Dünya kayıt devi Schubert projesini bir Türk piyaniste emanet etti
Politikyol
Türkiye, aşağı yukarı son 25 yıllık zaman zarfında klasik müzik alanında çok önemli atılımlara sahne oldu. ‘Derya içredir deryayı bilmezler’ deyişinden hareketle, ülkenin yıllardır derinleşen yoğun gündeminde boğulduğumuzdan ötürü, bu atılımların belki de yeterince farkına varamıyoruz. Elbette çok ama çok önemli eksikliklerimiz olmakla birlikte, öyle müthiş, öyle akıl almaz başarı öykülerimiz de yaşanıyor ki müzik alanında! Bu öykülerin üzerinde mutlaka daha fazla durmamız gerekiyor ki hem bu başarılara imza atanlar motive olsunlar hem de ülkemizde bu sanatla az çok ilgilenenler mutlu olsunlar, geleceğe umutla bakabilsinler ve bu başarı öykülerinden ilham alıp kendi çevrelerinde de benzeri öyküler yaşanması için karınca kararınca uğraş versinler. Bu öykülerden bu yazıda sadece bir tanesini anlatmaya girişmeden önce, bu alanda kaydedilen başarıların çok büyük bir bölümünün, Türkiye’de son 25 yıldır müzik alanına istikrarlı yatırım yapan özel sektör kuruluşlarıyla, ülkemizde yine bu dönemde iyice palazlanmış, sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel düzlemde dünyayla entegre olabilmiş orta sınıfın sergiledikleri yoğun çabanın bir ürünü olduğunun altını çizelim.
Bu yazımda üzerinde durmak istediğim ‘müthiş başarı öyküsü’, genç piyanist Can Çakmur’a ait. Can 1997 doğumlu, Ankaralı bir gencimiz. 1989-1994 yılları arasında İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış Yüksel Çakmur’un torunu olan Can, Ankara’da ODTÜ Koleji’nde okudu. Nasıl oldu da Can gibi, bugün piyanoda eksepsiyonel bir yetenek olarak alkışladığımız, dünyanın da yavaş yavaş farkına vardığı bir genç, konservatuvarda değil de bir lisede eğitim görmeyi tercih etti? Can bunu, sadece müzik eğitimiyle sınırlı kalmamak, çok boyutlu bir eğitim almak istediğiyle açıklıyor. Bu tercihte, ODTÜ’de siyaset bilimi okutan babası Barış ve bir mühendis olan annesi Elif Çakır’ın da mutlaka rolü olmalıdır diye düşünmüşümdür. Can’ın ailesinde profesyonel müzisyen yok ama anne de baba da sıkı müzikseverler. Bizdeki 85 yıllık konservatuvar sistemi, eksikleri olmakla birlikte, çalgısına hâkim, usta müzisyenler yetiştirmek konusunda bugüne kadar epeyi iş görmüştür ama Can’ın ve ebeveyninin arzuladığı tarzda, müziğin dışında geniş bir bilgi birikimine ve muhakeme yeteneğine sahip bireyler yetiştirme konusunda maalesef sınıfta kalmıştır. Konservatuvarlarımızdan yetişen müzisyenlerimizin entelektüel düzeylerinin yeterli seviyede olmamasında; toplumsal ve siyasal platformlarda onları pek görmeyişimizde, bu okullarda verilmekte olan eğitimin ‘tek boyutlu’ olmasının payı büyüktür.
İşte Can, Türkiye’deki konservatuvar sisteminden değil, ODTÜ Koleji’nden mezun olduğu ve piyano eğitimini, yurtdışındaki okullara gidene kadar, Türkiye’de hep özel hocalar vasıtasıyla sürdürdüğü için çok farklı bir kumaşa sahip. Onu ben ‘düşünür piyanist’ diye tanımlamayı seviyorum çünkü okuyan, düşünen, muhakeme eden tarafı çok ama çok güçlü. Can, müzik ve müzik dışı alanlarda sürekli okuyor, yeni şeyler öğreniyor, öğrendiklerinin üzerine kafa yoruyor (Üstelik düşüncelerini, genel yayın yönetmeni olduğum Andante klasik müzik dergisinde yazıya da döküyor. Evet, Can 2015 yılından beri dergimizin ilgiyle okunan bir köşe yazarı). Klasik müzik, tüm sanatlar içinde, belki de en ‘bilgi yoğun’ alandır, bu alanda çalışan bir yorumcunun, sanatını daha ileriye taşıma adına, edinmesi gereken bilginin sonu yok gibidir. Bu anlamda, edebiyattan, resimden, heykelden, sinemadan çok farklı ontolojik yapıya sahip bir sanat dalıdır klasik müzik. Bin küsur yıllık bir geleneğin taş üstüne taş konularak bugüne taşınmasından bahsediyoruz, ‘klasik müzik tarihi ve geleneği’ dediğimizde. O yüzden, bir klasik müzik yorumcusu, yorumlamaya giriştiği Bach’ı, Beethoven’i, Mozart’ı, Chopin’i, Verdi’yi, Wagner’i vb. sırf anlayabilmek için bir koca ömür geçirmek zorunda kalır. Buna rağmen, ne kadar anladığı ve anladığını aktarabildiği, daima bir soru işareti olarak kalacaktır.
