Cumhuriyetin kuruluşundan beri Kürtleri milletin eşit, özgür ve mutlu bir parçası yapamamışız. Uzun zamandır belli ki iktidarın az çok serbest seçimleri kazanmasının belki tek yolu, Kürtlerin desteğini yeniden kazanmak. Türkiye büyük oranda bir yönetim ve demokrasi krizinin sonucu olan, belki de cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik buhranını, kamu yararının ayaklar altına alınmasını ve servet transferini yaşıyor. Kamunun değil yani cumhurun değil küçük bir zümrenin kontrolündeki siyasal iktidarın, sadece kendisinin bildiği siyasal tercihlerinin ve yanlışlarının bedelini ödüyor. Bu sarmala giren ülkelere ne olduğunu bilim insanlarımız, medya mensuplarımız biliyor ve yazıyor. Ülke için tek umut kaynağı, muhalefetin uzun süredir yaratıcı ve yapıcı bir iş birliği içinde olması; ve cılız da olsa iktidar içinden “kral çıplak demeliyiz” seslerinin çıkması. Demokratik yollardan düze çıkmak imkânının olması. Ama iktidarın elindeki stratejilerin tamamen tükendiğini de kimse düşünmemeli. Bu ortamda Cumhurbaşkanlığı iktidarının (evet AKP artık iktidardan çok iktidardan yararlanan ve yardım eden bir çıkar grubu durumunda) önerdikleri:
  • siyasal alanı elinden geldiğince daha da daraltmak;
  • başta yargı, ekonomik rantları dağıtan ve özgür seçimleri denetleyen kurumlar, ve güvenlik güçleri olmak üzere, devlet mekanizmasını daha da partizanlaştırmak;
  • seçimleri antidemokratik ortamda yapma niyetini açıkça ortaya koymak;
  • “iç ve dış düşmanlar” söylemi ve politikaları.
Ve bunlara tuz biber olarak, sıkı durun: bir zamanlar (kendi dönemi dahil olmak üzere) ülkenin en başarılı milli kuruluşları arasında yer alan ama bir süredir başka birçok kuruluş gibi zarar et(tiril)mekte olan milli havayolu şirketi Türk Hava Yolları’nın ismini ve logosunu değiştirmek! Ülke Ekonomisi Batarken Uçak Logosu Değiştirmekle Uğraşan Bir İktidarın Fikir ve Ahlâk Olarak Bitmiş Olduğundan Kuşku Yok Öncelikle hemen vurgulayalım. Türkiye’nin ingilizcesi “Turkey” hindiden gelmiyor. Hindinin ingilizce ismi Türkiye’nin isminden geliyor. Aynen Türkçedeki hindi ve Fransızcadaki dinde isminin de (yanlış anlamalar sonucu) Hindistan’dan geldiğinin bilindiği gibi. Yani bu işten gocunması gereken birisi varsa zavallı hindi; Türkiye ve Türk Hava Yolları THY değil. Hatta İngilizce konuşulan ülkelerde ne zaman hindi anlamında “turkey” dense bedava Türkiye’nin ve THY’nin reklamı yapılmış oluyor. Ayrıca THY yıllarca çok pahalı ama aynı zamanda başarılı reklam kampanyalarıyla Turkish Airlines’ı bir dünya markası yapmayı başardı. THY’nin ismini değiştirmek, bu para ve emekleri sokağa atmak demek. Biraz daha sorgularsak eğer Türk Hava Yolları’nın İngilizcedeki karşılığının “Turkish Airlines” olması aslında ülkemizdeki etnik-kültürel çeşitliliğin tanınması açısından da bir imkân. Çünkü buradaki “Türk” teriminin etnik değil ulusal bir ada karşılık geldiğinin bir yansıması. Çünkü İngilizcedeki “Turkish” bir ülkenin ve ulusal kimliğin adı ve sıfatı; bir etnik kategori olarak Türk’ün İngilizcedeki karşılığı “Turk” veya “Turc”. Haydi tüm bunları bırakalım. Diyelim ki seçilmiş bir iktidar böyle bir isim değişikliğine karar verdi, karşılığını da seçimlerde almayı kabul etmiş. Böyle önemli bir milli şirketin adı halka sormadan, en azından bir kamuoyu yoklaması yapmadan değiştirilebilir mi? Peki böyle, milyonlarca dolar masrafa mal olacak bir karar ülke tarihinin en ağır ekonomik buhranın yaşarken uygulamak ne anlama geliyor? Bu kadar uçağı yeniden boyamanın, ofislerden antetli kağıtlara logoları değiştirmenin, yeni ismin tanıtımını yapmanın masrafıyla kim bilir kaç aç çocuk doyar, işsize yardım, üniversite öğrencisine yurt yapılır? Bu tekil olmayan sürreel davranış devleti yönetenlerle “kamu yararı” arasındaki ilişkinin tamamen koptuğunu göstermiyor mu? Bu Duruma Karşı Muhalefetin En Büyük Avantajı, Seçimlere Ülke Ekonomisini, Bir Zümreyi Kayıran Değil, Kamu Yararına Onaran Bir Program ve Kadroyla Çıkmak Bir siyaset bilimci ve politik iktisatçı olarak, özellikle de tüm dünyada gelir ve servet dağılımının bu kadar bozulduğu bir dönemde, devletin her zaman veya çoğu zaman kamu yararına çalıştığı ve farklı sosyal sınıflar arasında tarafsız ve adil olduğunu düşünme lüksüne elbette sahip değilim. 2008 krizi özellikle ABD’de devletin farklı sınıflar arasında adil olma yetisini, artık eskiden de ne kadar vardıysa, ne oranda kaybettiğini açıkça göz önüne serdi. Krizin maliyeti krizin sorumlusu olan finansal kapitalistlerin ve yönetici sınıfların değil orta ve alt gelir gruplarının sırtına yüklendi. Aksini yapmak isteyen bir adayın seçilmesi zor çünkü siyaseti büyük ölçüde onlar finanse ediyor. Nitekim Demokratlar da reformcu Sanders veya Elizabeth Warren’ı değil Joe Biden’ı aday gösterdiler. Ama Türkiye’deki durumun farklı bir düzeyde olduğu da net. Batı demokrasilerinin örneğin Kovid döneminde halka aktardığı yardımlar; eğitime, araştırmaya ayırdığı kaynaklar ortada. Demokrasilerde bir ekonomik kriz ortasında mevcut havaalanlarını yıkmak, milyonlarca doları bir isim değişkliği için israf etmek tahayyül edilemez; hükümet düşürür. Çünkü kamusal alanda bu kör parmağım gözüne politika mahkûm olur. Türkiye’de içinde bulunduğumuz durumun çözümü o zaman açık: kamu yararı ve ahlâkıyla siyasal yönetim arasındaki ilişkinin yeniden tesis edildiği demokratik bir sisteme geçmek. Bunun da yolu cumhuriyet fikrine, yani cumhurun ortak olarak sahibi olduğu bir kamusal alanın yönetimi düşüncesine yeniden sahip çıkmaktan geçiyor. Bu konuda sevgili Ali Yaycıoğlu’nun İpek Özbey’le yaptığı ve çok katıldığım söyleşisine atıfta bulunmakla yetineyim. Cumhuriyet nosyonunun pek de olmadığı bir ülkede yüz yıl önce hatası ve sevabıyla radikal bir cumhuriyet kurabilmiş olmak, en değerli ve bir o kadar da müsrifçe harcadığımız şanslarımız arasında. Bu Süreçte Antidemokratik Yöntemler Yanında İktidarın Elindeki Yegâne Koz Kürt Meselesi Cumhur, cumhuriyet deyince, Türkiye’de Aleviler, Müslüman olmayanlar meselelerinin yanı sıra Kürt meselesini düşünmemek mümkün değil. Çünkü Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Kürtleri Cumhur’un yani milletin eşit, özgür ve mutlu bir parçası yapmanın yolunu bulamamışız. Uzun zamandır belli ki: oy desteğini hızla yitirmekte olan otoriter iktidarın az çok serbest seçimleri kazanmasının belki tek yolu, Kürtlerin desteğini yeniden kazanmak. Kazanabilir demiyorum, ama deneyebilir. Çünkü seçim aritmetiği ortada. Cumhur İttifakı artık oy desteği olarak “birinci seçenek” konumunu Millet İttifakı ve 6’lı Masa lehine yitiriyor. 2015 Haziran seçimleri sonrasında zorla, ve aşağı yukarı o zamandan beri hapiste olan Selahattin Demirtaş’ın eş başkanlığındaki HDP’nin “otoriter başkanlığa destek vermemesiyle” yaratılan denklem bozuluyor. İktidarın yeniden birinci güç olmasının tek yolu yeni bir “Barış Süreci” veya “Kürt Açılımı”. Ama öncekiler gibi bunun da yine kamu yararına değil, iktidar yararına bir süreç veya açılım olacağını tahmin etmek zor değil. Kürt Meselesi ve HDP de Millet İttifakı’nın yumuşak karnı olarak görülüyor. Böyle bir ihtimale karşı Millet İttifakı ve 6’lı Masa’nın duruşu ne olmalı? İktidarın Yeni Bir Barış Süreci Kozununun Karşısına Muhalefet Çözümsüzlük ve Dar Milliyetçilikle Değil: Çoğulcu ve Meşru Zeminde Çözüm ve Müspet ve Kapsayıcı Miliyetçilik ile Çıkmalı Tüm yazılarımda vurguluyorum. Muhalefet kazanmak ve ülkeye demokrasiyi getirmek için ısrarla çözümlerin adresi olmak, bunu anlatmak zorunda. Kürt meselesinde de böyle olmalı. Ama mecliste Kürtlerin seçtiği meşru temsilcilerle konuşarak ve kamu yararına bir anlayışla. Seçim kazanmak ve iktidarını devam ettirmek için değil.
Muhalefet çözümlerin adresi olmak zorunda. Kürt meselesi dahil. Ama mecliste Kürtlerin seçtiği meşru temsilcilerle konuşarak ve kamu yararına bir anlayışla. Seçim kazanmak ve iktidarını devam ettirmek için değil.
İyi Parti gibi milliyetçi bir parti buna yanaşabilir mi?[1] Kanımca milliyetçiliğin yekpare bir ideoloji veya söylem olduğu, müspet ve çeşitliliği tanıyan bir milliyetçiliğin olamayacağı, tam demokratik bir rejimle bağdaşamayacağı iddiaları: kamusal alanımızda 1990’larda ve 2000’lerde yapılan refromcu fikirsel tartışmaların aşamadığı en önemli yanılgıları arasında. Nasıl demokratik dindarlık, laiklik ve sosyalistlik olabilirse:  elbette müspet ve demokratik bir milliyetçilik de olabilir. Konu uzun, yer kısa. Konuya gerek akademik çalışmalarımda gerekse fikir yazılarımda oldukça mesai harcadığım için okuyucuyu onlara yönlendireceğim.[2] Müspet bir milliyetçiliği inşa etmek de milletin içindeki tüm unsurların eşit hakkına ve hukukuna sahip çıkabilmekten geçiyor. Bunu yapmak mümkün ve aynı zamanda Kürtler dahil tüm vatandaşların  ortak sahibi olduğu cumhuriyet fikrine ve içinde bulunduğumuz dönemde Cumhuriyet’e sahip çıkmak anlamına geliyor. Tarihsel bir sorumluluk. --- [1] Bu konuda elbette HDP’nin de yeni şeyler söylemesi mutlaka denklemleri değiştirmeye yardımcı olacaktır. [2] Somer, Murat: “Demokrasi Bloku, Kürt Sorunu ve İkinci Yüzyıl,” İkinci Yüzyıl, Sayı 2, Haziran 2021 Milada Dönüş: Ulus-Devletten Devlet-Ulusa Türk ve Kürt Meselesinin Üç İkilemi  (Istanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2015; 2. Baskı, 2016) Sosyal Demokratlar ve Türkiye’de Kürt Sorunu  (Ankara: Bencekitap, 2016) “Dindar Kürtlerin ve laik Türklerin tarihsel seçimi,” T24: Bağımsız İnternet Gazetesi, 18 Temmuz 2014 “Vatandaşlık Tanımı İçin Atatürk Referans Alınmalı” Akşam, 11 Şubat 2013 “Kürt Meselesinde Son Fırsat: Dünü ve Bugünü Barış İçin Yorumlamak 3”  T24.com.tr : Bağımsız İnternet Gazetesi, 27 Ocak 2011 “Kürt Meselesinde Son Fırsat: Dünü ve Bugünü Barış İçin Yorumlamak 2: Kürtlere Farklı Haklar Eşitlik İlkesini Bozmaz” T24.com.tr : Bağımsız İnternet Gazetesi, 26 Ocak 2011 “Kürt Meselesinde Son Fırsat: Dünü ve Bugünü Barış İçin Yorumlamak 1: Hangi Partinin Tabanı Çözüme daha Yakın” T24.com.tr : Bağımsız İnternet Gazetesi, 25 Ocak 2011 Kürt açılımı, çoğul gerçekler ve kimlikler” Radikal, 25 Eylül 2009 “Zor Olan Başkası İçin İstemek Söyleşi, Newsweek Türkiye, 33. Sayı, 8-14 Haziran 2009. “Kürt Sorunsalı ve Liberal Demokrasi,” Radikal İki, 12 Ekim 2008 “Why Aren’t Kurds Like the Scots and the Turks Like the Brits? Moderation and Democracy in the Kurdish Question,” Cooperation and Conflict 43 (2): 220-249 (June 2008) “Defensive- and Liberal Nationalisms, the Kurdish Question and Democratization” pp. 103-135 in E. Fuat Keyman, ed., Remaking Turkey: Globalization, Alternative Modernities, and Democracy (Oxford: Lexington Books, 2007) Milliyetçilik ve ‘Ulusal Çıkarlar‘” Radikal İki , 29 Ekim, 2006. “Resurgence and Remaking of Identity: Civil Beliefs, Domestic and External Dynamics, and the Turkish Mainstream Discourse on Kurds.” Comparative Political Studies 38 (6): 591-622 (August 2005) “Defensive- vs. Liberal-Nationalist Perspectives on Diversity and Kurdish Conflict: Europeanization, the Internal Debate, and Türkiyelilik” New Perspectives on Turkey 32: 73-91. (2005)