Spinoza’da zihin (beyin) ve beden de Tanrı Doğa’nın suretleri olarak tanımlanır: zihin düşüncenin, beden ise uzamın temsilcisidir. Dolayısıyla zihin ve beden birdir ve aynı şeyin iki farklı yönüdür.İnsanlar, doğanın bir parçası oldukları için sınırlandırılmış varlıklardır; insanın eylemleri de evrenin kuralları tarafından sınırlandırılmıştır. Bu noktada evrenin kuralları ile kastedilen kurallar bütünün bir parçasının da daha önce tartıştığımız beynin işleyiş mekanizmaları olduğunu öne sürebiliriz. İnsanın pek çok kararı, bedeninin gösterdiği pek çok reaksiyon ve sonrasında alınan aksiyonlar, birincil beynin direktifi ile hayat bulur ve bunlar da çoğu zaman bilinçdışında gerçekleşir. Dolayısıyla insanın kendi karar ve edimleri üzerindeki kontrolü de son derece sınırlıdır. Spinoza da benzer bir bakış açısı ile zihnin kesin ve belirlenmiş bir işleyiş mekanizmasına sahip olduğunu, evrensel kurallara tabi olduğunu ve bu nedenle insanın eylemlerinde özgür olmadığını iddia eder. Aksine, onu x ya da y’yi istemeye yönlendiren, kendisi dışındaki faktörlerdir. Buna göre iradenin kendisi, sonsuz bir şartlar zincirine bağlıdır ve şunu ya da bunu arzularken de bu şartlardan bağımsız değildir. Dolayısıyla Spinoza, özgür iradeyi reddeder. Tüm bu savların 17. yüzyılda, henüz insan beyninin işleyişine tamamen yabancı olduğumuz bir zamanda öne sürülebilmiş olması gerçekten çok şaşırtıcı… Bu noktada özgür iradeyi reddeden Spinoza’nın anlam ve amaç kavramlarını nasıl yorumladığına bakalım. Ona göre, Tanrı Doğa’nın bir sureti olan insan, özgür iradesi olmamasına karşın bir amaç uğruna hareket etme eğilimindedir. Ancak bu, bir doğa anlayışına sahip olmamasından ve insanın kendi düşünce biçimini doğaya dayatmasından kaynaklanır. Dolayısıyla insanın Tanrı Doğa’nın kurallar bütünü içinde hareket etmeye koşullu bir varlık olduğunu fark etmesiyle, bir amaç arayışına girmesi de ortadan kalkacaktır. Aksi, başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkum bir çabadır. Peki Spinoza’ya göre insan tümüyle bağlı ve edilgen bir varlık mı? İnsan için ufukta görünen hiçbir özgürleşme ihtimali yok mu? Spinoza, kendi doğamız gereği, evrenin özünün evrensel, ebedi ve gerekli bilgisine ilişkin temel bir içgörü kapasitesine sahip olduğumuza inanır (Bana göre 400 yıl öncesinden öne sürdüğü savlar da bu inancın geçerliliğinin bir göstergesi.) İnsana özgürlük veren de işte bu bilgidir. Spinoza, eylemlerimizin nedenlerini bilmenin, kişiyi özgürleştirebileceğini iddia eder. Eylemlerimizi doğuran şeyler kişinin kontrolü dışında olabilir ama bunu biliyor ve kabul ediyor olmak özgürleşme getirir. Bu durumda, en azından yanılsamalarımızdan özgürleşmiş oluruz. Ayrıca yaşamlarımızdaki tüm dış etkenlere ve bunlara eşlik eden duygulara soğukkanlılıkla bakma yeteneği kazanırız. Bu şekilde, bu etkenlerin göreceli önemleri de azalmış olur. İnsanın özgürleşmesi de ancak bu şekilde gerçekleşebilir. Tüm bu düşünceler üzerinden insanın bilimsel bilgi ile hemhal olmasının ve Spinoza’nın “evrenin kuralları” olarak tanımladığı, doğanın ve onun bir parçası olan insan zihninin ve bedeninin işleyişine hakim olmanın ne denli önemli olduğu çıkarımına varıyorum. Bana göre bu bilgi, mümkün olduğunca özgürleşebilmek ve huzur bulabilmek adına elimizdeki en önemli dayanaklardan biri, belki de biriciği…
Einstein’ın inandığı Tanrı: Spinoza’da tanrı-doğa, özgür irade ve hayatın anlamı
Politikyol
Spinoza tözü, var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye gereksinim duymayan şey olarak tanımlar ve bu tanım üzerinden tek bir töze ulaşır: Tanrı-Doğa (deus sive natura). Spinoza’ya göre doğada Tanrı’dan başka kendi kendine var olabilen ve sonlu olmayan bir şey yoktur.
“Ben Spinoza’nın tanrısına inanıyorum.”
