Ekonominin bir bilim olduğu gerçeği ve fizikle benzerliği konusuna vurgu yaparak söylenebilecek tek şey var aslında. Ekonomi yönetimini ve iktidarı doğaya ve doğal süreçlere inandırabilirsek ekonomik ve finansal neden sonuç ilişkilerine de ikna edebiliriz. Fizik lise yıllarımda en iyi derslerimden birisiydi. Oldukça çalışkan ve akıllı öğrencilerden oluşan bir sınıfta olmam ve fizik öğretmenlerimin de TÜBİTAK ödüllü olması fiziğe daha fazla ilgi duymama neden olan başlıca faktördü. Diğer ve belki de çok daha fazla etkili olan bir neden ise doğaya duyduğum ilgi. Aslında fiziğin tanımına bakıldığında kolayca anlaşılabilecek bir durumdu benimki. Yunanca “Doğa” (Phusis) ve “Doğa Bilgisi” (Phusike) sözcüklerinden gelen, maddeyi, maddenin hareketini ve davranışını, mekan ve zaman, enerji ve kuvvet gibi ilgili kavramlarla birlikte inceleyen bir doğa bilimi fizik. Daha önceki yazılarımda ekonomi sözcüğünün de nereden geldiğini söylemiştim ama tekrar etmekte fayda var. Oikos, Yunancada ev anlamında kullanılan sözcük, nomoi sözcüğü de yine Yunancada yasa, kurallar anlamında kullanılan bir sözcük. Ekonomi de bu iki kelimenin birleşiminden oluşan ve “Ev kuralları” anlamına gelen bir sözcük. Akılcı ve mantıklı olmadığı, doğal yasalara ve süreçlere, insan davranış ve psikolojisine uymadığı sürece koyulan kurallar, yazılan yönergeler hiçbir yerde ve hiçbir ortamda normal sonuçlar vermez. Bu yüzdendir ki, ekonomi ile fiziği birbirine çok benzetirim. Hep bir etki ve tepki, her bir neden sonuç ilişkisi içinde oldukları için bu benzetme aklıma çok yatar. Evrensel kurallar doğal süreçlerde, fizikte, neyi gösteriyorsa, ev kurallarının da bununla uyumlu olması beklenir. Evde fizik kurallarına karşı, yani doğal yasalara karşı uygulanan şeyler, ya evi çevreleyen ortamda bulunan koşullara evrilir ya da evde kaos, düzensizlik çıkar. Başka bir perspektiften bakınca evde yaşayanların artık o evde yaşamak istemediğini ve evi terk etmek istediğini görebilirsiniz. Basit bir örnekle Türkiye ekonomisi ve onu çevreleyen global ekonomideki gelişmelerin fizikle nasıl anlatılabileceğini, akıl ve bilim dışı uygulamaların nasıl sonuçlar doğurabileceğini göstermeye çalışacağım. Bileşik kaplar teoremini hemen hemen herkes duymuştur. Ağzı açık birbirine bağlı üç tüp şekilleri, genişlikleri, uzunlukları ne olursa olsun suyla dolmaya başladığı anda su seviyesi her tüpte aynı kalır. Bileşik kaplar teoremi, 1623-1662 yılları arasında yaşayan Fransız mucit, matematikçi, fizikçi yazar ve filozof, Blaise Pascal tarafından geliştirilen ve Pascal teoremi olarak da bilinen, sıvı ve hava basıncının nasıl sonuçlar verdiğini göstermesi bakımından çok önemlidir. Türkiye ekonomisi 1983 yılı sonrasında sermaye hareketleri serbesti ile dış dünya ile entegre oldu. Yani, Türk ekonomisi ve finans piyasaları bileşik kaplardaki gibi belirli bir oranda global ekonomi ve finans piyasalarına bağlandı. Bu bileşik kap içindeki su bir yandan enflasyon diğer yandan cari açık ve bütçe açığının ortaya çıkarttığı basınç nedeniyle, 2001 yılına kadar hem kuru, hem faizi hem de sermaye hareketlerinin değişimlerine neden oldu. Bu değişimleri dengelemek adına ekonominin kurumları ve iktidarlar her dönem farklı önlemler almak, tersi yönde basınç uygulamak zorunda kaldılar. 1994 yılında faiz tarafına uygulanan basınç, faizin suni olarak düşürülmeye çalışılması, enflasyon, cari açık ve bütçede ortaya çıkan yüksek basınç nedeniyle kurda ve sermaye tarafında basıncı artırdı. Bu basınca karşı koyacak karşı güç olmayınca da doğal süreçlere geri dönebilmek ve dengeyi bulabilmek amacıyla faizin kapağı açıldı ve serbest bırakıldı ve daha yukarıda bir denge noktasına ulaşıldı. Aynı deney, enflasyon basıncını regüle edecek yeterli döviz bulunmaması dolayısı ile 2001 yılında da uygulamaya alınınca global ekonomi ile tam entegrasyon için kur serbest dalgalanmaya, yani oluşturacağı basıncın azalıp artması doğal süreçlere bırakıldı. Yapılan birçok düzenleme, reform ile ekonomik büyüklükler özellikle Merkez Bankası rezervleri güçlendirildi. Rezervlerin yeterli olduğu, cari açığın fonlanabildiği ve bütçede önemli miktarda açıkların olmaması kurala dayalı bir maliye politikası ile kontrol edilebildiği sürece de faiz kendiliğinden aşağı geldi. Yani ortamdaki basınç her kap için zorlama olmadan eşitlendi.
