Bütün eleştirilere rağmen, CHP’nin geleceğe hazırlık için düzenlediği toplantı faydalı olmuştur. İktidarın ve bir kısım muhalefetin eleştirilerinin bazılarına gülmek, bazılarını ciddiye almamak, bir kısmı üzerinde düşünerek onlardan yararlanmak doğru olacaktır.  Şu ana kadar önde gelen muhalefeti temsil eden Altılı Masa, göreve gelmeleri halinde nasıl bir anayasa değişikliği getirmek istedikleri üzerinde çalıştı. Kısa bir süre önce de anayasa taslaklarını kamuoyuna açıkladılar. Bu girişimin küçümsenmemesi gerekir. Bizde 1924 sonrası en kapsamlı anayasa değişiklikleri askeri müdahalelerden sonra yapılmıştır. İlk defa, yürürlükte olan anayasanın demokratik yönetim, denge ve denetleme sistemi ve her şeyin tek bir kişinin iradesine denetimsiz biçimde teslim edilmesi yönünden ağır sorunlar yarattığı üzerinde mevcut bir siyasi partiler grubu anlaşmış bulunuyor ve yeterli çoğunluğu sağlayarak anayasayı değiştirmeye talip oluyor.  Bu topluluğun seçimler sonucu anayasayı değiştirecek bir sayısal çoğunluğu elde etmesi kolay olmayacaktır, ancak iktidar partisi bir yandan başkanlığı, diğer yandan parlamentodaki çoğunluğunu kaybederse, belki ortaya çıkacak yeni durumda anayasayı değiştirerek, halkın onayına sunabilecek bir oy bileşimi oluşabilir. Serinkanlı siyasi tahlil yapanlar, ülkenin şu anda yaşadığı iktisadi güçlükler yanında iç ve dış siyaset sıkıntılarının altında denge ve denetimden yoksun tek kişi egemenliğinin yattığı üzerinde ittifak edebilirlerse de hayatın zorluklarını aşmaya çalışan geniş seçmen kitlesinin süregelen enflasyon sonucu yaşadığı fakirleşmeyi durduracak, mali refahını arttıracak bir iktidar arayışı içindedir. Dolayısıyla, seçmenin karşısına sadece toplumu daha demokratik, daha istikrarlı yapacağı vaat edilen bir anayasa taslağı ile çıkmak tatmin edici ve özellikle seçim kazandırıcı bulunmayacaktır. Bunun ötesinde bir şeyler yapılması gerek. Görebildiğim kadar, bu konuda da Altılı Masa bazı adımlar atmaya başladı. Nasıl bir yönetim biçimi oluşturulacağı konusunda açıklamalar yapılıyor.  Ben olsaydım, bir de ilk yüz günde neler yapacağız biçiminde kısa vadede atılacak adımları sıralayan bir belge oluşturur ve onu kamuoyuyla paylaşırdım. Fakat, bunun ötesinde bir de gelecek için nasıl bir vizyon öngörülüyor, bunun üzerinde çalışılması insanların hem bugünkünden farklı bir gelecek tahayyül edebilmeleri, hem de o geleceğe götürecek bir çerçeveye sahip olunması bakımından önem taşıyor. Cumhuriyet Halk Partisinin geçtiğimiz hafta sonunda düzenlediği ekonomiyi konu edinen toplantı, bugünkünden farklı bir geleceği inşa etmek için nasıl bir çerçeve oluşturulacağını belirlemek ve nasıl ilerlemek gerektiğini düşünmek bakımından teşvik edici olmuştur. Toplantı çok yönlü eleştirilmiştir. Bazı eleştiriler teknik niteliklidir, örneğin elektronik bağlantıların iyi kurulmadığı, ses düzeninin tatmin edici olmadığı, yabancı uzmanların konuşmalarının güzel tercüme edilmediği ileri sürülüyor. Bunlar haklı olabilir, gelecekte daha iyisini yapmak bakımından faydalanmak yerinde olur. Bunun ötesinde iktidardan ve CHP içinde ve dışında bulunan muhalif kesimlerden eleştiriler gelmiştir. İktidar kaynaklı eleştirilerin bir bölümü yapılanı küçümseyen, hatta alaya alan mahiyettedir. Muhalefetin boş laf ürettiği, iş yapma becerisine