Türkiye “İran oldu” mu? Sanmam. Olur mu? Bilmem. Ama nerede olursa olsun kadın mücadelesi gerici taassubun ayağına dolanacak. Ve belli ki Cumhuriyetin İkinci Yüzyılı kadınların omuzlarında yükselecek. O yüzden herkes ayağını denk alsın! İran’daki Beyaz Çarşambaları hatırlıyor musunuz? Hani İranlı kadınların başörtüsü takma zorunluluğuna karşı sopalara bağladıkları beyaz kumaş parçalarını kent meydanlarında sallandırdıkları eylemleri… Ya da Mahsa Amini eylemlerini? Genç Mahsa’nın Ahlak Polisi gözetimindeyken hayatını kaybetmesi sonrasında tüm İran’a dalga dalga yayılan rejim karşıtı eylemleri… İranlı kadınların mücadelesi, dirayeti, direnci ve cesareti hayranlık uyandırmıyor mu? GERİCİ YÖNETİMLERİN EN ZAYIF HALKASI: KADIN İran’a yaptığım ziyaretlerde, kadının toplumsal hayattaki görünürlüğüne, güler yüzlülüğüne, gücüne çok şaşırmıştım. “Türkiye İran olmayacak” “Mollalar İran’a” sloganlarıyla büyümüş sıradan bir seküler Türk vatandaşı olarak İran’a ilişkin algım Türkiye’nin genelinde olduğu gibi biraz olumsuzdu. Uçağım Tahran’a iniş yaptığı sırada bir yandan yanımda getirdiğim başörtüsünü başıma acemice geçirirken diğer yandan da Türkiye’deki İranlı bir kadın arkadaşımın “Kadınların durumu Türkiye’de daha kötü” diyen sözleri kulağımda çınlıyordu. İsfahan’da gece 11 civarında eşimle yürüdüğümüz parkta 15 yaşındaki Faiza’nın İngilizce pratik yapmak için yanımıza yaklaşmasını ve bizimle konuşmaya başlamasını unutamıyorum. Faiza biyoloji okumak istiyordu. Acaba ne oldu? İranlı genç kızların parklarda patene binişi, Tahran’da akşam vakti sokakta tek başına köfte ekmek satan abla, gecenin 12’sinde kahkahalar atarak sokaklarda yürüyen genç kadınlar, televizyonda kadın ve erkeğin aynı anda temizlik yaptığını gösteren deterjan reklamları, hepsi beni çok şaşırtmıştı. Türkiye için ne kadar sıradan gözüken tüm bu eylemler İran söz konusu olunca şaşırtıyordu. Bir kadın olarak kendimi İran’da güvensiz hissetmemiştim. Ama Türkiye’de gece geç vakitte eve dönerken aynı güveni duyumsamıyordum. İranlı arkadaşımın kastettiği bu muydu? Söylemeye çalıştığım şey İran’da kadınlara baskı uygulanmadığı değil asla. Tam aksine tüm baskılara rağmen kadınların toplumsal hayatta kendilerine bir yer edinmek için yoğun bir mücadele içinde oldukları. İran’daki rejimin belki de en zayıf halkası bu cesur kadınlar. En ağır bedelleri ödeyenler ama mücadeleyi bırakmayan kadınlar… Verdikleri onlarca cana rağmen, Evin ceza evine bilinmez bir akıbete gönderdikleri onlarca cana rağmen direnmeye devam eden kadınlar… Kadınlar yalnızca İran’da değil bedenleri ve tüm varlıkları üzerine politika üretilen her yerde tüm dünyada yani, var olma ve kendini var etme mücadelesinde. ABD’de, Polonya’da kürtaj hakkı için mücadele ederken de İran’a başörtüsü zorunluluğunu delerken de Katar’da kendisine “nasıl giyinmesi gerektiğini” söyleyen şeyhe karşı da kadınlar direniyor. Gerekirse tüm benliklerini ortaya koyarak… Farklı hayatlar, farklı deneyimler, farklı zorluklar ama mücadele baki.
Cumhuriyetin 100. yılı, Cumhuriyet yıkıcıların sayıklamalarıyla gölgelenirken sporcular, halka ihtiyaç duyduğu mücadele azmini hatırlattı. Bu, eğrisiyle doğrusuyla takım olma, ortak bir amaç uğruna birlik olma mücadelesiydi.
AKP’NİN KÜLTÜREL HEGEMONYA SINAVI Türkiye’de de gerici baskıya karşı en dirayetli duranların başında da kadınlar yok mu? Türk kadınları, üzerlerindeki tüm ağır baskılara karşı bir duvar gibi dimdik durarak yükseliyor. “Hamile kadın gezmez”, “kadınlar kahkaha atmaz” diyenlerin ülkesinde; “kızlar şort giymez, oran buran görünür” diyerek bastırılmaya çalışan Merve gibi onlarca çocuğun olduğu bu ülkede kadınlar adlarını tarihe altın harflerle yazdırıyor. Kendi kimlikleri üzerinden siyaset gütmeye çalışanlarla en güzel tepkiyi büyük başarılarıyla veriyorlar.  Merve Dizdar’ın Cannes’da aldığı ödülü “kendisine layık görülenlere boyun eğmeyen” kadınlara adamasında, Yasemin Dalkılıç’ın tüm saçma zorluklara rağmen ardı ardına kırdığı rekorlarda, dünyanın her yerinden bize madalya getiren kadın sporcularımızın mücadelesinde, Anadolu’dan çıkıp dünyanın en başarılı üniversitelerinden kabul alan genç kızlarda da aynı azmi görmüyor muyuz? Bu açıdan A Milli Voleybol takımının Avrupa mücadelesi bir spor müsabakası olmanın çok ötesindeydi. Milli Takım çok yüksek bir siyasal bilinçle mücadele etti. Bu mücadele tüm tercihleri ve benliğiyle kadın olarak başarılı olma, kadın olarak var olma iradesinin göstergesiydi. Yalnızca bu da değil! Sporcular, seçim mağlubiyetinin ardından darmadağınık bir görünüm veren muhalefetin topluma aşılayamadığı “çıkış yolu” umudunu aşılama misyonunu da sahiplenmişti. Cumhuriyetin 100. yılı, Cumhuriyet yıkıcıların sayıklamalarıyla gölgelenirken sporcular, halka ihtiyaç duyduğu mücadele azmini hatırlattı. Bu, eğrisiyle doğrusuyla takım olma, ortak bir amaç uğruna birlik olma mücadelesiydi. İşler istendiği gibi gitmediğinde demoralize olmamanın, daha çok asılmanın daha çok çalışmanın önemini gösterdi bize bu takım. Bir spor müsabakasını bu denli “politikleştiren” şey, hiç kuşkusuz iktidarın kültürel hegemonyasını istediği ölçüde inşa edememesi. Toplumun seküler kesimlerinin yaşam tarzı baskı altına alınmaya çalışıldıkça kadınlar başta olmak üzere toplumun önemli bir kısmı yüksek bir direnç gösteriyor. Buna ek olarak, radikal dincilik belirli bir grup nazarında konsolide olup güçlense de AKP, geniş muhafazakâr ya da hatta dindar kesimlerde istediği oranda dinci bir kültürel hegemonya kurabilmiş değil. Diyanetin “muhafazakâr ailelerin çocukları deist” oluyor çırpınışları bu durumun en açık göstergelerinden. Bu nedenle iktidar çemberi hepten daraltarak karma eğitimi hedef alma hazırlığında. Kadınlar her zaman topun ağzına ilk konulan oluyor. Türkiye “İran oldu” mu? Sanmam. Olur mu? Bilmem. Ama nerede olursa olsun kadın mücadelesi gerici taassubun ayağına dolanacak. Ve belli ki cumhuriyetin İkinci Yüzyılı kadınların omuzlarında yükselecek. O yüzden herkes ayağını denk alsın!