Yönetsel sistemi ilgilendiren tüm alanlarda olduğu gibi, afet yönetimi alanında da katılımcı, şeffaf, hesap verebilir, stratejik vizyon temelli, hukukun üstünlüğünü veri alan, etkin bir yönetim anlayışına, yapılanmasına ihtiyaç duyduğumuz açıktır.   Kahramanmaraş başta olmak üzere, 10 ilimizi çok boyutlu etkileyen, on binlerce yurttaşımızın ölümüyle sonuçlanan deprem felaketi Türkiye’de siyaset, yönetim kurumları kadar, kentlerin fiziki ve yönetsel yeniden yapılanmasında bir paradigma değişikliğini açık etti. Depremin ortaya çıkardığı yalın gerçek; siyasal sistem ve kamu yönetim sistemimizin sorunların gerekçelerini üretmede mahir, karşılaşılan sorunları çözmede ise maharetsiz olduğudur. Kentlerin coğrafi mekân seçiminden doğal afetlerle mücadeleye kadar son depremde açığa çıkan farklı sorun boyutları artık sürdürülmesi imkânsız bir kent yönetimiyle karşı karşıya olduğunuzun kanıtı. Kent yönetimi karar alma süreçlerinin tüm boyutlarını içeren, karar alanların seçiminden, alınan kararların uygulayıcılarına, ne tür kararların alınacağına, alınan kararların nasıl uygulanacağına kadar yurttaş odaklı bir mekân yönetimini içerir. Türkiye’de maalesef karar alma süreçlerinin tümünün sorunlu olduğu, yurttaş odaklı olmak yerine, bürokratik, merkeziyetçi, eşgüdümden uzak, görev ve yetki paylaşımı ile koordinasyon yerine, yukarıdan aşağıya doğru verilen kararları sadece uygulamaktan ibaret olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Sistemin ana karar alıcı mekanizmalarının yapılanması, görev ve yetki paylaşımı biçimleri, konuyla ilgili ara karar mekanizmalarında görev alanların tercih edilme kriterleri, aşağıya doğru gidildikçe karar verme inisiyatifinin olmaması kurumların ve aktörlerin işlevlerini yerine getirmelerini büyük ölçüde engellemektedir. Bu durum yapısal, kurumsal olduğu kadar siyasal ve yönetsel zihniyetimizden kaynaklanan bir sorun.  Sonuç olarak, çağdaş dünya örnekleriyle karşılaştırıldığında, son deprem açıkça göstermiştir ki çağın gerisinde kalmış bir sistem ve anlayışın mevcut olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Deprem felaketi açıkça göstermiştir ki sistemsel ve yönetsel düzeyde kurumsal kapasite çok zayıftır. Bunun zayıflığı organizasyonel yapıya, afetlerle mücadelede koordinasyona, lojistiğe, görev ve yetki paylaşımına kadar uzanan negatif çıktılar üretmektedir.
