İrrasyonel politikalardan vazgeçilsin diyenlerin amacı çifte kavrulmuş kur politikasına geri dönülsün değil. Arzu edilen; dükkanların kapanmayacağı, işsizliğin artmayacağı ve refahın toplumun geniş bir kesimine yayılacağı politikaların hayata geçirilmesi. 1990’lı yılların belalı değişkeni enflasyon, 2001 yılında yaşanan krizin ardından yapılan yasal değişikliklerle özellikle 2004 yılından itibaren nispeten kontrol altına alınmış, artık tek haneli rakamlara düşürülmüştü. Neredeyse 20 yılı aşkın bir süre yüksek seyreden enflasyonun kontrol altına alınmasının yarattığı bahar havası ekonominin her alanında hissediliyordu. Türkiye ekonomisinin yaşadığı dönüşüm ve başarı hikayesi hem ulusal hem de uluslararası basında geniş bir şekilde yer buluyor, gerçekleştirilen mega projeler gazetelerin ilk sayfasını süslüyordu. BİR DİYALOG NELERE KADİR Ekonominin tam da bu coşkulu yıllarında doktoraya başlamıştım. Bir yıl sonrasında da araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Artık akademinin içinde, akademik tartışmaların tam da ortasındaydım. Hatta şu an aramızda olmayan ve kendisini her zaman sevgiyle ve saygıyla andığım Prof. Dr. Dündar Sağlam ile aynı odayı paylaşıyordum. Hoca yaşından ve sağlığından dolayı okula sık gelemiyordu. Sağlığını korumak için kalın giyiniyor, başını soğuktan koruyan şapkasını elinden asla düşürmüyordu. Geldiği günlerde ekonominin durumu hakkında etraflıca konuşma fırsatımız oluyordu. Sağlığından dolayı uzunca bir süre okula gelemediği zamanlarda bizzat ben kendisini ziyaret ediyordum. Bağdat Caddesi üzerinde bulunan evinin yakınında bir kafede buluşuyor, fikir alışverişimize devam ediyorduk. O yürüyüşlerin birinde şahit olduğum bir diyalog akademik hayatım üzerinde oldukça etkili oldu. Hocayı o gün yine evinden almıştım. Bağdat Caddesi üzerinde yer alan kafeye doğru yürüyorduk. Konuşmamız devam ederken Dündar Hoca birden durdu ve dükkanların birinin camında yazan Devren Satılık yazısına dikkatlice baktı. Hemen kapıyı açtı, içeri girdi ve “Üstadım hayırdır, kapatıyor musun?” diye sordu. Dükkân sahibi “Evet hocam. Ne yazık ki!” dedi. Bu dükkân, hocanın severek taktığı şapkaları üreten ve satan bir esnafa aitti. “Hocam 35 yıldır bu meslekteyim, böyle bir dönem yaşamadım. Dışarıdan şapka getirip satanlar daha fazla para kazanıyor. Boşuna üretim yapıyoruz. Ayakta duracak gücümüz kalmadı. İthal şapka da satmak istemiyorum. Benden bu kadar.” dedi. Sohbet sonunda dükkândan ayrıldıktan sonra hoca bana dönüp “Çifte kavrulmuş döviz kurunun ülkeyi getirdiği durumu görüyor musun?” dedi. ÇİFTE KAVRULMUŞ KAZANÇ O günlerde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından belirlenen faiz oranı bugünlerdeki gibi negatif değerde değildi; pozitifti. Dünyada ise faiz oranları oldukça düşük, hatta sıfıra yakın seyrediyordu. Bunun sonucunda ülkeye ciddi miktarda sermaye girişi oluyor, Türk lirası hızla değer kazanıyor, Çin ve Hindistan gibi küresel ticaret sisteminde ağırlığı artan ülkelerden ucuz ithal ürünler geliyor, bu ucuz ithalat enflasyon oranlarındaki düşüşe katkı sağlıyor, “TCMB enflasyonu dize getirme başarısına başarı katıyordu!”. Bu dönemde aynı zamanda cari açık hızla artıyor, ancak sermaye girişi yüksek olduğu için döviz kuru çok artmıyor, hatta düşüş gösteriyordu. Örneğin 26 Haziran 2006 tarihinde 1.65 ₺ olan dolar kuru, 26 Haziran 2007’de 1.32 ₺’ye, 26 Haziran 2008’de aradan geçen 2 yıl sonunda 1.22 ₺’ye düşüyordu. Yurtdışından gelen yabancı sermaye ve ülke içindeki döviz sahipleri hem parasını yüksek faize yatırıp Türk lirası kazanıyor hem de ülkeden vade sonunda vade başındakinden daha düşük kurla parasını dövize çevirip ikinci kez kazanıyordu. Yani parası çifte kavrulmuş kazanç elde ediyordu. CARİ AÇIĞI, SANAYİ ÜRETİMİNİ VE İŞSİZLİĞİ ÖNEMSEMEYEN MERKEZ BANKASI O dönemde merkez bankasının tek bir hedefi vardı: enflasyonu hedeflenen düzeye düşürmek. Kurun hangi değerde olduğu veya cari açığın ne tarafa doğru yöneldiği kurum yönetiminin pek ilgi alanına girmiyordu. Yasanın vermiş olduğu görevde başarı sağlanmış, enflasyon tek haneli rakamlara düşürülmüştü. Ancak izlenen para politikasının neden olduğu kur seviyesinin ülkenin sanayi üretiminin yapısında yarattığı bozulma ile ilgili herhangi bir kaygı duyulmuyor, reel kur gelişmeleri kurumun raporlarına pek yansımıyordu.
