Göçle ilgili özellikle dikkat edilmesi gereken bazı faktörler vardır. Örneğin göç-öncesi dönemden kaynaklanan faktörler arasında göçün nedeni ve kaybedilecek şeylerin çapı, derinliği çok önemlidir.Göçün psikiyatrik etkilerinin araştırılması aslında çok eski tarihlere dayanır. Modern psikiyatrinin kurucularından sayılan Emile Krapelin’in 1920 yılının başlarında ‘kökten kopma sendromu’ diye bir sendromdan söz ettiğini biliyoruz. Göç oldukça karmaşık bir olgudur. Çok sayıda faktör işin içindedir ve göç psikolojisini anlamak ancak sosyopolitik ve ekonomik faktörlerin de dikkate alınacağı karmaşık bir matriks bağlamında mümkündür. Bunu akılda tutarak, göç psikolojisi açısından analiz kolaylığı sağlayacağı için üç evreden bahsetmek mümkündür: Göç-öncesi, göç süreci ve göç-sonrası. Psikolojik açıdan göçü incelerken ve göç nedeniyle psikolojik zorluklar yaşayan insanlara yardım ederken, bu üç evredeki olumsuz ve olumlu özellikleri değerlendirmek gerekir. Bu özellikler de göç eden her kişi ve grup için oldukça farklı olabilir. Ancak bu çok sayıda faktörün bileşik etkisi üzerinden kişilerin ve grupların göçten nasıl etkilendiğini anlayabiliriz. Dolayısıyla bu konuda ilk söylememiz gereken şey, göçün psikolojik etkilerinin büyük ölçüde kişiye veya gruba özgü olduğudur. Göçle ilgili özellikle dikkat edilmesi gereken bazı faktörler vardır. Örneğin göç-öncesi dönemden kaynaklanan faktörler arasında göçün nedeni ve kaybedilecek şeylerin çapı, derinliği çok önemlidir. Zorunlu göç, ‘gönüllü’ göçten haliyle çok daha fazla olumsuzlukla yüklüdür. Hayatını, güvenliğini kurtarmak için bir yerden kaçmak zorunda kalmak, hem buna yol açan tehditlerin ve eziyetlerin yarattığı travmayla hem de aniden, tamamen hazırlıksız bir şekilde yerinden yurdundan kopmanın getirdiği yükle uğraşmak zorunluluğunu da birlikte getirir. İnsana destek veren, onu koruyan güçlendiren ne kadar çok şey geride bırakılıyorsa, göçün psikolojik etkisi o kadar olumsuz olacaktır. Bunlar insanın sevdikleri, yakın çevresi, ilişki ağı, dili, kültürü, işi ya da okulu, geliri, hayat standardı, aşina olduğu, içinde yaşamaya alıştığı köyü, kenti ya da yurdudur. Bunlardan ne kadar fazlası geride bırakılıyorsa o kadar fazla risk faktörü var demektir. Göç sırasında ise bu yolculuğun ne kadar güvenli, tehlikeli ya da meşakkatli olduğu dikkate alınmalıdır. Göç sonrası dönem açısından ise göç edilen yerin özelliklerine bakılmalıdır. Göç edilen yer ne kadar kucaklayıcıysa ne kadar az dışlayıcı ve ayrımcıysa, kayıpları telafi etmeye ne kadar müsait ise göçün olumsuz etkileri o kadar azalacaktır. Bu durumlarda en sık görülen psikolojik zorluklar depresyon, anksiyete bozuklukları, post travmatik stres bozukluğu, somatizasyon ve ilişki problemleridir. Kadın, erkek, çocuk hiçbir grup bu tür sorunlara karşı bağışık değildir. Herkeste bu zorlukların ortaya çıkma ve bunlarla baş etme yolları farklı olabilir. Örneğin göç edilen yerde yeni bir dil öğrenilmesi gerekiyorsa çocuklar, ana babalarına göre