öne çıkarılması gerekiyor.
Süreçte bir süre sonra vatandaşlığın hukuki tanımını genişletmek, kamusallığın tanımsız alanlarını da tanımlayarak yola devam etmek, memleketin önünü açmaya yetecek bir dinamiğe sahip görünüyor.
Sivil toplum kuruluşlarının vatandaşla devlet ilişkisinde aracı mekanizmalar olarak devreye sokulması anlamlı değil. Zira bu kuruluşların piyasa dinamiklerinden azade biçimde kaynaklarının konjonktürel otorite olması itibariyle yeni kayırmacılıklar ürettiği artık sınanmış bir gerçek; bu yüzden bu bahsi açmaya gerek duymuyorum.
ÜÇÜNCÜ SORU: TÜM BU SÜREÇTE DEVLETİ SINIRLAMANIN İNİSİYATİFİ KİMDE OLACAK?
Bu tablonun tamamlanması için inisiyatifin tüzel ve soyut bir yetkeye yani tüm toplumu yatay zeminde kesen bir düzleme bağlanması elzem görünüyor. Bu eksen siyasi pratikten arınmış vatandaşlıktır.
Bu durumda dikey kültürel, dini, etnik, mezhebi ya da siyasi aidiyetlerin keyfi inisiyatif alması engellenebilir. Aksi durum, aşkın ve araçsallaşan gücün; keyfi bir otoriteden alınarak başka başka kolektif keyfi otoritelere bağlanmasına yol açabilir. Böylesi bir tablo devleti sınırlamaktan ziyade devletin yeni keyfilikler üzerinden toplumla ilişki kurması demektir.
Tüm bu süreç aslında herkesi bağlayacak bir kamusallığın tanımlanması ve bu tanımın kamusal yarar üretmesine imkân açma gayreti demektir.
Bu gayreti yeni siyasi, dini, etnik, kültürel kimlikler üzerindenkolektif keyfiliklere bağlamak; devleti sınırlamaktan ziyade biraz da bu yeni kolektif keyfiliklerle köhne sistemi devam ettirelim demek anlamına geliyor. Bu durum, ferdin ve cemiyetin kamusal endişelerini kolektif kimlikler üzerinden siyasi cemaatlerin keyfi endişelerine bağlamaktır. Devleti yatay eksende kesen endişelerle sınırlamanın değil; dikey kimlik ekseninde kesen endişelerin tahakkümüne açmaktır.
Endişeli muhafazakârlık böyle bir imtiyazı hatırlatıyor. Bu imtiyazdemokrasinin tüm aktörlerin dengesini gözeten tarafını örseleyerek, endişeli kolektif kimlikler üzerinden kendi siyasi tahakkümünü kiliseleştiren aracı aktörleri hatırlatıyor. Böylesi bir durumda tüm kamusal aktörler ve kimlikler araçsallaştığı gibi muhafazakârlar da araçsallaşıyor.
Mecazi anlamda söylersek; Tanrı da ahali de kazansın istiyorsak; kayırmacı kolektif endişelerin kültürel ve dini sunumlarıyla malul mütehakkim siyasi kiliseleri ve papazlarını aradan çıkarmak zorundayız.
Bu aktörlerin endişeli muhafazakârlar ve muhalif partiler üzerinden kuracağı menfi hegemonyayı kırmak; hem muhafazakârları hem toplumu hem de demokrasiyi rahatlatacaktır. Aracı oligarkların menfi endişelerini dikey kimliklerle yeniden Post Kemalist biçimde piyasaya sürmesine razı olamayız.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı
Liderlik hayali kuran Türkiye, puansız Karadağ'a takıldı