SİYASAL VE YÖNETSEL SİSTEM DOĞAL AFETLERDE NEDEN TIKANIYOR? Siyasal ve yönetsel sistemdeki zafiyetlerin yol açtığı bu durum büyük ölçüde devlet aklının meritokrasi ve yönetişim odaklı yapılanmamasından kaynaklanmaktadır. Yönetsel sistemin ve bürokratik örgütlenmenin siyasi rejimin tekçi yürütme anlayışı ve yapılanmasından dolayı sorun çözme kapasitesinin zayıflaması, neredeyse yok olması, yönetsel yapı içindeki bürokratik aktörlerin liyakat yerine politik referanslı istihdamları, yerel yönetimlerin meclis yapılarındaki niteliksizlikler, yerel yönetimlerle yetki paylaşımını iktidar kaybı olarak algılayan bir siyaset anlayışı ülkede her türlü sorunu çözme adresinin “Bizden Olanlar”a havale edildiği bir siyasal ve yönetsel akıl tutulmasına yol açıyor. Doğal afetlere müdahale konusunda dahi, muhalefet partili yerel yönetimlerle yetki paylaşmaktan uzak duran, afet olduğunda sürece müdahale konusunda neredeyse sadece “Majestelerinin Sivil Toplum Kuruluşları”nı yetkili kılmak isteyen bir anlayış, ister istemez son deprem felaketinde olduğu gibi, etkin olma, önleme anlamında yetersiz kalmıştır. Türkiye’de bugün hâlen 3. Dünya ülkelerine özgü bir kamu bürokrasisi anlayışı ve sistemi içinde, bürokrasinin inisiyatif alma, çözüm odaklı strateji geliştirme, bunları hayata geçirme konusunda kâğıt üzerinde ibaret kalan bir organizasyonel yapısı mevcut. Bunun nedeni, yapı içinde sınırlı karar alıcıların niteliksizlikleri, liyakatsizlikleri yanında, bunlara inisiyatif vermeyen ya da inisiyatif alma sürecini hiyerarşik olarak en tepeden başlatan siyasal sistemin bizatihi kendisidir. Yürütmeye ait tüm yetkilerin tek elde toplanıp, buradan aşağıya doğru sorun ortaya çıktığı zaman ve ancak gerekli görüldüğü ölçüde dağıtılması esnek sorun çözme kapasitesine engel olmakta, sorun ortaya çıktığında çözmeye yönelik proaktif kararlar alınamamakta, tutum sergilenememektedir. Deprem felaketi açıkça göstermiştir ki sistemsel ve yönetsel düzeyde kurumsal kapasite çok zayıftır. Bunun zayıflığı organizasyonel yapıya, afetlerle mücadelede koordinasyona, lojistiğe, görev ve yetki paylaşımına kadar uzanan negatif çıktılar üretmektedir.
Yönetsel sistemi ilgilendiren tüm alanlarda olduğu gibi, afet yönetimi alanında da katılımcı, şeffaf, hesap verebilir, stratejik vizyon temelli, hukukun üstünlüğünü veri alan, etkin bir yönetim anlayışına, yapılanmasına ihtiyaç duyduğumuz açıktır.
YEREL YÖNETİMLER, ESNEK ŞEHİRLER VE DOĞAL AFETLERLE MÜCADELE Günümüzde doğal afetlerle mücadelenin en etkin yöntemlerinden biri; yönetilenler cenahındaki tüm tarafların yönetişimle sistemsel, siyasal ve yönetsel boyutlarda bir araya gelerek, ortaklaşa yönetim sürecine önemli ölçüde dahil olmalarıdır. Sistemsel boyutta siyasal ve yönetsel sistemin güç ve yetkileri yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör gibi aktörler arasında dağıtılıp birlikte kullanılırken, siyasal boyutta yurttaşın yönetsel ve siyasal nitelikli kararların alınmasına her süreçte katılımı, bu suretle meşruiyetin ve demokratikliğin pekişmesi söz konusu iken, yönetsel boyutta etkin, bağımsız, şeffaf, hesap verebilir, denetlenebilen kurum ve hizmetler söz konusudur[1]. Bugün çağdaş siyasal ve yönetsel sistemler üst yönetimlerin paydaşlarına hesap verebilir olma, yöneticilere üretim stratejilerini geliştirirken ihtiyaç duydukları yetki paylaşımı ve teşvik yöntemleri temelli kurumsal yönetişim [2]temelli kafa yorarken, bizde bu paylaşım yok denecek kadar azdır.  