daha avantajlıdır. Ama öte yandan ilişki ağlarının sürekliliği çocuklar için daha önemlidir. Sonuç olarak yeni gelinen yerde ekonomik ve kültürel entegrasyon ne kadar çabuk ve iyi olabilirse göçün yarattığı psikolojik risk faktörlerinin etkisi azalacaktır. Göçün yarattığı zorluklarla baş etmenin en yaygın yollarından biri, bildiğimiz gettolaşma eğilimidir. Benzer kökenlerden gelen insanlar, tehlikeli olan ya da tehlikeli addettikleri yeni dış çevreye karşı, normal koşullar altında yakınlaşmayacakları kadar yakınlaşıp kendilerine bir getto kurarlar. Bu getto, mekânsal olabileceği gibi, dağınık yerlerde otursalar bile psikolojik/ilişkisel bir getto da olabilir. Getto sonuç olarak bir tür dayanışma ağıdır, göçün neden olduğu kayıpları telafi etme çabasıdır. Eğer abartılmazsa ve iç-dış sınırlarını çok katı bir şekilde çizmezse gettolar, yeni yere entegrasyon sürecinin işlevsel bir ilk aşaması olarak görülebilirler. İnsanlar göç edip, ilk başta içinde kendilerini daha güvenli hissettikleri gettoda yaşamaya başlarlar. Zaman içinde deneye yanıla getto sınırlarının dışına çıkıp tedricen entegre olabilirler. Ama göç edilen yer, göç edenlere karşı düşmanca/ayrımcı bir tavır içindeyse, o zaman göç eden için entegrasyon değil, kendini koruma ön plana çıkar ve gettolaşma sürdürülür. Alan Kurdi’nin anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Kendi ruhunun mültecisi olmayla yüzleşemeyenlere tokat: Yüzücüler
Politikyol
Mülteci alıştığı çevreyi, uzun yıllar topladığı eşyalarını, kendi evini, alıştığı arkadaş çevresini ve komşularını kaybediyor. Zorunlu göçmen bir anda kendini farklı bir dünyada buluveriyor. Burada ona göre hem iklim farklı, hem gökyüzü, hatta koku bile.
2 Eylül 2015 tarihinde Bodrum kıyılarına üzerindeki kırmızı tişörtü, lacivert şortu ve yazlık pabuçlarıyla bir ‘çocuk’ cesedi vurdu. Yüzüstü duruyordu, sanki yumuşak yatağında uyurken her an üzerini açacak, bacaklarını hareketlendirecek çocuklarımıza benziyordu. Kobani’li bir Kürt ailenin 3 yaşındaki oğulları olan Alan Kurdi’nin bir foto muhabiri tarafından çekilen ikonik fotoğrafı önce içimizi dağladı, tüm dünyada milyarlarca kez paylaşıldı, göz yaşları hüzünle harmanlandı ve empati ile yoğurulup bir infiale neden oldu. İlk kez dünya kamuoyu Suriyeli mültecilerin Ege denizinin sularında boğulan hayallerine insani gözle bakmaya başlamıştı.
Kanaatimce Suriyeli ve/veya Suriyeli olmayan mültecilere yaklaşımla ilgili ikinci insani yaklaşım dalgasını Netflix’te yayınlanan Yüzücüler (The Swimmers) isimli film başlatabilir. Sally Hosaini’nin senaryosunu yazıp yönettiği film Suriye’den 2016 Rio Olimpiyatlarına uzanan bir hikâyeyi empati kurmadan izlemem mümkün olamadı maalesef. 10 yıl öncesine göre demografik bir dönüşüm yaşayan bir ülkede Özdağgillerin hardcore nefret söylemlerine muhatap oluşumuz, diğer yandan da bizim gibi bir İmparatorluk geçmişi olan İngiltere’nin Hint Başbakanı, Kürt Bakanı, Pakistanlı Londra Belediye Reisini görmem beni derin düşüncelere sevk etti.
