2019 yerel seçimleri öncesi Öcalan’ın mektubuyla gündeme gelen Prof. Dr. Ali kemal Özcan, Demirtaş’ı tehdit etmediğini söyledi. Özcan çözüm sürecinin bitişini ise; “Dışarıda Avrupa, içeride Kemalist faşistler, Marxist” faşistler ve Kürtçü” faşistler dediğim üç damar”a bağladı. Sunuş Herkes onu 2019 yerel seçimleri öncesinde Öcalan’ın mektubunu kamuoyuna açıklayan akademisyen olarak tanıdı. Prof. Dr. Ali Kemal Özcan, Kürt sorunu ve Öcalan konusunda çalışan akademisyenlerden birisi. Özcan, halen Munzur Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde Öğretim Üyesi. Geçtiğimiz günlerde Selahattin Demirtaş’ı bir anlamda hedef alan, kendi deyimiyle uyaran açıklamasıyla yeniden gündeme geldi. Kendisine  hem son açıklamalarıyla ne demek istediğini hem de Öcalan’ı ziyaretlerini sordum. Ancak şunu açıkça itiraf edeyim ki, bazı sorularımın cevabını tam olarak aldığımı söylemem mümkün değil. Bakalım herkes bildiği gerçeği açıklayacak mı? Murat Aksoy Son açıklamalarınıza geleceğim ama önce 31 Mart seçimleri öncesine gidelim. Seçimlerden iki gün önce birden ortaya çıktınız ve Öcalan’ın seçimlere ilişkin metnini okudunuz. Nereden çıktı bu ziyaret ve mektup? Siz mi talip oldunuz yoksa sizi görevlendirdiler mi? Ben talip oldum. Neye talip oldunuz? İmralı’ya gitmeye. Sonuçta ben 20 yıl boyunca (1999-2019) Öcalan’a ulaşmaya çalışıyordum. İstanbul seçimlerini tarihî bir fırsat olarak değerlendirdim. Ve ulaştım... BENİM CAN DERDİM VAR İstanbul seçimleri nasıl bir fırsattı İmralı’ya gitmek için? İmralı’ya Öcalan’ı ziyaret amacıyla mı gittiniz, İstanbul seçimleri için mi? Milletimizin hazinden öte bir sözü vardır: “Koyun can derdinde, kasap et derdinde” diye... Benim “can” derdim var. Bu derdimizi anlatmaya çalışıyorum. Ama sanırım, Youtube’daki son videoma yapılan yorum kadar anlatamam. Müsaadenizle buraya ekleyeyim: "Yüreğinizde hissettiğiniz vicdanî sorumluluğu o kadar iyi anlıyorum ki, çok üzgünüm gerçekten, genç insanların kanı akıyorken çok kişi en masum haliyle popülist heyecanlara, daha şeytani olanı da kişisel menfaatlere aldanıyoruz. Dediğiniz şeyleri o kadar iyi anlıyorum ki veya öyle inanıyorum. Ben sıradan bir Kürdüm ama sizi dinledikten sonra evet ben de TV'den popülist sloganlarla heyecan duydum, rencide edilmiş Kürt onurumla "hah şöyle meydan okunmalı" dedim vs. Ben de suçluyum. Bu anlamda sadece Demirtaş değil aklıselimi elden bırakan bütün Kürtler ve Türkiye'nin vicdanlı insanları suçludur. Şeytanın hoş sesine ve ihtiraslarına kapılan hepimiz… Hepimiz bir tuzağa düşürülüyoruz. Bedeli ise bir tarafta NATO silahlarıyla ölen genç insanlar, bir tarafta NATO silahlarıyla öldüren veya karşı tarafın elindeki kalaşnikof veya bomba ile ölen genç insanlar. Öcalan, 'Ölen ve öldüren bir savaşı başlattım, ama şimdi yaşayan ve yaşatan olmak istiyorum' diyor. Her ne kadar bahsettiği savaşı o başlatmadıysa (tıpkı Picasso'nun ünlü Guernica'sı gibi) ve onun eseri değilse de biz Kürtler o savaşa daha doğrusu direnişe sürüklendik. Şimdi sükunetin dilini konuşmak; vicdanın, ahlakın dilini daha vurgulu konuşmamız gerekiyor. Bize karşı düşmanlık kuşandırılmış Türk çocuklarına onların düşmanı değil, dostu olduğumuzu anlatmamız lazım... Öcalan bu dostluğun, bu derin insanî sükunetin, iyi niyetli aklın sesidir. İnşallah o sesi dinlemek yine mümkün olur." Ben bunun için “birden” İmralı’ya gittim: Uçurumun eşiğindeki Türk-Kürt ilişkilerini Öcalan ile konuşmak için, Türkiye’de bunu konuştuğum, konuşacağım tek kişi olduğu için gittim. Nasıl oldu bu? Ailesine, avukatlarına bile tecrit uygulanırken, size nasıl izin verildi? Bana izni ben vermediğime göre, “nasıl”ını nasıl bilebilirim? Sağır duymaz uydurur türü “yorum” yapmam doğru olmaz. Herkes yaptığını ve bildiğini konuşursa Türkiye’de, çok hayatî sorunumuz düze çıkar. NEDEN BANA İZİN VERİLDİ DİYE SORGULAMADIM Siz kendinize hiç sormadınız mı; neden bana izin verildi diye? Hayır, hiç sormadım. Çünkü ben amacıma kilitlendim. İstanbul seçimleri 5 yıl içindi. Ben uçurumun eşiğindeki 1000 yıllık Türk-Kürt ilişkilerinin kaderi ile ilgileniyorum ve bunu Türkiye’de konuşacağım tek kişi Öcalan’dır. “Bana niye izin verdiler” diye palyatif/sığ bir soru hiç aklıma gelmedi. Maksadım Öcalan’a ulaşmak, kitaplarımı ulaştırmaktı. Öcalan’a ulaştım, konuştum ve kitaplarımı elden verdim. Onun için ikinci görüşmemizin ortasında birden, iki elini havaya kaldırarak “Seni buraya Allah gönderdi” deyiverdi. Neden böyle dedi Öcalan? Kitaplarınızdan dolayı mı yoksa mesaj iletme fırsatı bulduğu için mi? Bence ikisi de. Şimdiye kadar kimsenin konuşmadıklarını dinledi, kimsenin yazmadıklarını okudu... Bir de masaya oturur oturmaz: “Dostunuz olmaya geldim... Yanlışınızı söyleyemezsem, çayımı içer, nezaketen tatlımı da yer giderim. Siz sağ ben selamet...” dedim. İkinci görüşmede birkaç kez devlet yetkililerine dönerek: “Hoca önemli, hocaya dikkat edin!” dedi. O basın toplantısında okuduğum notu da (avukatlarına) o sırada yazdı. MEKTUP ÖNÜME KONDU Peki gittiğinizde mektup alacağınız biliyor muydunuz? Hayır. İkinci görüşmemizin son 5-10 dakikasında “mektup” (Kamuoyuna Açıklama) önümüze geldi. Mektup önceden mi hazırlanmıştı yoksa Öcalan o görüşmede mi yazıp size verdi? “Mektup” dediğiniz Kamuoyuna Duyuru el yazmasını, benden iki gün önce, o basın toplantısında okuduğum notu yazdığı avukatları Newroz ve Rezan’a yazıp vermiştir. Mektubu açıklamayı kabul etmeme şansınız var mıydı? Vardı şüphesiz. Ama o koşullarda –İmralı yolumu kapatmamak için– kabul ettim, avukatsız okudum. İkinci görüşme dediniz, ilki ne zaman oldu ziyaretin? 