Diyanet’e neden şimdi karşısınız?
Politikyol
Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), gerek kurumsal olarak gerekse başkanları ile ama son dönemde özellikle başkanının açıklamaları ile gündemde oldu.
Özellikle 2010 sonrasında kurumsal olarak DİB’nın ve başkanının kamusal alanda başta görünürlüğü (resmi kıyafetiyle açılış törenlerinde boy göstermesi) olmak üzere etki alanı (Diyanet TV, Diyanet Radyo, Diyanet Yayınevi vs.) giderek genişlemiştir. Bunu artan bütçesi ve bu bütçeye paralel artan personel sayısı ile de takip etmek mümkün.
Peki neden?
Neden hem DİB hem de başkanlarının kamusal görünürlüğü ve kamusal etki alanını sürekli genişletiyor?
Bu sorunun bir cevabı 2010-2011 sonrası AK Parti’nin izlediği siyaset anlayışında ise başka bir cevabı da bizatihi DİB’in kuruluş anlayışında aranmalıdır.
Unutmamak gerekiyor ki DİB’in kurulmasının ana amaçlarından bir tanesi de, devletin din ve inanç üzerinden toplumu dönüştürmekti. Süreç içinde önce din ve dinsel görünürlük kamusal alandan göreli olarak azaltılmış; devamında özel alana itilen dinin yorumu da DİB üzerinden devlet tekelini alınmıştır.
Bu haliyle DİB, Osmanlı’dan Türkiye’ye geçişte ideolojik sürekliliğin araçlarından, bu açıdan devletin ideolojik aygıtlarından biri olmuş ve Şeyhülislamlığın yerini almış ve kurumsal devamı olmuştur.
Bu açıdan DİB bağlamında tartışma ve sorun, sadece AK Parti dönemi ve 2010-2011 sonrasına özgü değildir.
Ancak bu dönemi özgün kılan, DİB’in kurumsal olarak iktidarın kültürel kimliğinin yani Sünni yorumunun iştahlı bir taşıyıcısına dönüşmesidir.
Bu açıdan iktidarın sadece DİB’na değil, diğer tüm devlet kurumlarına bakışının özü şudur; devlet ve devlet kurumları “kötü” değildir. Sadece kendisinden önce yönetenler “kötüydü”. Kendileri “a priori” olarak “iyi” oldukları için kurumlar, tasfiye edilmesi gereken değil toplumsal fetih için güçlendirilmesi gereken aygıtlar olarak görülmeye başlanmıştır.
DİB’in kurumsal varlığına ve işlevine ilişkin esas tartışmamız gereken sorun; ilahi olan din, dini değerlere itiraz değil, seküler/dünyevi olan temel hak ve özgürlüklerdir, temel olarak da devletin laik nosyonudur.
Burada belki bir yüzleşmeye ihtiyacımız var. O da Türkiye’de “devletin”, hiçbir zaman laik olmadığı gerçeğidir. Çünkü laiklik esas olarak salt, din devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, devletin kamusal alanda var olan tüm inanç ve inançsızlıklara eşit mesafede durması yani hakem olmasıdır. Bu da ne yazık ki olabilmiş değildir.
Bugün AK Parti’nin DİB’i toplumsal dönüşüm hedefinin aracı olarak kullanmasından haklı olarak rahatsızız. Ama bu rahatsızlık dönemsel değil ilkesel bir mesafe alışla olmalıydı. Bu açıdan ilkesel mesafe alış, DİB’in kurumsal varlığına karşı olmalıydı.
İtiraf edelim ki bizler, DİB’in son yıllara kadar olan siyasal işlevinin, bizim gündelik hayatımızı pek rahatsız etmediği için farkında değildik ya da devleti yönetenlerle kültürel kimliğimiz aynı olduğu için rahatsızlık hissetmiyorduk. Ama şimdi hissediyoruz ve rahatsızız.
Bu açıdan Diyanet sadece son yılların sorunu değildi. Misyonu kuruluşundan beri aynıdır. DİB, bizim rahatsız olmadığımız zamanlarda başkalarının rahatsız ediyordu ve biz farkında değildik. Şimdi rahatsızız çünkü, AK Parti, kendi dini yorumunu ve kültürel kimliğini aynı DİB üzerinden tüm topluma empoze ediyor. Ve bu kez hedef bizim değerlerimiz ve özel alanımız.
Evet, devlet eskiden de bunu yapıyordu ama biz fark etmiyorduk. Çünkü kültürel kimliğimizin devletle aynı olduğunu sanıyorduk.
O yüzden DİB’in varlığına karşı çıkarken esas olan devletin DİB’na biçtiği ideolojik misyona ve role karşı çıkmaktır.
DİB’e karşı olmak ilahi olan din ya da dinsel bir yoruma karşı olmak değil, seküler/dünyevi olan temel hak ve özgürlüklere ve laikliğe sahip çıkmak açısından önemli ve gereklidir.
Yorumlar