Can Çakmur işte bu ‘düşünür piyanist’ kimliğiyle, gayet derinlikli biçimde, yaşına göre çok olgun bir tarzda yorumladığı klasik müzik eserlerinde sergilediği üstün başarıyla, dünya klasik müzik çevrelerinde son dönemde büyük ses getiren çalışmalara imza atıyor. Bu alanın en prestijli ödüllerinden biri olan Uluslararası Klasik Müzik Ödülleri’nde (ICMA) üst üste iki yıl iki farklı ödül kazanmak türünden, bu organizasyonun tarihinde daha önce rastlanmamış bir başarı elde etmek gibi örneğin… Şunu hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekir ki, dünya klasik müzik endüstrisi, maalesef eski kötü alışkanlıklarından hâlâ tam anlamıyla vazgeçememiş, ‘elitist’ bir yapıdır. Yüksek dozlarda bir ırkçılık ve snobizm vardır bu piyasada; aralarında Türklerin de olduğu, özellikle Doğulu/Müslüman ülkelerden çıkan müzisyenlere, ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, daima belli bazı ön yargılarla yaklaşılır. Öyle ki, çoğu zaman Türk olmak demek, dünya klasik müzik piyasasında yarışa 1-0 yenik başlamak demektir. ‘Moda’ değilizdir, hiçbir zaman da olmamışızdır zaten (18. yüzyıl ikinci yarısında zirveye çıkan ‘Alla turca’ modası çok farklı düzlemde bir tarihsel-sanatsal olgudur).
Yorumcularımız kadar bestecilerimiz de yıllar boyu bu ‘moda olamama’ dezavantajını yaşamışlardır. Dünyanın farklı ülkelerinin üçüncü-beşinci sınıf bestecilerinin eserleri anlı şanlı konser sahnelerinde seslendirilir, stüdyolarda kaydedilir, eleştirmenlerce övgü yağmuruna tutulurken, Türk Beşleri başta olmak üzere hiçbir bestecimizin eseri bugüne kadar böylesi bir ilgiye mazhar olabilmiş değildir. Son dönemde Fazıl Say ve yurtdışında kat ettiği yol, dünya klasik müzik çevrelerinin Türk müzisyenlere, topluluklara olan ilgisinde gözle görülür bir yükselmeye yol açtı ama ‘Say etkisi’nin Türk klasik müziğine ve Türk klasik müzisyenlerine yönelik daha geniş bir farkındalığa yol açtığını söylemek şimdilik pek mümkün değil. Batı bu konuda ‘üç maymun’u oynamayı sürdürüyor.
Dönelim tekrar Can Çakmur’umuza. Japonya’nın ünlü Hamamatsu Piyano Yarışmasını kazanması, Can’ın kariyerine müthiş bir ivme kazandırdı. Bu yarışmadan aldığı birincilik ona dünyanın en prestijli klasik müzik kaydı firmalarından BIS’in de kapısını açmış oldu. İsveçli BIS firması için kısa süre içinde iki tane CD kaydı çıkardı Can ve ikisinde de eleştirmenlerden, dinleyicilerden büyük bir ilgi ve övgü seliyle karşılaştı. Can’ın çok daha cesur, zor ve eklektik bir repertuvarı çaldığı üçüncü BIS kaydı da yolda; onu da Mayıs 2022’de elimize almayı umuyoruz. Kayıt piyasasının eskisi kadar bol kepçe hizmet veremediği günümüzün daralan ekonomik koşullarında, BIS gibi klasik müzik alanında ikonikleşmiş bir kayıt devinin Can Çakmur gibi henüz 24 yaşındaki bir gence böylesine büyük bir güven duyması son derece gurur verici. Can da onların yüzünü kara çıkarmıyor zira CD’leri gayet iyi bir satış rakamına ulaşmış bulunuyor, daha da çok satacak kuşkusuz.