16 Haziran 2019. Sonrasında görüşme talebiniz oldu mu? Sonucu ne oldu eğer görüşme talebiniz olduysa? Sonucu olsaydı, şimdi Türk-Kürt ilişkileri, dolayısıyla Türkiye başka yerde olurdu, Cumhur ve Millet ittifakının et derdi kasapları değil, can derdimizin dili konuşurdu... TOPLAM 6 SAAT KONUŞTUK Bu ziyaretlerde (iki ziyarette) ne konuştunuz? Toplam 6 (altı) saatten söz ediyorum. Buraya aktaramam. Ayrıca Öcalan adına “muhakeme” yapmam. Kendi konuştuklarımın özetini İmralı’ya Neye Gittim? kitabımda verdim. Gerisi İmralı kayıtlarında ve Öcalan’dadır. Tecrit kaldırıldığında –ki kaldırılacaktır inanıyorum, bu böyle gitmez, Anadolu Türklüğünün varlığı söz konusudur– kendisi açıklar. ÇÖZÜM SÜRECİNİ FAŞİST KOALİSYON BİTİRDİ Gelelim çözüm sürecine. Çözüm süreci 2013te başladı ve her şeye rağmen sürdü. 28 Şubat 2015te Dolmabahçede 10 maddelik mutabakat imzalandı. Sonra ne oldu da 7 Haziran öncesi süreç bitti? Onu da Demirtaş ile ilgili röportajlarımda verdim: Dışarıda Avrupa, içeride Kemalist faşistler, “Marxist” faşistler ve “Kürtçü” faşistler dediğim üç damar Selahattin beyi “sözcü” ederek süreci bitirmeye götürdüler. Sürecin 3 yıllık bütününe yayılmış ve özenle ittifak edilmiş bir çalışmaydı bu. “Seni başkan yaptırmayacağız” tek cümlesinin meclisteki üç tekrarı ile yapılan “Meclis Toplantısı” sadece bardağın taşırıcı damlasıydı. Peki PKK bu sürecin neresinde? PKK, yani Kandil’in kulağı –bana göre gönlü de– Öcalan’ın sesinde. Ova elitine elinin ulaşmadığını, ulaştıramadığını, dolayısıyla gücünün yetmediğini biliyor. Erdoğan-Bahçeli uzlaşması 7 Haziran öncesi mi sağlandı yoksa seçim gecesi mi? Evet, herkes bildiğini konuşmalı Türkiye’de dedim. Onun için sözünü ettiğim o kitabımın üst başlığını “Konuşanların Bilmediği Bilenlerin Konuşmadığı” olarak seçtim. Mesela, bazıları benim bir elimin İmralı’da, bir ayağımın MİT’te, bir kolumun HDP’de olduğunu söyler... İşte böyle! Türkiye’deki iktidarı kapma mücadelesi bu kadar akıldan, bu kadar izandan, bu kadar vicdandan yoksun edilirse; krizden çıkamayız. Krizin kangrenleşmesiyle de geleceğimiz kaos olur. Sonumuzun nereye varacağını bilemeyiz. İktidar mücadelesini bir suhulet ve Mustafa Kemal’in ifadesiyle “Millete doğruları söyleme namusu” zeminine çekmemiz lazım. Evet bildiğini konuşmalı. Siz de sonuçta bu alanda çalışan birisiniz, bu konuda bir yorumunuz olmalı sanki… Mesele AK Parti-MHP arasında Kürtleri siyaseten yok sayma, HDP’yi yok sayma gibi bir ortaklık olabilir mi? “Kürtleri siyaseten yok sayma” sadece AK Parti-MHP ile sınırlı olsaydı işimiz çok kolay olurdu. Mesela, “Türküm, doğruyum, çalışkanım” ile başlayıp “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” ile biten dizeleriyle her sabah 4-5 yaşlarındaki Kürt çocuklarına bağırttıran “marş”ı tedavülden kaldıran AK Parti, sessiz kalan MHP, iktidara gelir-gelmez geri getireceği