sahip olmadığı, gelecek vizyonundan yoksun olduğu ve benzeri düşünceler ileri sürülmektedir. Bunlara şaşmamak lazımdır. İktidarın, özellikle seçime doğru yol almanın yoğunlaştırdığı rekabet duyguları giderek siyasi davranışlara egemen olurken, iktidarın muhalefetin faaliyetini takdirle karşılamasını beklemek herhalde gerçekçiliğin biraz uzağına düşer. Bir de iktidarla bir kısım muhalefeti bir araya getiren eleştiriler de var ki, bunların başında toplantıda yabancı uzmanlar ve yurt dışında yaşayan Türklerin de görüşüne başvuruluyor olması geliyor. Cumhurbaşkanımız, her zaman başvurduğu karmaşık meseleleri sadeleştirici üslubuyla, toplantıda geliştirilmek istenen iktisadi vizyonların “yerli ve milli” olmadığını söyledi. İktidarın karşılaştığı ve aşmayı beceremediği tüm sorunların dış güçlerin işi olduğunu, bu oyunları bozacaklarını ileri süren bir liderin böyle bir teşhiste bulunması doğaldır. Toplantı, CHP’nin yapacağı iktidar hazırlığına yol gösterici olacak bir düşünce jimnastiğinin önünü açmıştır. İma edilen, yurtdışından gelen talimatlarla şekillendirilecek bir iktisat politikasının ülkenin hayrına olmayacağıdır. Kendisi faizin enflasyonun sonucu değil sebebi olduğunu ileri süren “yerli ve milli” bir iktisat teorisinin mucidi bir iktisatçının evrensel iktisat biliminin ışığı altında yapılan konuşmaları “yerli ve milli” bulmamasında belki de şaşılacak bir yanı yoktur. Ancak, iktisat biliminin ışığı altında yürütülen tahlilleri yapanların hangi milletten oldukları üzerinde durmaktan ziyade ehil olup olmadıkların üzerine eğilmek daha doğru olacaktır ki, görüşüne başvurulan uzmanların konularında ehil oldukları konusunda kimsenin tereddüdü bulunmamaktadır. Bu noktada muhalefetin bir bölümünün de toplantının uluslararası niteliğine itiraz ettiklerini, yabancıların ve yurt dışında mukim veya tahsil görmüş uzmanların mutlaka dışarının işine gelen gündemi izlediklerini düşündüklerini görüyoruz. İlkin, uzmanlar genel tahliller yapmışlar ve çözümlere ne şekilde yaklaşılacağını ifade etmişlerdir. Bizatihi şunu veya bunu yapın diye sarih siyasetlerden söz etmemişlerdir. İşin o kısmı siyasetçilerin işidir. Ülkenin çıkarını onlar düşünecekler, koruyacaklardır. Ancak, burada ikinci bir konuya geliyoruz. İktidarın bir bölümü ile muhalefetin bir bölümü her türlü dış temasa kuşku ile yaklaşmakta, herkesin ülkenin kötülüğü için çalışacağından kuşku duymamaktadır. Bu duygunun mantıki temellerini bilemeyeceğim ama altında özellikle Batı ülkelerine karşı duyulan derin bir nefret hissinin yattığını söyleyebilirim. Türkiye’yi din devletine dönüştürmeyi arzulayanların Batı’ya karşı beslediği olumsuz duyguları anlamak zor değildir. Başında Halifenin bulunduğu devlet Batı karşısında peş peşe yenilgiye uğramış, gerilemiş, bir kısım toprağı elden gitmiş, bazıları bağımsızlık ilan ederken, bir bölümü de sömürgeleştirilmiştir. Bu gidişi durduran kadrolar çağdaşlığı benimsemiş, bilime inanmış, toplum düzenini laik ilkeler üzerine oturmaya gayret etmiş kadrolardır ki, genellikle kendini Atatürk’e bağlı hisseden bu kadrolardan dincilerin hoşnut olmadıkları biliniyor. Buna karşılık modernleşmeyi reddetmediğini ileri süren ve bir kısmı CHP içinde yer alan kadroların Batı düşmanlıklarını anlamak daha zordur. Galiba Batı’ya yön veren laiklik, bilimsellik, demokrasi ve benzeri ilkelerle, bazı ülkelerin geçmişte ve günümüzde uyguladıkları ve kendi çıkarlarını ön plana çıkaran siyasetlerini ayırt etmekte sorun yaşıyorlar. Hâlbuki, şu veya bu ülkenin çıkarcılığı ile mücadele etmenin en güvenilir yolu da akılcılıktan, bilimden, demokrasiden ve laiklikten geçmektedir. Çağdaş dünya içinde fikir alışverişi yapmak sadece doğal değil faydalıdır, bilim adamları başka ülkelerin ajanları değildir. Uzmanlıklarına başvurulabilir ama neyi yapıp yapmayacağınıza başta serbest seçimle göreve gelmiş milli kurumlar karar verir. Batı’dan nefret edenlerin bir bölümü kurtuluşun Avrasyacılık olduğunu savunuyorlar. Bu kavram oldukça bulanık, baş savunucusu Dugin, Rusya’nın Avrasya’ya tahakküm etmesini düşleyen bir yazar.  Çin bir yana bırakılırsa, bölgenin iktisadi potansiyeli bir türlü yeterince gelişemiyor, bu bağlantı Türkiye’ye çok sınırlı bir gelecek vaat ediyor. Ayrıca Türkiye’nin muhtelif vesilelerle ifadesini bulan Rus yayılmacılığına karşı dengeleyici bağlantılara ihtiyaç duyduğunu da unutmamalıyız. Dolayısıyla karşımızda Avrasya diye bir seçenek yok ama daha yakın işbirliği kurabileceğimiz, iktisadi ilişkiler geliştirebileceğimiz ülkeler var. Siyasetine özeneceğimiz, örnek alacağımız demokrasiler filan da yok.
Cumhuriyet Halk Partisinin geçtiğimiz hafta sonunda düzenlediği ekonomiyi konu edinen toplantı, bugünkünden farklı bir geleceği inşa etmek için nasıl bir çerçeve oluşturulacağını belirlemek ve nasıl ilerlemek gerektiğini düşünmek bakımından teşvik edici olmuştur.
Bazen merak ediyorum, acaba Batı nefreti aslında ülkemizin kimsenin varlığını hesaba katmadan her istediğini yapabileceği, başkalarının sesini çıkaramayacağı, çıkar rekabetinin olmadığı bir dünyaya duyulan ilkel bir hasretten mi ibaret? Böyle bir dünya, en güçlü devletler açısından bile yok. Mevcut dünyayı olduğu gibi görerek, her ülkenin kendi çıkarını kollamaya çalıştığı bir ortamda, sizin de nasıl bir toplum olmak istediğinize karar verip, ona uygun siyasetler izlemeniz gerekiyor. CHP toplantısını eleştiren bir de Marksist muhalefet var. Onlar tüm sorunların altında kapitalizmin yattığını düşündüklerinden, toplantıya yön veren çerçevenin dışına çıkılmadan ya da bu çerçeve kırılmadan hiçbir derde çare bulunamayacağını savunuyorlar. Marks’ın fikirlerini hayata geçirme girişimi dev bir totaliter sistem ve yaygın iktisadi mahrumiyet yaratarak tarihe gömüldü. Çin bile tek parti yönetimini Komünistlikle meşrulaştırıyor ama iktisadi bakımdan kapitalizmle barışık bir yol izliyor. Yine de Marksist eleştirilerin uygulanan sosyal piyasa ekonomisinin sorunlarını teşhis ve teşhir etmekte vazgeçilmez bir hizmet gördüklerini teslim etmek gerekiyor. Bütün eleştirilere rağmen, CHP’nin geleceğe hazırlık için düzenlediği toplantı faydalı olmuştur. İktidarın ve bir kısım muhalefetin eleştirilerinin bazılarına gülmek, bazılarını ciddiye almamak, bir kısmı üzerinde düşünerek onlardan yararlanmak doğru olacaktır. Toplantı, CHP’nin yapacağı iktidar hazırlığına yol gösterici olacak bir düşünce jimnastiğinin önünü açmıştır. Bu düşüncelerin diğer ortaklarla da paylaşılacağı, müştereken uygulanacağı ümit edilen iktisat siyaseti oluşturulma sürecine onların da ortak edilmek istendikleri anlaşılıyor. Bu çabaların devamını temenni edelim.