2018 yılı artık Türkiye ekonomisi için dönüm noktasıydı. Para politikasında sadeleşme döneminde rezerv politikası terk edilmişti. Artık ekonomi yönetiminde bilimsel kriterlere göre değil, hissiyata göre kararlar alınıyordu.
Bu dönemde bazı iktisatçılar -özellikle heterodoks yaklaşımı benimseyenler- izlenen para politikasının sanayi üretiminde neden olduğu tahribata dikkat çekiyor, yaşanan durumu sanayisizleşme (deindustrialization) olarak tanımlıyorlardı. Ucuz ithalatın hizmetler sektörü üzerinde yarattığı pozitif etki ile milli gelir artıyor, sanayi üretiminin payı ise azalıyordu. Merkez bankasının 2003-2010 arasında etkili bir rezerv politikası izlememesinin faturası imalat sanayine çıkıyor, yerli üreticiler dükkânlarına birer birer devren satılık tabelaları asıyordu. Bu durum işsizliğin de artmasına neden olmuştu. 2000 yılında %6,4 olan işsizlik oranı 2010 yılına gelindiğinde %11,9’a ulaşmıştı. Üretimin ve işsizliğin aynı anda arttığı bu dönem yoksullaştıran büyüme dönemi diye tanımlanıyordu. YENİ BİR POLİTİKA: POLİTİKA KARMASI TCMB yönetimi nihayet 2009 yılında ekonomide yaşanan sorunları fark etmeye başladı. Banka, 17 Kasım 2009 tarihinde İstanbul’da “Dış Ticarette Yapısal Dönüşüm: Küresel Dinamikler ve Türkiye Ekonomisi” konulu konferansta cari açığı merkeze koyan bir sunum gerçekleştirdi. Arkasından da 2010 yılının Ekim ayında politika karması adı verilen bir para politikası stratejisi hayata geçirildi. Bu stratejinin amacını ve önemini anlatan makaleler kaleme alındı.[1] Stratejinin ana amacı, ikili bir faiz yapısı ile enflasyonu kontrol altına almak, sermaye girişlerini yavaşlatmak ve ülkeye giren dövizleri doğrudan müdahaleye gerek kalmaksızın merkez bankası bünyesine çekmekti. İzlenen bu politika ile reel kurdaki değerlenmeye son verildi. Ancak politika kendi içinde başka riskleri biriktirmeye başladı ki bu başka bir yazının konusu. 2013 yılının mayıs ayında Federal Rezerv, sıkılaştırıcı politikalara geçeceğine dair açıklamada bulundu. Aynı dönemde Türkiye’deki siyasi ikilimin baskıcı yönde değişmeye başlaması, ulusal paranın politika karması biçiminde yürütülen para politikası ile değil, daha çok siyasi gelişmelerle değer kaybetmesine neden oldu. Yani merkez bankasının yeni rezerv politikası aktif olarak sadece 2.5 yıl civarı uygulanabildi. KENDİNE AİT OLMAYANI HARCAYAN REZERV POLİTİKASI 2018 yılı artık Türkiye ekonomisi için bambaşka bir yolun başlangıcıydı. Para politikasında sadeleşme olarak lanse edilen yeni dönemde rezerv politikası terk edilmişti. Artık ekonomi yönetiminde bilimsel kriterlere göre değil, hissiyata göre kararlar alınıyordu. Politika karması ile kazanılan döviz rezervleri, dövizin belini kırmak için arka kapıdan satılır hale gelmişti. Kırılamayan dövizin beli, swaplar yardımıyla bükülmeye çalışılıyordu. 2000’lerin başlarında etkin olmayan rezerv politikası, 2018 sonrasında kendine ait olmayanı harcayan rezerv politikasına dönüşmüştü. REZERV POLİTİKASI OLMAYAN PARA POLİTİKASI BAŞARIYA ULAŞAMAZ Önümüzdeki yıl seçim var. İttifaklar ekonomi ile ilgili projeksiyonlarını açıklamaya başladı. 2000’lerin başından yakın zamana kadar bizzat merkez bankasının içinde aktif görevde bulunan ve fikirlerine/eserlerine her zaman kıymet verdiğim Hakan Kara’nın geçenlerde CHP'nin "İkinci Yüzyıla Çağrı" Programında gerçekleştirmiş olduğu sunumda sarf ettiği geçmişten ders alıp geleceğe yönelik politikaları tasarlamak gerekiyor” sözü önemli. Bu sözün, ittifaklardan birinin en güçlü partisinin programında söylenmiş olması, söylenen sözün hayat geçme ihtimali hakkında az çok fikir veriyor. Sunumda dikkatimi çeken asıl husus ise Kara’nın politika bileşiminden özellikle bahsetmesi ve reel kur ve rezerv politikasına özel bir başlık ayırması. İktisat bilimi dinamik bir bilim. Gün geçtikçe iktisadi yapılar değişiyor; iktisadi yapılar değiştikçe de yeni teoriler doğuyor ve yeni uygulamalar gelişiyor. 20 yıl öncesine kıyasla günümüzde artık etkin bir rezerv politikası izlemeyen bir merkez bankasının varlığından bahsetmek pek mümkün değil. Aksi taktirde uzun dönemli bir başarıya erişmeleri de mümkün değil. İrrasyonel politikalardan vazgeçilsin diyenlerin amacı çifte kavrulmuş kur politikasına geri dönülsün de değil. Arzu edilen; dükkanların kapanmayacağı, işsizliğin artmayacağı ve refahın toplumun geniş bir kesimine yayılacağı politikaların hayata geçirilmesi. Huzur içinde uyu sevgili hocam. --- [1] Bkz: Başçı, E., & Kara, H. (2011). Finansal istikrar ve para politikası. İktisat İşletme ve Finans26(302), 9-25.