İlk problem düşük faiz ve yüksek kur ile enflasyon beklentilerinin bozulması ve dolarizasyon yaşanması. Fakat asıl risk itibarın yitirilerek yastık altına kaçışa dönüşmesi. Albayrak’ın uyguladığı sistemin çöküşü bundan kaynaklanmıştı. İçinizden birçoğunuz, bu yeni model mevzusunu benim fazla ciddiye aldığımı düşünebilir. Fakat Türkiye’nin geleceğine ilişkin öngörülerde bulunabilmek ve nihai noktaya varırken izlenecek patikayı ortaya çıkarmak için plansız ve tutarsız da olsa devleti yönetenlerin güdü, tercih ve amaçlarını ayrıntılı incelemek gerek. Ancak bu tip analizlerin sonucunda nasıl tepki verileceği belirlenebilir ve hasarın tespiti ile enkazın kaldırılması üzerine görüş bildirilebilir. Öncelikle Eylül 2021 başından itibaren dile getirilip icra edilen bu modeli açıklayalım. Yüksek enflasyona rağmen düşük faiz politikası uygulanacak, neticesinde döviz kurları yükselecek, dış ticarette rekabet gücü kazanılıp dış açıklar örtülecek, elde edilen döviz gelirleriyle eş anlı parasal ve mali genişleme uygulanacak, artan üretimle birlikte enflasyon zamanla düşecek, tetiklenen yatırımlarla istihdam artacak ve nihayetinde ücretler reel olarak yükselecek. Tam da bu sürecin sonunda bir erken seçime gidilerek bir şekilde 5 yıl daha yetki elde edilecek. Tabii daha ilk haftalardan itibaren model çalışmadı; döviz kuru bir miktar artmak yerine spekülatif atağa dönüştü, enflasyon beklentileri feci halde bozuldu, ötesi iç ticaretteki fiyatlama ve tedarik mekanizması bozuldu. Döviz kurunun yaratabileceği sorunlar gecikmeli idrak edilince, devam edeceği henüz kesin olmayan bir şekilde, döviz müdahalesi yapıldı ve hatta faiz indirim politikasına ara verilebileceğine dair imalar başladı. Bu durumun neticesinde uygulanmak istenen modele belirli revizyonlar yapılarak, yani hedeflenen politikalar törpülenerek sürdürülmek istenebilir. Farkında olup olmadıklarını bilmemekle birlikte, eğer yola aynen devam ederlerse kendileriyle birlikte memleketi de uçurumdan aşağı atmış olurlar. Gelelim bu modelin başarısı için eş anlı gerçekleşmesi gereken çok sayıdaki varsayımlara. İlk problem düşük faiz ve yüksek kur ile enflasyon beklentilerinin bozulması ve neticesinde dolarizasyon yaşanması. Bu durum döviz kurundaki baskıyı artırıyor, fakat tek başına yıkıcı etki yaratmıyor. Asıl risk zamanla itibarın daha da yitirilerek yastık altına kaçışa dönüşmesi. Kasım 2020’de Berat Albayrak’ın uyguladığı sistemin çöküşü bundan kaynaklanmıştı.
AKP rekabetçi kur derken muhtemelen 9-11 TL arasından bahsediyordu ama itibar eksikliği ile belirsizlik nedeniyle kur daha yukarılara sıçradı. Enflasyon sarmalı beklentisiyle stoklama, döviz kuru normalleşir beklentisiyle tedariki yavaşlatma eğilimleri hâkim.
