O, Adana halkına “eline silah alan, yasalara karşı gelen herkes beni karşısında bulacak. Cumhuriyetin, devletin ve halkın polisi olduğumuzu kabul ettireceğiz, söz veriyorum size” dediği gün, “karanlık güçler” rahatsız olmuş; katletmişlerdi onu…
Önceki gün Mersin’de polis evine saldırı oldu.
Saldırıda bir polis şehit oldu, biri de yaralandı. Saldırganların kendilerini imha ettiği yazıldı.
Saldırı haberi, sizin gibi benim de içimi ürpertti.
Her gününe neredeyse bir katliam düşen bu toprakların insanı olarak, her seçim öncesinde olduğu gibi “eyvah, gene mi?” sorusuna vereceğimiz cevabın tedirginliğini yaşıyoruz.
Çünkü bu toprağın insanı, tarihinin en kritik dönemeçlerinde, nice katliamlarla karşılaştı. Çorum’u, Maraş’ı, Sivas’ı, Piyangotepe’yi, 16 Mart İstanbul Üniversitesi katliamını acıyla hatırlıyordur.
Ümit Doğanay’ın, Doğan Öz’ün, Kemal Türkler’in ve elbette “halkın polisi” olarak nam salmış Cevat Yurdakul’un katledildiği günleri de…
Toplumsal bilinçaltımız hatırlamak istemiyor olsa da 43 yıl önce eylülün bugünlerinde, 28 Eylül 1979’da, henüz 27 yaşındayken Cevat Yurdakul’un katledildiğini unutmuyoruz.
Cevat Yurdakul’u hatırlamak lazım; çünkü unutmak, yeni katliamlara davetiye çıkarmaktır.
Öyle bir polisti ki Cevat Yurdakul, attığı adımda etrafına umut dağıtırdı.
Mücadeleciydi de!
SESSİZ ÇOĞUNLUK, SESİNE SES KATACAK BİRİNİ ARIYOR
Hakkın, hukukun yerini bulması için gece gündüz çalışır, yorgunluk nedir bilmezdi.
Yaşadığı süreçte kimsesize kimse olmuştu.
Bilirdi ki bu ülkenin sessiz çoğunluğu, kimsesiz, zayıf ve güçsüzdü.
Üstüne üstlük, ‘derya içre olup deryayı fark etmeyen balıklar’ gibi bu durumlarının farkında bile değillerdi.
Adanalıların, “halkın polisi” olarak bağrına bastıkları Cevat Yurdakul, haksızlığa, hukuksuzluğa geçit vermemiş; bir gün yağ stokçularının depolarını basmış, başka bir gün, ehliyet yolsuzluğuna karışan polisleri açığa almıştı.
İşte Cevat Yurdakul, o ‘deryada’ damla olmak için gecesini gündüzüne katardı. O bilirdi ki yaşama anlam katmanın mütemmim cüzü, kimsesizin, ötekinin, zayıfın yanında olmaktır.
Bana neci değildi. Bilirdi ki değişmez var sayılan “deryanın rengi”, bir “damla” ile bile değişebilir; günü gelince o “iz” açığa çıkardı.
“Tarlada izi vardı” Cevat Yurdakul’un ve zaten onu katledenler de o “iz”i silmek, halka korku salmak için katletmişlerdi onu.
Adanalıların, “halkın polisi” olarak bağrına bastıkları Cevat Yurdakul, haksızlığa, hukuksuzluğa asla geçit vermemiş; bir gün yağ stokçularının depolarını basmış, başka bir gün, ehliyet yolsuzluğuna karışan polisleri açığa almıştı.
KORKU İKLİMİNE KARŞI CESARET
O, Adana halkına “eline silah alan, yasalara karşı gelen herkes beni karşısında bulacak. Cumhuriyetin, devletin ve halkın polisi olduğumuzu kabul ettireceğiz, söz veriyorum size” dediği gün, “karanlık güçler” rahatsız olmuş; katletmişlerdi onu.
Korku iklimine karşı durabilmenin yolu, sabırla, sebatla, azim ve kararlılıkla Cevat Yurdakul gibi kahraman vatan evlatlarının cesaretine sahip çıkmaktan geçer.
Önümüz seçim ve birbirinden farklı politik akımlar başkanlık sistemini değiştirebilmek ve yerine güçlendirilmiş demokratik, laik, parlamenter sistem kurabilmek için bir araya gelebiliyor. 2 Ekim Pazar günü, muhtemelen, kurulmasını öngördükleri sistemin “taşıyıcı kolonları”nı kamuoyuna açıklayacakları tarihi bir günün öncesinde Mersin’de gerçekleştirilen saldırı, her zamankinden daha titiz, daha dikkatli ve daha sakin olmamızı öğütlüyor bize.
Bu saldırı, yeniden şahlanmakta olan Türkiye’nin umudunu kırmaya yönelik, muhtemel yeni saldırıların habercisidir.
“Korku ikliminin tetikleyicisidir”.
Açık ki korkar, sinersek, daha fazlasını yapacaklardır.
Korku iklimine karşı durabilmenin yolu, sabırla, sebatla, azim ve kararlılıkla Cevat Yurdakul gibi kahraman vatan evlatlarının cesaretine sahip çıkmaktan geçer.
Türkiye, ikinci yüzyılına bütün kamburlarından kurtularak girmek istiyorsa “halkın polisi” Cevat Yurdakul kararlılığına sahip olmalıdır.