Ekonomideki üçlü açmaz hipotezi de bileşik kaplar teoremine çok benziyor. Sermaye hareketlerini kontrol etmediğiniz, yani bileşik kaptaki basıncı tüpe uygulamadığınız sürece faizi ve kuru aynı anda bir noktaya kadar kontrol edebiliyorsunuz.
Bir ekonomideki imkansız üçleme ya da üçlü açmaz hipotezi de bileşik kaplar teoremine çok benziyor. Sermaye hareketlerini kontrol etmediğiniz, yani bileşik kapta herhangi bir basıncı bu tüpe uygulamadığınız sürece faizi ve kuru aynı anda kontrol etme imkanınız ancak belirli bir noktaya kadar mümkün olabiliyor. Kur ve faizin bulunduğu kapların kapaklarını kapattığınız anda sermayenin çıkışı ile içeri dolan cari açık ve/veya bütçe açığını dengeleyemediğiniz noktada ortaya çıkan basınç sizi zorlamaya başlıyor. Fizik kanunu gereği bunlardan birinin kapağını açmanız aksi takdirde içeriye dolmaya çalışan suyun basıncı ile o bileşik kaplardan birinin veya her ikisinin de patlamasına sebep olabilirsiniz. Merkez Bankası’nın 2019 yılından beri uygulamaya koyduğu 2021 sonu itibarı ile 128 milyar dolar, şimdilerde de 180 milyar doları geçtiği tahmin edilen arka kapı döviz satışları kur tarafındaki basıncı ortadan kaldırmaya yönelik bir yaklaşım. Ama bu basıncı oluşturabilmek ve sürekli kılabilmek için önemli bir rezerv ve nakit akışı gerekli. Eksi 55 milyar ABD doları düzeyindeki rezerv rakamının, sürekli bir basınç uygulaması için önce bu açığın kapatılması, cari açık arttıkça da ek rezerv yani basınç bulunması gerekli. Ek basınç için dövizi olan her kesime yılbaşından beri başvurulduğu, mikro bazdaki düzenlemelerle döviz rezervinin artırılmaya çalışıldığını yaşayarak gördük ve görmeye devam ediyoruz. Bu basıncı oluşturmak için artık sistemin de zorlanmaya başladığı bir gerçek. Kredi faizlerinde basınç ayarlaması yapılarak kurun üzerindeki baskı bertaraf edilmeye çalışılıyor ama bu defa döviz kazanan ve/veya üretim yapan kesimlerin maruz kaldığı basınç üretimi, ihracatı daraltıcı yönde etki etmeye başlıyor. Basıncı hangi noktada kontrol ettiğiniz ülkenin ekonomik, sosyolojik, eğitim, teknolojik, tarımsal alanda nasıl gelişeceği ile de önemli ipuçları veriyor. Faiz ve kura kafayı takıp politik ideoloji ile hareket ettikçe oyun alanınız çok daralıyor. Temel bilimlerden türemiş birçok alternatif çözüm olduğu bir gerçek ama sorunun temelini çözmedikçe sorun da başka bir şekilde türüyor. Sonuçta panik halinde bir çaresizlikle çözüm için elinizde kalan tüpteki son noktaya odaklanmak zorunda kalıyorsunuz. Ekonominin bir bilim olduğu gerçeğinden yola çıkarak ve fizikle benzerliği konusundaki noktalara vurgu yaparak söylenebilecek tek şey var aslında. Ekonomi yönetimini ve iktidarı doğaya ve doğal süreçlere inandırabilirsek ekonomik ve finansal neden sonuç ilişkilerine de ikna edebiliriz. Fakat etrafıma baktığımda görüdüğüm görüntüler iktidarın ve yöneticilerinin de doğaya çok inanmadıkları onu hor gördükleri yönünde. Türkiye’nin çıkışı, doğaya, yasalarına ve kurallarına inanan, saygı duyan ve en basite indirgenmiş neden sonuç ilişkilerini kurabilen liyakatli kişilerin göreve gelmesiyle mümkün olacak gibi görünüyor. O yüzden sadece ekonomi ve finansı değil, temel bilimleri özümsemiş kişilere çok ihtiyacımız var.