İkinci problem kamu ve özel sektörün yabancı para cinsi borçluluğu. Merkezi hükumetin 238 milyar dolar borcu var ve bunun %60’ı, yani 143 milyar doları yabancı para. Buna ek olarak miktarı belirsiz Hazine döviz gelir garantili projeler de var. Tabii yüksek enflasyon devletin vergi gelirlerini de artıracak, fakat aynı düzeyde değil. Finansal olmayan özel sektörün net döviz açık pozisyonu ise 125 milyar dolar. Bunun bir kısmı finansal araçlarla dengelenmiş durumda, fakat son 4 yılda zaten zayıflamış sermaye yapılarını da hesaba katmalı. AKP iktidarı rekabetçi kur söylemini öne atarken muhtemelen 9-11 TL arasındaki bir dolar kurundan bahsediyordu ama itibar eksikliği ile belirsizlik nedeniyle kur çok daha yukarılara sıçradı. Neticesinde iç tedarik ve ödeme sistemlerinde sorun yaşandı. TL cinsi ve vadeli satış yapmaktan kaçınılıyor. Ayrıca enflasyon sarmalı beklentisiyle stoklama veya döviz kuru normalleşir beklentisiyle de dış tedariki yavaşlatma eğilimleri hâkim. Bu durumların sonucunda, yerli imalat yurt dışına göre ucuzlasa da hedeflenen hacim yakalanamayabilir. Türkiye küresel gelişmelerden yalıtılmış durumda değil. ABD Merkez Bankası Fed’in varlık alım programını azaltması düşünülenden daha az etkiliydi. Fakat bu ülkedeki artan enflasyon ve bunun küresel faiz oranlarını artırma hızı daha etkili olacak. Ayrıca Çin’de büyümenin ivme kaybetmesi ve sorunlu kredilerle dolu finansal sistemdeki çalkantılar önemli bir risk unsuru. Dünya genelinde Afrika kıtası dışında aşılamanın yaygınlaşmasıyla Nisan 2022’de pandeminin epidemi düzeyine düşeceği beklentisi var. Bu nedenle AKP iktidarı 2022’de hem Türkiye’nin net ithalatçısı olduğu enerji ve emtia fiyatlarında düşüş hem de normalleşmeyle birlikte turizm gelirlerinin rekor kırmasını bekliyor. Omicron isimli Covid-19 varyantı bu iyimser beklentileri şüpheli hale getirdi; üstelik aşılama tamamlanmadıkça yeni bir varyantın daha çıkma ihtimali sürecek. Dahası AB ve Rusya ile ikili ilişkiler seyahat kısıtlamalarını etkileyebiliyor.
Yoksullukla sınanacak milyonları kontrol altında tutmak kolay değil ve böyle bir patlamaya iktidarın tepkisi de yumuşak olmaz. Yani yalnızca kurumsal değil toplumsal muhalefet de sertleşebilir; istikrar tümden yitirilebilir.
Son olarak ağır zam yağmuru altındayız ve döviz kuru 13-14 TL arasına yerleşirse, yani daha da sıçramasa bile, tüketicilerin hissettiği hayat pahalılığı gittikçe artacak. Asgari ücretteki yüksek artışı her firma karşılayamayacağı gibi, muhtemelen yılın ilk aylarından bu artışın yarattığı refah buharlaşacak. Devlet memurları ve özel sektör beyaz yakalıları ise yine en çok satın alma gücü kaybı yaşayanlar olacak. Geçtiğimiz yıl beklenen geliri kazanamayan tarım, inşaat ve turizm çalışanları kara kış aylarında iyice yoksullaşacak. Tam da bu ortamda döviz cinsi büyük servete sahip olanlar tüketimlerine devam edecek. Onlara ek olarak devlet imkânlarından faydalananlar da hak etmedikleri lüks hayatı yaşamayı sürdürecek. Biri yerken yalnızca bakmak zorunda kalanların buna tepki gösterme ihtimalleri hiç de az değil. Korku iklimine ve seçimlerde güç gösterme tercihine rağmen yoksullukla sınanacak milyonları kontrol altında tutmak kolay değil ve böyle bir patlamaya iktidarın tepkisi de yumuşak olmaz. Yani yalnızca kurumsal değil toplumsal muhalefet de sertleşebilir; istikrar tümden yitirilebilir. Özetle, bir anda önümüze getirilen ve büyük sakarlıkla uygulanan bu modelin başarısı hiç kolay değil. Ekonomideki başarısızlıkları otoriter yönetimler daha çok baskıyla karşılamaya meyillidirler. Bu nedenle muhalefet mevcut zayıflıkları iyi bilmeli, toplumu örgütlemeli, olası baskıya karşı bünyesinde ve çevresinde bulundurduğu tüm gruplara koruma sağlamalıdır.