Ve şimdi sıkı durun… Bu yazının en büyük yazılma nedenlerinden birine gelmiş bulunuyoruz. Can geçenlerde yaptığımız sohbet sırasında müjdeyi verdi, ben de bu müthiş haberi tüm dünyaya ilk kez Politikyol’daki bu ilk yazımda duyuracağım. BIS firmasının kurucusu Kont Robert von Bahr, kendisiyle birlikte yapmak istedikleri dördüncü CD projesini Can’a açıkladığında, genç piyanistimiz hem çok şaşırır hem de çok mutlu olur. Robert von Bahr’ın aklındaki proje gerçekten de dudak uçuklatan cinstendir çünkü BIS firması Can’dan Franz Schubert’in tüm piyano sonatlarını birkaç yıl sürecek bir proje dahilinde kaydetmesini ister. Evet, yanlış duymadınız, Schubert’in aşağı yukarı 24 tane bulunan piyano sonatını birkaç yıl içinde peyderpey BIS için kaydedecek Can.
2023 yılında ellinci yılını kutlayacak olan BIS’in bugün kataloğunda Schubert’in piyano eserlerinin kayıtlarının bulunmadığını ve firmanın bu projeyi üstlenecek ‘doğru’ piyanisti yıllardır aradığını ve o doğru piyanisti nihayet Can Çakmur’da bulduğunu söylersem, bu teklifin şaşırtıcılığı daha da iyi ortaya çıkacaktır. Ama Can da genç yaşına rağmen bu projeyi üstlenebilecek kapasitede bir piyanist olduğunu ilk iki kaydıyla BIS yetkililerine çoktan ispatladı zaten. Can ilk kaydında Schubert’in D. 568 Piyano Sonatı’nı, ikinci kaydında ise bestecinin Schwanengesang (Kuğunun Şarkısı) adlı 14 şarkılık koleksiyonunun Franz Liszt’e ait solo piyano uyarlamasını çalmıştı (Can halen Almanya’nın ‘Liszt kenti’ Weimar’da bulunan konservatuvarda akademik çalışmalarını sürdürüyor).
Bu proje gerçekleştiğinde ilk kez bir Türk piyanist Schubert’in tüm piyano sonatlarını kaydetmiş olacak. İdil Biret bu sonatların bir kısmını Naxos için kaydetmişti, Fazıl Say ise henüz Schubert’e dokunmadı. Schubert 1797-1828 yılları arasında sadece 31 yıl yaşamış ama olağanüstü üretkenliği sonucu bestelediği yüzlerce eserle, müzikte Romantik Dönemin kapısını açan bestecilerden biri olmuş, emsalsiz bir dâhidir. Schubert bununla birlikte, her piyanistin girmeye cesaret edemediği, cesaret etmiş olsa dahi kilidini açamadığı, kendine özgü bir dünyası olan muhteşem bir bestecidir.
Bu satırları yazdığım sırada Can, 2018 yılında birinci geldiği yıl, dinleyen herkesi kendisine hayran bıraktığı Hamamatsu Piyano Yarışması sayesinde kazandığı konser verme haklarını bir kez daha kullanmak üzere yeniden Japonya’da. Can, 15 Eylül 2021 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yeni konser binaları kompleksi CSO Ada Ankara’da yer alan Mavi Salon adlı oda müziği salonunda konuğum olacak. O akşam Can’la birlikte izleyiciler huzurunda açıklamalı bir konser vereceğiz. Can konserde Schubert’in (evet yine Schubert’in), sinefillerin Kış Uykusu adlı Nuri Bilge Ceylan filminden hatırlayacakları o güzelim ‘Andantino’ bölümüyle meşhur olan D. 959 La majör Piyano Sonatını ve ‘Romantik Dönemin Şahı’ Robert Schumann’ın Op. 16 ‘Kreisleriana’ adında, solo piyano parçalarından oluşan muhteşem eserini seslendirecek, ben de bu eserleri, bestecilerini ve dönemi tanıtan açıklamalar yapacağım. Tabii Can Çakmur söz konusu olduğunda, sahnede sadece benim konuşmam yakışık almayacağından, ‘düşünür piyanist’e de söz vereceğim. İlgilenen herkesi, 15 Eylül’de Ankara’ya, CSO Ada Ankara’ya, Mavi Salon’a bekliyoruz…
Yorumlar
Popüler Haberler
Atatürk Havalimanı Katliamı: Ağırlaştırılmış müebbet alan IŞİD'liler tahliye edildi
'Ölünce beni kim yıkayacak?': TRT'nin reklam panoları tepki topladı
Komisyonda mikrofonlar açık unutuldu: 'Çok yanlış yaptı Bakan Hanım'
AK Partili Belediye Başkanı, AK Parti ilçe başkanını Ülkü Ocakları üyelerine dövdürdü
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
İstanbul'da deprem meydana geldi