Albert Einstein
Geçtiğimiz haftaki yazımda beynimizin, kararlarımızın çoğunu bilinçdışında alıyor olması nedeniyle özgür iradenin bir yanılsamadan ibaret olabileceğini tartışmıştım. Eğer özgür irade yoksa ve insan kendisine ait sandığı seçimler üzerinde bile kısmi bir kontrole sahipse, bu durumda bizler için ulvi amaçlar belirlemek ya da hayata bir anlam vermeye çalışmak da saçma bir çabaydı. Beynimizdeki nöronlar, kimyasal ve elektriksel aktiviteler üzerinden işlev gösterip, bizi o ya da bu tepkiye yönlendirirken, fiziğin ve kimyanın temel yasalarına göre çalışıyorlardı. Ve bu yasaların sağlamaya çalıştığı tek şey de organizmanın hayatta kalmasıydı; farklı bir anlam ya da amaç kaygısı yoktu.
Elbette bu noktadan bakınca, birçoğu hayal kırıklığı ile sonuçlanan hayata anlam atfetme çabalarımız da yersiz ve beyhude çabalar olarak kalıyor. Üstelik bu hayal kırıklıkları da insanı acıya ve daha büyük bir anlamsızlık ve boşluk hissine sürüklüyor. Bu durumda seçilmesi gereken en makul yol, “Hayatımın anlamı ne, ben neden yaşıyorum?” diye sormamak; insanın varoluşuna özel bir anlam yüklemeye çalışmaması ve hayatın sadece diğerleri gibi bir varoluş hali, doğanın devasa sisteminin içindeki küçücük bir canlıdan ibaret oluş olduğu gerçeğini kabul etmek.
Ancak bir sorun var; insan, bu gerçeği kabul edemeyecek kadar kibirli bir varlık. Hayatını anlamlı kılması gerektiğine dair yanılgısı da bana kalırsa bu kibirden kaynaklanıyor. İnsanın tıpkı diğer canlılar gibi doğanın ve ona ait düzenin bir parçası olduğu ve bu nedenle kendi hayatına özel bir anlam atfetmesinin gereksizliği düşüncesi, beni Spinoza’nın Tanrı-Doğa ve özgür irade tartışmalarına götürüyor. İşin daha da ilginç yanı, bu konuya dair nörobilim perspektifinden açıklamalar bulmaya çalıştığımda, bu açıklamaların Spinoza’nın 17. yüzyılda, henüz insan beyni ile ilgili gerçekler neredeyse hiç bilinmezken yaptığı açıklamalara ne kadar benzediğini görüyor olmak…
Spinoza tözü, var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye gereksinim duymayan şey olarak tanımlar ve bu tanım üzerinden tek bir töze ulaşır: Tanrı-Doğa (deus sive natura). Spinoza’ya göre doğada Tanrı’dan başka kendi kendine var olabilen ve sonlu olmayan bir şey yoktur. Bu nedenle ona göre doğa ve Tanrı özdeştir; Tanrı doğadır ve doğada var olan her şey de Tanrı’nın yansımalarıdır. Yaratan ve yaratılan arasında bir farklılık yoktur. Dolayısıyla, Spinoza’nın panteizminde evren bir bütündür ve evrende tezahür eden kuvvetlerden ve kanunlardan başka bir Tanrı yoktur. Tüm evren ve evrende var olan tüm şeyler, Tanrı Doğa’nın suretleridir.
Spinoza’da zihin (beyin) ve beden de Tanrı Doğa’nın suretleri olarak tanımlanır: zihin düşüncenin, beden ise uzamın temsilcisidir. Dolayısıyla zihin ve beden birdir ve aynı şeyin iki farklı yönüdür. Zihin, bedenin fikirsel tezahürü, beden de zihnin fikirlerinin tezahürüdür (modern tıp ve nörobilim de bugün bize aynı şeyi söylüyor.) Birbirinin tezahürü olan bu iki şey de özünde Tanrı Doğa’nın bir parçasıdır ve onun kuralları üzerinden çalışır. Dolayısıyla insan, bedeni ve zihniyle birlikte bir bütünün parçasıdır ve onun kurallarına tabidir. Haliyle, insanın özgürlüğünden bahsetmek de mümkün olamaz.
Spinoza Ethica’da özgürlüğü şöyle tanımlar:
“Yalnızca kendi doğası gereği var olan ve eylemi yalnızca kendisi tarafından belirlenen şeye özgür denir. Öte yandan, kendisi dışındaki bir şey tarafından sabit ve belirli bir varoluş veya eylem yöntemine göre belirlenen şey zorunludur veya daha doğrusu sınırlıdır.”
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
Mahkeme tespit etti: Boğaziçi Üniversitesi, mülakatta usulsüzlük yapmış!
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Ahmak davası: AYM’nin İmamoğlu kararı 9 ay sonra Resmi Gazete'de
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı