Bir araştırmaya göre, uzaktan çalışma döneminde insanlar yeni bağlar oluşturmadılar, hatta zayıf bağlarını kopardılar. Binlerce yıldır alışkın olduğumuz iletişim yöntemlerini kenara bırakarak, her türlü etkileşimi makineler ve sanal ağlar üzerinden gerçekleştirmeye hazır mıydık? Geçtiğimiz hafta davranış bilimleri alanının en önemli dergilerinden Nature Human Behavior’da Microsoft’un 61 bin çalışanıyla yapılmış bir araştırmanın sonuçları yayımlandı. Makale, çok iyi uyum sağladığımızı düşündüğümüz teknolojik devrime aslında ne kadar yabancı olduğumuza dair çarpıcı sonuçlar içeriyor. Pek çok şirketin ve profesyonelin üzerinde gece gündüz çalıştığı dijitalleşme, teknolojik uyum gibi konular, bu gibi araştırma bulguları nedeniyle ciddi şekilde sorgulanır durumda. İnsanın bu büyüklükte ve hızda gerçekleşen bir devrime uyum sağlaması gerçekten mümkün mü, yoksa kendimizi mi kandırıyoruz? Uyumdan kastımız nedir? Bir türün, koşullardan ve durumundan bağımsız olarak, sadece varlığını devam ettiriyor, hayatta kalabiliyor olması, o türün “başarılı” olduğu sonucuna varmamızı sağlar mı? İnternet sonrası süreçte yaşanan teknolojik gelişmeleri, hızı ve derinliği nedeniyle bir devrim olarak nitelendiriyoruz. Malum, Homo Sapiens’in de devrimlerle arası pek iyi değil. Bu genellemeyi biyolojik süreçlerden siyasi olaylara kadar genişletmek mümkün. Devrim, rahat kaçırıcıdır; statükoyu bozar, varlığı tehdit altına sokar. Uyum kapasitemizi sınırlarının dışına, bizi istemsizce değişime zorlar. Yerküre üzerindeki adaptasyon kabiliyeti en yüksek varlıklardan biri olmamıza rağmen, süreçlerimiz evrimsel adaptasyonlara uyumlu olduğu için devrimler her zaman bir tehdit olarak algılanır ve bu nedenle de büyük bir dirençle karşılanır. İnternetin hayatımıza girişinin ardından iki majör kırılma daha yaşadık: altyapı sorunlarının aşılmasıyla birlikte yaygın kullanıma geçiş ve 4G ve 5G teknolojileriyle birlikte yüksek hızda internet erişimine olanak sağlanması. Bu kırılımlar teknolojik gelişmeleri de üssel bir hıza taşıdı; teknoloji artık eskisine kıyasla çok daha yüksek bir hızda ilerliyor ve hatta insanın kontrolünün dışına çıkan bir hal alabiliyor. Gerçekliğimiz, zaman zaman bilim kurgu kitaplarında ya da Hollywood senaryolarında karşılaştığımız distopik insan-teknoloji savaşlarına yakınsıyor; korkularımızın dışında, adaptasyon yeteneklerimiz de çaresiz kalıyor. Bu koşullar altında da insanın kendi gerçekleştirdiği devrime yabancılaştığına, uyum sağlıyor taklidi yapan uyumsuz, isteksiz bir yabancıya dönüştüğüne tanık oluyoruz. Bu yazıya konu olan, Nature Human Behavior’da yayımlanan araştırma, Microsoft, University of California, Berkeley ve MIT akademisyenleri ortaklığında, pandeminin en zorlu dönemi olan 2020 yılında 61.182 Microsoft çalışanından toplanan veriler üzerinden gerçekleştirilmiş. Araştırmanın ilk kayda değer sonucu, Microsoft’un tüm dünyada uzaktan çalışmaya geçişinin ardından şirket içi işbirliği ağlarının yoğun bir biçimde silolaşmış olması.  Farklı departmanlardan oluşan bu silolar kendi içlerinde çok daha yoğun bir biçimde bağlı hale gelirken, bu birimleri dışa bağlayan iletişim ağlarında çok daha az etkileşim olduğu tespit edilmiş. Aynı zamanda yine bu birimleri birbirine bağlayan gayri resmi ağlarda da boşluklar oluştuğu, resmi ağ gibi gayri resmi ağda da etkileşimlerin düştüğü görülmüş. Bir diğer çarpıcı sonuç da, iletişim ağına eklenen bağ sayısının düşüşü ve bazı bağların silinerek sistemin dinamik bir yapıdan çok daha statik bir yapıya geçiş yapmış olması. Yani insanlar artık yeni bağlar oluşturmuyor, hatta mevcut zayıf bağlarını da koparma yönüne gidiyorlar. Kuvvetli ağlar ise daha da güçleniyor ve daha yoğun bir gruplaşmaya neden oluyor. Literatürdeki araştırmalar kişilerin kurdukları güçlü iletişim bağlarının bilgi transferine daha uygun olduğunu gösterirken, zayıf bağların ise yeni bilgiye erişim açısından üstün olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla zayıf bağlara ayrılan zamanın azalması ve bu bağlardaki etkileşim sayısının düşmesi, bu kişi ve gruplarla daha seyrek ve yüzeysel ilişkiler kurulması, kişinin yeni ve farklı bilgilere erişimini sınırlandırıyor. Oysa ki yeni bilgiye, kendinden farklı olana, farklı düşünene erişim, günümüzde kurumların ve bireylerin başarı şartlarından biri olan inovasyon kapasitesinin temel bileşeni. İnovasyon kapasitesi de şirketlerin, kurumların ve bireylerin hayatta kalma kapasitesi (fonksiyonel anlamda) ile doğrudan ilintili. Dolayısıyla yeni nesil iletişim(sizlik) aslında geniş anlamda hayatta kalma becerisine de ket vuruyor. Microsoft araştırması aynı zamanda iletişim yöntemi tercihlerimizin de değiştiğini gösteriyor. Çalışanlar sesli ve görüntülü aramalar gibi senkron (aynı anda iki tarafın doğrudan etkileşime girdikleri) iletişim yöntemlerinden daha da uzaklaşarak, e-posta ve mesajlaşma gibi asenkron iletişim yöntemlerine yöneliyorlar. Asenkron yöntemler daha “az zengin” bir iletişim ortamı yaratıyor: karmaşık bilgilerin iletilmesi ve sağlıklı iletişim kurulması zorlaşıyor, yanlış anlaşılmalar ve iletişim sorunları artıyor. Covid süreci bu araştırmanın yapılması için kontrollü bir deney ortamı yaratmış. Sonuçlar bu açıdan ilgi çekici: internet devriminin insanın başına açtığı dertlerin yoğun, sıkıştırılmış bir simülasyonunda, kişilerin giderek kendi gruplarına daha sıkı bağlanıp, silonun dışında kalanları yabancılaştırdığı, ötekileştirdiği, onlarla yeni bağlar kurmayı bırakın, mevcut bağları da devre dışı bıraktığı bir dünya… Bu dünya bizi diyalogsuz, uzlaşmasız, yabancılaşmış ve ötekileşmiş insanlarla dolu bir gerçekliğe sürüklüyor. Pandemi etkisiyle daha önce makro düzeyde başımıza dert olan bu gerçeklik, artık şirketler ve kurumlar için de büyük bir dert. Peki binlerce yıldır alışkın olduğumuz iletişim yöntemlerini neredeyse tamamen bir kenara bırakarak, her türlü etkileşimi makineler ve sanal ağlar üzerinden gerçekleştirdiğimiz bir dünyaya gerçek anlamda adapte olabilmemiz mümkün mü? İnsanın binlerce yıllık evrim sürecinin hayatta kalmanın en önemli anahtarlarından biri olarak tanımladığı sosyalleşmeyi, topluluklar içinde var olmayı, bağlanmayı, tamamen başka ve yabancısı olduğumuz bir bağlam üzerinden yürütmeye hazır mıydık? Evrimleşme kapasitemiz, bu devrimle uyumlanmamızı sağlayabilecek düzeyde gelişkin miydi? Bağlamından ve bağlarından koparak kendiyle ve kendi gibi olanla izolasyona sürüklenen insan, hayatta kalabilse de, hangi koşullarda, nasıl bir yaşam sürecek? Evrimin başarı olarak tanımladığına, biz ne ad vereceğiz?