Hâl böyle olunca, doğal afetlerle mücadelede bütüncül bir yaklaşım geliştirilememektedir. Bu mücadelede başarıyı yakalamak ancak kentlerde öncelikle afet yönetimine dair radikal bir paradigma değişikliği, doğal afetlerle mücadele odaklı esnek kent yönetimi yapılanmasını zorunlu kılmakta. Dünyada en fazla depremin yaşandığı ve genel anlamda doğal afetlerle mücadelede başarılı olanlar kentlerini esnek şehre dönüştürmüş, doğal afetlerle yönetişim temelli mücadele eden devletlerdir. Şili’den Yeni Zelanda’ya, Japonya’ya kadar bu konudaki örnek ülkelerde mücadele esnek şehirlere özgü yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. Örneğin; Yeni Zelanda’daki mücadelede benimsenmiş 4R formülü Risk Reduction (risk azaltma), Readiness (hazırlıklı olma), Response (yanıt) Recovery (kurtarma ve geri kazanma) esnek şehirlerin doğal afetleri önlemeye yönelik temel yaklaşımdır[3]. Bizim örneğimizde mevcut siyasal ve yönetsel sistemimizin kurumsal kapasitesi açısından bakıldığında, doğal afetin yaratacağı tahribatlara karşı risk azaltma hazırlıklı olma ve anında yanıt, tepki verecek kurumsal yapıların zayıflığı organizasyonel yapıyla, kurtarma ve geri kazanma ise koordinasyon, lojistik ve görev, yetki paylaşımıyla ilgilidir. Kentleri “Esnek Şehir” e dönüştürerek,  yerel yönetimleri  doğal afet risklerinin azaltılmasına ektin biçimde dahil etme ihtiyacı ve tartışmaları dünyada artmaktadır. Gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerde yerel yönetimlere doğal afetler karşısında çok fazla rol ve sorumluluk verilmezken, gelişmiş ülkelerde afet yönetimi konusunda yerel yönetimlerde teknik personel, insan ve mali kaynaklar, fonksiyonel işbölümü yanında, “… teknik kapasitesinin güçlendirilmesinde önemli faktörler etkin bir lojistik yönetim sistemi, yeterli bir teknoloji bilgi sistemi ve sağlıklı işleyen kurumlar, topluluk ve medya temsilcileri arasındaki iletişim ağına dayanır. Liderlik kapasitesine yerel düzeyde katkıda bulunan önemli bir faktör, belediye başkanlarının yerel halkın güvenini güçlendirmek için gerektiğinde hızlı ve uygun kararlar vermesidir”[4]. Bu yapılar doğaldır ki şehirlerin esnek şehirlere dönüşmesinde de olmazsa olmazlardır. Yönetsel sistemi ilgilendiren tüm alanlarda olduğu gibi, afet yönetimi alanında da katılımcı, şeffaf, hesap verebilir, stratejik vizyon temelli, hukukun üstünlüğünü veri alan, etkin bir yönetim anlayışına, yapılanmasına ihtiyaç duyduğumuz açıktır.   Bu ise esnek kent yönetimleri için belediye meclislerine seçilen aktörlerin niteliğinden, merkezle yerel arasındaki işbirliğine, koordinasyona, imar konusunda izin vermeden denetlemeye kadar yetkilendirilmiş personelin nitelik, birikimi kadar, yeni bir anlayış, yapılanma, asıl önemlisi ise ahlak ve vicdanı gerekli kılmaktadır. Türkiye’nin veri koşullarında bu paradigma değişikliğine gidilmesi ve gerekli adımların atılması olmazsa olmazdır.  --- [1] Gerry Stoker; “Governance as theory: five propositions”, International Social Science Journal, C:50, S:155, s.17-28. [2] Erişim adresi: Christine A.Mallin, “Corporate Governance”, www.global.oup.com. [3]   Erişim adresi: https://onedio.com/haber/dunya-ulkeleri-depreme-karsi-nasil-onlemler-aliyor-deprem-ile-nasil-mucadele-ediyorlar-1127047. Ayrıca bkz. https://t24.com.tr/yazarlar/esra-akgemci-america-invertida/sili-ve-turkiye-binalar-yasatir-binalar-oldurur,38646 [4] Ali Yeşildal; “Doğal Afetlerle Mücadelede Yerel Yönetimlerin Rolü ve Kapasite Sorunları: Esnek Şehir Uygulaması”, Fırat Üniversitesi İİBF İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, C.4, S:1, 2020, s.95.