“Kürt komşum olmasını istemem”den, “Aleviye kız verilmez”e kadar birçok önyargı gruplar arasındaki mesafenin açıldığını, yani yabancılaşmanın mevcut olduğunu gösteriyor. Tekrar etmekte fayda var: 1) Eğer bir toplumda farklı gruplar varsa, 2) Bu grupların içinde bir “biz” duygusu ortaya çıkmışsa, 3) Bu gruplar arasında bir yabancılaşma oluşmuşsa o toplumda “çatışmacı” bir iklim var demektir. Bence bu üç aksiyom Türkiye toplumunda öteden beri varolan bir gerçeği özetliyor. Gerçekten de Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi olan Türkiye toplumunda kuruluştan bu yana, birinci aksiyomun geçerli olduğunu doğrulayan farklı kimlik grupları vardır. Bu grupların en büyüklerinden biri kendilerini “laik”, “Atatürkçü” olarak tanımlayan, daha çok büyük şehirlerde yaşayan, kendilerine “modern kesim” gözüyle bakan bir gruptur. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının etkileriyle oluşmuş bu grup, grup olarak iktidarda yer aldıkları süre az olmakla birlikte hemen hemen bugüne dek bütün iktidarları etkileyen bir “hegemonya”ya sahiptir. İkinci büyük grup ise daha çok “Sünni İslami” duyarlılıklar etrafında oluşmuş Osmanlı geçmişiyle hemhâl olan, kendilerine “muhafazakâr” diyen gruptu. Bu grup zaman zaman iktidarı paylaşmışsa da 2001’den bu yana iktidarı şekillendiren grup olmuştur. Bu grubun en önemli özelliği, özellikle kurucu kimliğin kendilerini baskıladığı, ötekileştirdiği yönündeki eleştirileridir. Her ne kadar Cumhuriyet, yüzyıl boyunca bazı grupları asimile edip “Türkleştirmişse” de bir diğer grup olarak Kürtler  bu asimilasyonun dışında kalmışlardır. Benzer bir biçimde Aleviler de -ki bunların bir kısmı Cumhuriyetin içinde erimeyi göze alıp asimile olmuşlarsa da- bu asimilasyon tam olarak gerçekleşmemiş ve kendi dini kimliklerine bağlı bir diğer inanç grubu olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Özetlersek; birinci aksiyom Türkiye’de hemen hemen dört büyük sosyal grubun var olduğu gerçeğiyle tutarlıdır. Peki bu grupların içlerinde ikinci aksiyom olan “biz” duygusu oluşmuş mudur? Evet oluşmuştur. Bugün itibariyle her bir grubun içinde bir “biz” duygusu vardır. “Biz Türkler” “Biz Kürtler” “Biz Müslümanlar” ya da “Biz Aleviler” şeklinde grup-içi homojenlik yukarıdaki ikinci aksiyomu da doğrulayan bir diğer gerçektir. Peki ya üçüncü aksiyom olan “gruplar arasında yabancılaşma oluşmuş mudur”? Doğrusu, yapılan birçok çalışma yukarıda tanımlamaya çalıştığımız gruplar arasında iplerin kopmakta olduğunu, grupların birbirlerine “yabancılaşmış” olduklarını doğruluyor. “Kürt komşum olmasını istemem”den, “Aleviye kız verilmez”e kadar birçok önyargı gruplar arasındaki mesafenin açıldığını, yani yabancılaşmanın mevcut olduğunu gösteriyor. Çok kabaca da olsa basit gözlemlerden yola çıkmış olsak da başlangıçta benimsediğimiz üç aksiyomun ülkenin gerçekleriyle örtüştüğünü ve dolayısıyla da Türkiye’deki siyasi iklimin “çatışmacı” bir karakterde olduğunu söyleyebiliriz. Ülkemizde “çatışmacı” iklimin nedenleriyle ilgili bu saptamalar ışığında aslında bu iklimden uzaklaşmanın da anahtarları çıkarılabilir. Eğer sondan başlarsak gruplar arasında yabancılaşmanın aşılabilmesi için gruplar arasında diyalog, görüşme ve ortak çalışma alanları yaratılmalıdır. Tabii ki bu kaçınılmaz olarak örneğin “Kürt sorunu yoktur” demek yerine “Bu sorunu nasıl aşabiliriz” cinsinden soruların sorulmasını gerektirir. İkinci olarak her bir grubun kendi içinde homojenleşmesini aşabilmek için grubun grup-içi sorunlarının tespiti ve bu sorunların nedenlerinin ortaya konulması ve diğer gruplarla paylaşılması gerekir. Burada da grup-içinde diğer gruplarla birlikte nasıl yaşanabileceğinin sorgulanmasına ihtiyaç vardır. Özetle, bugünün dünyasında küreselleşmenin sonucunda ulus-devletlerin içinde, özellikle göçlerle gelen farklı kimlik gruplarının oluştuğunu görüyoruz. Bu grupların da birbirleriyle bir tür egemenlik mücadelesi içine girdiklerine tanık oluyoruz. Bizim gibi, başlangıçtan itibaren farklı kimliklerden oluşmuş ulus-devletlerde ise bir yandan küreselleşmenin, diğer yandan da gruplar arasında tarihi olarak soruna dönüşen ilişkilerin varlığı, genel olarak çatışmacı bir siyasi iklimi bugünün dünyasında egemen kılıyor. Dolayısıyla böyle bir perspektiften baktığımızda önümüzdeki seçimlerin bu çatışmacı iklimden “çok” etkileneceğini, dolayısıyla gerçekten “serbest bir seçimin” yapılıp yapılamayacağını sorgulamamız gerekir. Umarım muhalefetin, en azından bu konuda bir dayanışma içinde olması sağlanabilir.