Çocukların yetiştirilmesinde çocuğun maddi zorunlu ihtiyaçlarını aileye hatta erkeğe bırakılıp sonrada yaşanan olumsuzluklarda ebeveynleri suçlamak Kapitalist devlet işleyişindeki sorumlu pozisyonlardakilerin alışıklığına neden olmuş gibi görünüyor. Çocuğun belli yaşa gelene kadar annenin çalışma yaşamının dışında bırakılması, burada fiziksel, psikolojik gelişiminde yaşanan her türlü eylemden anneye tek başına rol biçilirken, erkekte gece gündüz çalışıp, asgari geçim şartlarını yerine getirmek yükümlü kişi olarak ailenin iş paylaşımındaki yerini alıyor. Çocuğun eğitimdeki eşitsiz şekilde yararlanması da yine haneye giren ücretle ölçülüyor. Sunulan tercihler arasında olan özel ve devlet okulları aslında tercihten çok ekonomik durumun belirleyiciliğinde oluyor. Çocuk hakları sözleşmesinde yer alan çocuğun ilköğretimin ücretsiz olması maddesinin bu sözleşmeden yana taraf olan ülkelerde bizim ülkemizde defter, kalem, çanta, aidat vb zorunlu ihtiyaçları karşılamak zorunda olan ailelerin çocuklarının devlet okullarında ücretsiz eğitim aldığını söyleyemeyiz sanırım. Çocukların eğitimi devam ederken yada bir nedenden dolayı eğitim hayatından kopan çocukların geleceğinden kaygı duyan aileler, meslek sahibi olması için iş yerlerine gönderdikleri, çırak olarak tanımlanan iş yerlerinde ücretsiz emek sömürüsünün parçası yapılıyorlar. Eğitimin bir parçası da zorunlu staj dayatması, özellikle meslek liselerin de okuyan çocuklar ücretsiz yada cüzi bir miktar ücret karşılığında üretimin parçası olmaları gibi. Çocuğun yetiştirilmesinde sorumluluk alması gereken devletinde bu süreçte aranıp bulunması çok zordur. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi Madde 18
  1. Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesinde ve gelişmesinin sağlanmasında ana–babanın birlikte sorumluluk taşıdıkları ilkesinin tanınması için her türlü çabayı gösterirler. Çocuğun yetiştirilmesi ve geliştirilmesi sorumluluğu ilk önce ana–babaya ya da durum gerektiriyorsa yasal vasilere düşer. Bu kişiler her şeyden önce çocuğun yüksek yararını göz önünde tutarak hareket ederler.
  2. Bu Sözleşme’de belirtilen hakların güvence altına alınması ve geliştirilmesi için Taraf Devletler, çocuğun yetiştirilmesi konusundaki sorumluluklarını kullanmada ana–baba ve yasal vasilerin durumlarına uygun yardım yapar ve çocukların bakımı ile görevli kuruluşların, faaliyetlerin ve hizmetlerin gelişmesini sağlarlar.
  3. Taraf Devletler, çalışan ana–babanın, çocuk bakım hizmet ve tesislerinden, çocuklarının da bu hizmet ve tesislerden yararlanma hakkını sağlamak için uygun olan her türlü önlemi alırlar.” (https://www.unicef.org/turkey/%C3%A7ocuk-haklar%C4%B1na-dair-s%C3%B6zle%C5%9Fme)
Yukarıda asgari geçim şartlarını oluşturmayı başarabilmiş ailelerin çocuklarının işçiliğe adım atışlarını değindim. Şimdide ekmeğe ulaşamayan ailelerin çocuklarının yolunun mecburen iş yerlerine, sokaklara nasıl düştüğünden kısaca bahsedeceğim. ”Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yayımlanan rapora göre, Covid-19 pandemisi, açlıkla karşı karşıya kalan kişi sayısının yüzde 18 oranında artmasına neden oldu. Gıdaya erişimin giderek zorlaştığı 2020 yılında açlık sorunu yaşayan insanların sayısı 811 milyona yükseldi.” Euronews'ten Hüseyin Koyuncu'nun haberine göre 2030 yılına kadar açlığı ortadan kaldırma hedefine ulaşmanın zaten zor olduğunu vurgulayan rapor, salgınla birlikte bu hedefe ulaşmanın daha da güçleşeceği uyarısında bulundu. Ebeveynlere iş imkânı sunamayan kapitalist devletlerin imza attığı bu sözleşmede yazılı maddelerin hayata geçirilişinin izleme raporuna ulaşmaya çalıştım ancak bu uğraşım sonuçsuz kaldı. Milyonlarca iç insanın olduğu bir dünyada çocuk işçiliğinin bir aile tercihi olduğu iddiası gerçek dışıdır. Çocuklar sistematik olarak kapitalist sistemin doğasındaki daha çok kar etme durumundan dolayı yaşanan eşitsizliklerden kaynaklı çalışmak zorunda bırakılıyor. Eşitsizliklerle mücadele etmek çocuk işçiliği ile de mücadele etmek demektir.