Filmi sinematografik açıdan beğendiğimi söyleyemem, başta Yusra ve Sara kardeşler olmak üzere oyunculuklar da oldukça zayıftı. Ama öyle bir konu var ki ortada, yaşadıkları kent bombalanınca çeşitli yollarla ‘medeni’ ve huzurlu ülkelere göçmeye/kaçmaya çalışan milyonlar, kaçakçılar, çürük botlar, boğulup ölenler, dolandırılanlar, aç kalanlar… Nispeten insani bir tavırla karşılaşan insanların şaşkınlığı, sonrasında prosedürlere boğulmalar, hayaller, kardeşler arası rekabet ve kıskançlık… Bu yazıda Göç edenlerin psikolojisiyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.
Zorunlu göç durumu her zaman psikolojik travmalara gebe.
Zira mülteci alıştığı çevreyi, uzun yıllar topladığı eşyalarını, kendi evini, alıştığı arkadaş çevresini ve komşularını kaybediyor. Zorunlu göçmen bir anda kendini farklı bir dünyada buluveriyor. Burada ona göre hem iklim farklı, hem gökyüzü, hatta koku bile. Uzun yıllar topladığın serveti kaybetmek, evini kaybetmek-büyük maddi kayıplara sebep olur ki, bu da daha sonra elde olmadan ciddi psikolojik travmaya dönüşür. İnsan belirsizlik içinde kendini buluverir, kendi içinde çatışma haline girer, kişiliği darbe almıştır, hayatı anlamını yitirir, bununda akabinde depresyon hali gelir. Bu gibi durumlarda insanların bir şok yaşama olasılığı çok yüksek. Bu duygusal travma veya kültür şoku şeklinde kendini gösterebilir.
Dünyada kötülükler çoğaldıkça insanlar huzur bulabilmek adına canları pahasına topraklarını terk etmek zorunda kalıyor. Kimi zengin bir ülkede iş bulup memleketinde ailesine bakmak için kaçıyor, kimi tüm ailesini toplayıp hayatlarını kurtarabilmek için.
Dünya nüfusunun %2,7’si, yani yaklaşık 190 milyon kişi, doğdukları ülke dışında yaşıyor. Bu rakam düşük görünebilir, ama göçmenler görece az sayıdaki yerlere gitmeye eğilim gösterdikleri için, tek tek ülkelerin nüfusu içinde oldukça büyük oranlar oluşturabiliyorlar. OECD bölgesinde bu Avustralya ve İsviçre’de nüfusun % 23’ünü aşan oranlara varırken, Finlandiya ve Macaristan’da yaklaşık %3. Tipik bir göç ülkesi olan ABD bugün hâlâ yılda 800 bin ila 900 bin yasal göçmen kabul ediyor. Bunun yanında çok sayıda kâğıtsız göçmen de geliyor. Avrupa göç rejiminde 1950’lerden sonra bir tersine dönüş oldu. 19. yy boyunca göç veren Avrupa ülkeleri, işgücü açığını göçmen işçi anlaşmalarıyla kapamaya çalıştı. Türkiye bu çağrıya cevap verenler arasındaydı. “Soğuk Savaş”ın bitimi ve küreselleşme ile göç hareketleri ivmelendi ve içeriği çeşitlendi. Son yıllarda da Ortadoğuda yaşanan Arap ‘Kışı’ ve sonuçları göçle bizim de yoğun biçimde tanışmamıza neden oldu. Gerçi ülkemizde yaşanan iç savaş benzeri çatışmalar nedeniyle ülke içi göçler zaten yaşanmaktaydı. Ancak devletlerin sınır kontrolleri ve girişleri kısıtlama politikası uluslararası göçün giderek daha çok düzensiz bir şekilde gelişmesine neden oldu.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Ahmak davası: AYM’nin İmamoğlu kararı 9 ay sonra Resmi Gazete'de
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı