Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde tek kanatlı yürütmenin sistemin merkezini oluşturması nedeniyle, yeni hükümet sistemi arayışlarında tartışma Cumhurbaşkanının parti kökenli olup olmaması bağlamında da yapılmaktadır. Siyasi rejimimiz 2017 Anayasa değişiklikleriyle hukuki, 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle fiili olarak partili Cumhurbaşkanlığını ilk kez deneyimlediği için, tartışmanın nesnel gerekçeleri fazlasıyla mevcut. Cumhurbaşkanlığı makamı 1982 Anayasasına kadar klasik parlamenter sistemdeki sembolik görev ve yetkilerle donatılmış iken, 1982 Anayasası Cumhurbaşkanlığını sistem içinde güçlendirmiş, yeni sistemle birlikte yürütme, kimi yasama ve yargı işlevlerinin ifasında adeta son sözü söyleyen merciye dönüşmüştür. Sırasıyla önce Cumhurbaşkanlarının halk tarafından seçimi, ardından üyesi olduğu siyasi partiyle bağının devam etmesine imkan tanıyan, genel başkan olarak görev yapmasının önünü açan Anayasa değişiklikleri Duverger’in yarı-başkanlık sistemlerinde Cumhurbaşkanları için yaptığı tanımlamaya benzer şekilde, “seçimle gelen krallar”a adeta politik post giydirmiştir. Yeni sistemde Cumhurbaşkanlarının yasama, yürütme, yargı ve bunlar arasındaki ilişkileri düzenleme odaklı geniş yetkileri siyasi parti bağıyla birlikte düşünüldüğünde,  denge ve denetlemenin olmadığı Anayasal ve kurumsal bir yapı içinde sistem doğal olarak otoriterleşmeye savrulmaktadır. Tabii ki sadece otoriterleşme değil, siyaset yapma biçiminden, siyasi partilerin işleyişine, işlevlerine, kamu bürokrasisindeki yapılanmaya, en fazla da siyasi kutuplaşmaya, istikrarsızlığa zemin hazırlamaktadır. GÖREV VE YETKİ KULLANIMI AÇISINDAN CUMHURBAŞKANLIĞI TİPLERİ Güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili olarak partilerin hazırlayıp, kamuoyu ile paylaşmış oldukları raporlarda, muhalefetin Cumhurbaşkanlarının parti üyesi olmalarının önünün kapatılması öngörülürken, bir süreden beri konuyla ilgili benzer bir tartışma da Cumhurbaşkanı adayı olacakların bir siyasi partinin genel başkanı olup olmamaları, kendisinde aranması gereken nitelikler konusunda yaşanıyor. Konuya ilişkin çok ayrıntılı bir Anayasal düzenleme yapmak hukukilik ve meşruluk açısından doğru ve kolay olmasa da, bu tür bir teamül konusunda muhalefet partilerinin ilke kararı almaları özellikle olası bir güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sonrasında sistemin işleyişine esneklik sağlayabilir. Esnekliği sağlamanın bir diğer yolu; genel başkanların Cumhurbaşkanı adayı olmaları durumunda, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sürecinde geniş yetkilerin içinde yer aldıkları bloğun partileriyle müzakere ve oydaşma usulüyle kullanılacağına dair bir centilmenlik anlaşması yapılmasıdır. Nihai amaç ise; güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçildikten sonra, seçilecek Cumhurbaşkanının  sembolik yetkilerle görevine devam etmesidir. TÜRKİYE’DE  PARTİLİ CUMHURBAŞKANLARI Partili Cumhurbaşkanlığı konusu iki bağlamda değerlendirilebilir. İlki; parti genel başkanlarının Cumhurbaşkanı adayı olup olmamaları, ikincisi; Cumhurbaşkanı adaylarının seçilmeleri durumunda partileriyle bağlarının devam edip etmemesi. 1950’den günümüze parlamenter sistem içinde Celal Bayar, Turgut Özal, Süleyman Demirel, parti genel başkanlığı geçmişleriyle aday olup Cumhurbaşkanlığına parlamento tarafından seçilirken, Erdoğan önce parlamenter sistemde halk tarafından Cumhurbaşkanlığına, ardından yeni sistemde halk tarafından Cumhurbaşkanlığına ve  parti yönetimi tarafından genel başkanlığa seçilmiştir. Bu özelliğiyle Türkiye siyasi hayatında Cumhurbaşkanlığı ve parti genel başkanlığını uhdesinde toplayan ilk ve tek genel başkan Erdoğan’dır. Parti genel başkanlığı referansı ve parlamento desteğiyle Cumhurbaşkanı seçilen Bayar, Özal, Demirel örneklerinde Bayar Demokrat Parti’de genel başkanlığı seçilen karizmatik lider Menderes karşısında sistem içinde  zaman zaman Menderes’i yönlendirse de, genel olarak sembolik yetki, statü ve konumuyla görev yapmıştır. Yürütmenin sorumlu kanadı hükümetle ilişkileri parlamenter sistemde klasik Cumhurbaşkanlığı sınırları içindeydi. 1924 ve 1961 Anayasaları yetki, görev, organlar arasındaki ilşkiler açısından Cumhurbaşkanlarına ‘icracı olmayan Cumhurbaşkanlığı’[1] statüsü vermiş, Bayar büyük ölçüde bu statü içinde kalmıştır. 1982 Anayasası ise Cumhurbaşkanını bu statünün ötesine, sembolik olmayan, güçlü fakat sorumsuz bir statüye taşımıştır. Demirel Anayasanın sağladığı bu imkana rağmen, yürütmede aktif olmayan icrayı tercih ederken, Erdoğan aktif icra ile yürütmede  fiili olarak tek yetkili Cumhurbaşkanlığı devrini açmış, halk tarafından seçildikten sonra bu statü yürütmenin işleyişi anlamında pekişmiştir. Cumhurbaşkanlarının statüleri ile görev, yetki kullanımları veri alındığında parlamenter sistem döneminde parti kökenli, genel başkanlıktan Cumhurbaşkanlığına yükselen aktif parti siyaseti açısından 2 tür Cumhurbaşkanlığı dikkatimizi çekmektedir. Bayar ve Demirel örneklerinde kendi statü ve görev alanlarının dışına teknik olarak çıkmayan, seçildikleri partiyle bağı duygusallık düzeyinde kalanlar, ikinci tür olan kısmen Özalcı ve mutlak anlamda Erdoğancı Cumhurbaşkanlığı örneğinde ise Anayasal yetkilerini tam anlamıyla kullanmakla sınırlı kalmayan, seçildikleri partiyle bağlarını dolaylı değil, doğrudan sürdüren, partilerin tüm süreçlerine Özal gibi dolaylı, Erdoğan gibi doğrudan müdahil olan ikinci tür. Her iki türün sistem ve parti siyasetinde ürettiği sonuçlara baktığımızda; 1.türde Bayar’ın partizanlıktan vazgeçmeden, Cumhurbaşkanının klasik, sembolik alanınının dışına çıkmaması, karizmatik liderin partinin başında olduğu DP döneminde parlamenter sistem ve iktidar partisi işleyiş, fonksiyon anlamında zaafiyete uğramadan fonksiyonlarını sürdürmesidir. 2.tür, Özal örneğinde partiyi de yürütmenin sorumlu kanadını da konrol ederek elinde tutmak istemesi, sonunda partisinin elinden kaymasıyla sonuçlanmıştır. Partisinin parlamentoda çoğunluğu kaybettiği dönemde yasama-yürütme arasındaki çatışmaları da buna eklemek gerekir. Bu çerçeveden bakıldığında, parlamenter sistem deneyimimizde Cumhurbaşkanlarının parti siyaseti ile ilişkisi, satüsü, organlarla ilişkisi bağlamında Partizan/Sembolik (Bayar), Partizan/İcracı (Erdoğan, Özal), Tarafsız/Sembolik (Demirel) olmak üzere işleyen bir Cumhurbaşkanlığı tipolojisinden söz edilebilir. Erdoğan yeni hükümet sisteminde ise, sistemin doğası (geniş yetkiler, halk tarafından seçilme, parti genel başkanlığı) gereği Partizan/İcracı başkan olarak görevini sürdürmektedir. Bu tipolojide Cumhurbaşkanlarının ve başkanın partileri ile sistem açısından ne tür sonuçlar ürettiğine baktığımızda, özellikle parti genel başkanlığından gelen Cumhurbaşkanlarının görevleri süresince tarafsız/sembolik kalmaları durumunda partileri varlıklarını devam ettirmekte, genel başkanın karizmatik lider özelliklerine sahip olması durumunda, partide yerileri doldurulamamakta, Cumhurbaşkanı partisini kontrol etmek istediğinde ise parti zayıflamaktadır[2]. Liderin yerini dolduracak güçlü isimler yoksa -ki bizde olmamaktadır- parti kurumsallaşamıyor. Özellikle Cumhurbaşkanının Anayasal yetkileri ve parti bağının hukuki olarak devamına imkan tanıyan sistem, bünyesinden Cumhurbaşkanı çıkarma potansiyeli olan partilerde son dönemde belirginleştiği gibi, liderleri politik ahtapota dönüştürme riski üretmekte, ahtapot bir süre sonra partiyi yutabilecek güce ulaşmaktadır. Özal’ın ANAP’ı örneğinde bunu kısmen gözledik. Yasama-yürütme çatışması bağlamında bakıldığında, Partizan/İcracı cumhurbaşkanlığı tipinde geniş yetkilerle donatılmış Cumhurbaşkanları neredeyse yasamaya nefes alma alanı bırakmıyor.  Karizmatik Cumhurbaşkanları olması durumunda, parlamentoda partisi de çoğunluktaysa, yasama organı Cumhurbaşkanının tasdik merciine dönüşmektedir. Bu tipte Cumhurbaşkanının özellikle halk tarafından seçilmesi durumunda kendisini seçenlerin başkanı olduğuna ilişkin yanlış bilinç geliştirmesi, partizan icraatlara yönelmesine, bu da politik kutuplaşmaya neden olmaktadır (Özal, Erdoğan örnekleri). Politik ve ekonomik istikrarsızlık partizan/icracı tipte kaçınılmaz bir son. Kaynakların, makamların adaletsiz, liyakattan uzak biçimde hak edenlere değil de, taraftarlara dağıtılması son tahlilde ekonominin yönetilememesine, o da ekonomik istikarsızlığa yol açmakta, ekonomideki gerileme dışlayıcı demokrasi uygulamalarıyla polititik istikrarsızlığa evrilmektedir. İstikrarsızlık, gücünü paylaşmayan, koruyup, pekiştirmek isteyen tek merkezli icranın iktidarını sürdürmek için otoriterleşmesine, partiyi, toplumu, devleti aynı anda kontrol isteği demokratik gerilemeyle sonuçlanmaktadır (Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ve Başkanlık dönemi). PARTİSİZ CUMHURBAŞKANLIĞININ KODLARI Parti genel başkanlarının Cumhurbaşkanı ya da Başkan adayı olması partilere zarar vermekte, zayıflatmakta, kapasite geliştirememelerine, kurumsallaşamamalarına neden olmakta. Siyasette yakın dönem trendi birleştirici-rızaya dayalı siyasi rejimlerde liderlerin kişisel özellikleri kadar, kurumlar  (medya, çıkar çevreleri),otoriter liderler üretmeye yatkınlıktır. Egonun narsist patlaması, kişisel gücün bir liderlik modeli olarak sunulması, odağın lideri kaydırılması[3] temsili demokrasiler açısından bir risk unsurudur. Bu nedenle, ideal olan; genel başkanların Cumhurbaşkan adayı olmayı tercih etmemeleri, bu konuda özellikle Millet ittifakı ve muhalefetin, oyların da parçalanmaması için müzakere ile mutabakata varmalarıdır. Ya da partinin genel başkanlığına seçilecek kişinin güçlü, karizmatik, liderin yerini dolduracak nitelikte olmasıdır. Cumhurbaşkanının seçildikten sonra partisiyle hukuki bağın sona ermesi, parti siyaseti ve kapsayıcı demokrasi açısından olmazsa olmazdır. Sonuç olarak, Türkiye gibi sosyal bölünme çeşitliliğinin mevcut, güçlü, karizmatik liderliğin yaygın, siyasi kutuplaşmanın şiddetli, partizanlığın yaygın, oy ve sandalye parçalanmasının ilk seçimde artma olasılığı yüksek olan bir ülkede sürdürülemez olan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yerine, güçlendirilmiş parlamenter sistem rızaya dayalı çoğulcu, kapsayıcı bir düzene geçiş için önemli. Başkanlık sistemlerinin rıza yerine biat üretmesi, kurumların çatışmasına yol açması, sonuçta sistemin bir krizden diğerine sürüklenmesine karşılaştırmalı çalışmalarda sıklıkla attıfta bulunulur. Demokratik gerilemeden demokrasiye yeniden dönmenin anahtarı, sosyololik açıdan bölünmüş çoğulcu toplumlarda politik kimliği öne çıkmayan, tarafsızlığı, uzlaştırıcı niteliği öne çıkan aktörlerle, yani partisiz  cumhurbaşkanı adaylarıyla mümkün. Muhtemelen partiler için en uygun yöntem; ayrılmaları durumunda çoğu krize sürüklenen partilerin liderlerinin adaylığı yerine, partili kökenden gelen, fakat partizan olmayan aktörlerle güçlendirilmiş parlamenter sistemde tarafsız/sembolik yetkilerde kalmayı kabul eden adaylarla Cumhurbaşkanlığı yarışına girmeleridir. Tabii ki ortak aday da olmazsa olmaz koşuldur. ---- [1] Parlamenter demokrasilerde icracı olmayan başkanlık için bkz. Elliot Bulmer; Non-Executive Presidents in Parliamentary Democracies, IDEA Publishing, Stockholm, 2017. [2] Gianluca Passarelli; “The Presidential Party: A Theoretical Framework for Comparative Analysis”, Political Studies Review, V:18, Issue 1, 2020, https://journals.sagepub.com/doi/10.1177/1478929919862232. Alıntı tarihi: 14 Temmuz 2021. [3] Bkz. Raffaele De Mucci; “Governmental Leadership without a political Party” Open Journal of Political Science, V:8, N.3, July 2018. https://www.scirp.org/journal/paperinformation.aspx?paperid=86175.Alıntı tarihi: 14 Temmuz 2021.