sözü veren CHP ve İyi Parti’dir. Bu sorulduğunda da “Türk derken herkesi kastediyoruz” diye cevaplanarak sadece haysiyetiyle değil, Kürtlerin aklıyla da oynanıyor. Bu, siyaseten yok saymanın ötesinde bir şeydir. İnsanen yok saymadır. Öcalan ve PKK, HDPnin 7 Haziran seçimlerinde elde ettiği başarıya tepkisi nasıl oldu sizce? Öcalan ve PKK böyle bir söyleşiye özetlenemeyecek kadardır. HDP eliti ise çözüm sürecini yıkıma götürme başarısı olarak “kutladı” özünde. TEHDİT DEĞİL UYARIYDI Gelelim son açıklamanıza. Ne demek istediniz Demirtaş’la ilgili açıklamanıza. Ne demek istediniz, Demirtaş’ın hayatı Öcalan’a bağlı derken? Ben Selahattin beyi tehdit etmedim, yaşama davet ettim “canını kurtaramayabilir” dedim. Benim çalışma alanım sosyoloji, tarihte linç edilerek çok öldürülen yöneticiler olmuştur. Trajik bir linç en son Kaddafi’de yaşanmıştı sanırım. Yarın öbür gün (“gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır” derler ya); sadece çözüm sürecini yıkmak değil, sırf Öcalan siyaseten devreye girdiği için ve iş çözüme gideceği için, Selahattin beyin arkasındaki çözüm istemeyen konsorsiyum, dış dinamikleri (Duran Kalkan açıkladı, Avrupa) ve iç dinamikleriyle Türkiye'nin iktidar mücadelesinde üç faşist damar olan Kemalist faşistler, “Marksist” faşistler ve “Kürtçü” faşistler, yani Kürt ilkel milliyetçileri bir-bütün Selahattin beyin arkasına geçerek –Selahattin beyi tetikçi olarak kullanarak– çözüm sürecini yerle yeksan ettikleri ortaya çıkar... Yani, bu gerçek de “kötü huyunu gösterir” ve ortaya çıkar ise –ki çıkacaktır– Selahattin Bey dışarı çıktığında linçe uğrayabilir. Ben tahminimi söylüyorum, yanılırsam bedelini öderim. Fiziksel değilse de siyasî sonu olur. Örgütte Öcalan karşıtları, kabaca  onu hedef alanlar ya kaçmışlar ya da öldürülmüşlerdir. Selahattin bey gençtir. Ne ölmesini ne de öldürülmesini isterim. Hem fiziksel hem siyasî hayatını kurtarmasını isterim. Bu tür davranışlarına devam ederse, nerede neyle nasıl karşılaşacağını ben de tahmin edemem. Tekrar ediyorum; benim hayatım çalışarak okumak-yazmak ile geçti. Silah-şiddet-savaş bilmem, öngörümü söylüyorum; Selahattin Bey bu tarzından vazgeçmezse, karşılaşacağı badirelerden sadece Öcalan kurtarabilir. O da Öcalan'a şans verilirse kurtarabilir tabii, tecrit koşullarında bir şey yapamaz. Bunu demek istedim. DEMİRTAŞ SADECE SÖZCÜ Yukarıda ifade ettiğiniz gerçi, siz çözüm sürecini Demirtaş’ın bitirdiğini ifade ediyorsunuz… Onun sözcülüğünde Avrupa ve içerideki kirli iktidar mücadelesinin üç faşist damarı bitirdi süreci. O bunların sözcüsü olmayı seçti. Öcalan da böyle mi düşünüyor? O’na soracağız. Doğrusu budur: Ahlaki olan da vicdanî olan da Türkiye için sonuç verecek olan da budur. Bu sizin fikriniz mi, Öcalan’ın düşünceleri mi? Şüphesiz ki benim fikrimdir. Ben Öcalan adına konuşmuyorum. Fikri var, hem de bin yıllık Türk-Kürt ilişkilerinin Birinci Dünya Savaşı’nı fersah aşan bir tehlikedeki kaderi kaygısıyla donanmış fikirleri var. Ama ben bunları –bu hâliyle, yani rızasını almadan– konuşmam. PKK, Öcalanla nasıl bir geçmişiniz var? Yukarıda özetlemeye çalıştığım çalışmalarım ile uzun (30 yıl) bir geçmişim var. Yani üç on-yıldır bunları çalışırım. Öcalan Kürt sorununda nasıl bir çözüm istiyor? Kürtlerin Türkiye’de Kürt olarak yaşaması... Vatandaş olunca “Türk olmuş Kürt” olarak değil. “Türk” dendiğinde bütün etnisitelerin kastedildiği, yani Domates dendiğinde Patates ve diğer bütün sebzelerin “kastedildiği” bir Türkiye’de değil. Yıllar Önce (Suriye’deyken) Fikret Bila’ya: “...bu anlamda Kürt sorunu siyasî değil demokratiktir” dedi. Ve buna “Türk-Kürt ilişkilerinin –bin yıllık birlikteliğin ruhuna hakkını veren– yeniden düzenlenmesi” der. Gerisi herkesin sorunudur: Cumhuriyetimizin demokratikleştirilmesi. Kapatılma davası ile karşı karşıya olan HDP siyaseten nerede duruyor? Bir yerde durmuyor. Siyasî olarak durduğu bir yer yok. Sınıfsal olarak duruyor: Yönetici elitin “ekmek” kaygısı (maddi-manevi), gelecek kaygısı... Görünen isimler arasında istisna emaresi yok. Ben buna Ova Eliti diyorum. Oysa; HEP’ten HDP’ye bu yasal siyasi parti çalışması hep Öcalan’ın projesi olageldi. Hatta bir İmralı konuşmasında “Kuvayı Milliye gibi olmalı” demiştir. OYUMU HDP’YE VERİRİM Peki HDP bir parti mi, nedir size göre? HDP resmi olarak bir yasal siyasi partidir. Fiilî olarak çözümsüzlük odağı hâline getirilmiştir. Öcalan’ın cenazesini bir şekilde İmralı’dan çıkmasına götürmek üzere... Cenaze heykele götürür, heykel de konuşmaz! Mitoz bölünme gibi M. Kemal’in heykelleri üretiliyor! Konuşabiliyor mu bunlar? Ama HDP’nin 6 milyon oyu (buçuğunu o üç faşist damarın oyu olarak yuvarlarsak) Kürtlerin kimlik/haysiyet oylarıdır. Bu hâliyle bir seçime gidilse, ben de oyumu HDP’ye veririm. Ama MHP, HDP’nin kapatılmasını istiyor… Bunu İYİ Parti ve diğer birçok çevre de istiyor... Ben oyumu MHP’ye değil HDP’ye veririm dedim. Bu arada kamuoyu sizi merak ediyor. Kimsiniz siz? Ben bu işi (bu örgüt ve liderliğini iç dinamikleri, iç işleyişi, sosyolojisi, felsefesiyle ve Kürtler içindeki sosyolojik kaynaklarıyla) sadece Türkiye’de değil dünyada en iyi çalışan, dahası bu yönüyle tek çalışan kişiyim ¾ maalesef. Doktora tezimin modife hâlini yayınlayan (Turkey’sKurds / 2006) dünya çapındaki yayınevinin gizli konu-uzmanı referans raporunda “Yazarın çalışmasının bazı bölümleri akademik bilimselliğin son sınırlarını zorluyor” notunu düşer. Son çıkan (İmralı’ya Neye Gittim? / 2021) kitabımın “Neden Ben” başlığında bu raporu İngilizce orijinaliyle yayınladım. Halen de Munzur Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesiyim.