Orijinal adı Greater Middle East Initiative, ya da bizim bildiğimiz adıyla “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP) ilk olarak ABD’nin 43. Başkanı George W. Bush tarafından duyurulmuştu. Sözde Batıda Fas'ın Atlantik kıyılarından, Doğu'da Pakistan'ın kuzeyindeki Karakurum yaylalarına, Kuzeyde Türkiye'nin Karadeniz kıyılarından, Güneyde Aden ve Yemen'e kadar uzanan bölgede, Müslüman ülkelere demokrasi ihracını ve bu ülkelerin pazarlarının açılmasını amaçladığı iddia edilen bir plandı. Tabi bunun iştahlı emperyal güçlerin, neoliberal politikaların bir yalanı olduğunu bilmeyen yoktu. Hatta son olarak Suriye'deki ABD askerlerini çekeceğini ilân ettiği gün ABD Başkanı Donald Trump, Suriye'nin doğusundaki petrol kuyularını korumak üzere bölgede kalınacağını söylemişti. Aslında Trump malumun ilanını duyurdu. Artık aleni açık bir şekilde utanma arlanma olmadan petrol için orada olduklarını ilan etti. Büyük Ortadoğu Projesi’nin başladığı günden bu yana bölge kan, gözyaşı ve ateş altında. Başta ABD ve Rusya olmak üzere tüm egemen güçler bölgede cirit atıyor. Biz de “Erdoğan’ın projenin eş başkanıyım, biz de aktör olacağız” hamaseti, “Emevi Camii’nde namaz kılacağız” hayaliyle bu kirli savaşın bir parçası olduk.  İktidar, Ankara’nın yıllardır izlediği geleneksel dış politikadan vazgeçti. Dış basında Türkiye için “cihatçı otobanı” tanımı bile yapıldı. Adana, Hatay, Urfa gibi sınır illerde uzun sakallı insanların özel hastanelerde tedavi edilmesine tanıklık ettik. Silah sevkiyatları, Kuvayı Milliye ile mukayese edilen ÖSO hala gündemdeki sıcaklığını koruyor. Asıl gelmek istediğim nokta Ortadoğu halklarının bu süreçte göçle yer değiştirmesi ve “açık kapı politikası” ile ülkemize gelen sığınmacıların nüfusunun toplumsal yapımızı gelecek yıllarda etkileme olasılığı. Sınır komşumuz olan Suriye’de yaşanan iç savaş 12 milyon insanın yer değiştirmesine neden oldu. Türkiye bugün yaklaşık 4 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapıyor.  Afganistan, Irak gibi ülkelerden gelenleri de dahil ettiğimizde son yıllarda ülkemize gelen sığınmacı sayısı 5 milyona yaklaştı. Gelecek 10 yılda çoğunluğu Suriyeli olmak üzere sığınmacıların Türkiye’nin nüfusuna oranının  %10’u geçeceği aşikardır. Bu kadar ciddi bir nüfusa bir statü kazandırmadan günübirlik politikalarla sorunlarını çözmek bir yana yeni sorunlar yaratırsınız. AKP hükümetleri öncesi Avrupa Birliği müktesebatına uygun yasalar çıkarırken bugün artık Suriyelilerle ayrı hukuk işletilir hale geldik. “Geçici koruma” kapsamında ülkemizde bulunan Suriyeli kadınlarda 18 yaş altı evlilik oranının %15 olduğu ifade ediliyor. Çok eşlilik olağan; çocuk işçiliği, tecavüz, kadın ve çocuk istismarları yok görülüyor. Yine geçici koruma altındaki Suriyeli çocuklar, ülke vatandaşları ile aynı okula, aynı eğitime tabi. Suriyeli öğretmenler de okullarda eğitmen olarak atanmış durumda. Statü olarak göçmen değil, sığınmacı değil, mülteci hiç değil ancak Suriyeliler ülkemiz vatandaşları ile aynı eğitime tabi tutuluyor. Tabi son bir yılda 100 bin olmak üzere, 450 bini bu ülkede doğan Suriyelinin ülkesine gitmesi mümkün görünmüyor. Ancak eğitim, sosyal güvenlik, sağlık, güvenlik ile ilgili alanlarda sağlam, ayağı yere basan politikalarınız olmadan, gelenlere bir statü kazandırmadan toplumun yapısında oluşacak hasarı tahmin etmek zor değil.  31 Mart seçimlerinde Suriye politikalarından dolayı oy kaybına uğrayan iktidarın değişen anlayışının yaratacağı toplumsal ayrışmayı düşünmek bile ürkütücü. Ülkemizde yeterince “öteki” kavramına dahil yokmuşçasına yeni “öteki”lerin de pek yakında AKP tarafından işaret edilmesinin eli kulağında. Başından beri söyledik. CHP olarak ilk günden bu yana sığınmacı yaratan politikalara ve politikacılara karşı olduk. Göçmenlere, sığınmacılara adı ne olursa olsun bize sığınan hiç kimseye karşı olmadık. Önümüzdeki süreçte bu soruna çözüm bulan yine CHP olacak, ülkemizde kalan, vatandaşımız olanlar da gelecekte CHP’ye oy verecektir. Bizler barışı savunmaya, barışın mecburiyet olduğunu söylemeye devam edeceğiz. Kadim Anadolu toprakları da dil, mezhep ve etnisite çeşitliliğiyle çoğulcu ve eşitlikçi yapısını sürdürme; devletinin sekülerliğinden asla taviz vermeyerek farklı kimliklerin bir arada yaşayabileceği bir anayurt olma özelliğini koruyacaktır. Dünyada yabancı düşmanlığının arttığı bir dönemde, bu tehlikeye karşı politikaları güçlendirmeliyiz. Bunun yanında kültürel ve yapısal değişimin geriye gitmesine engel olmalıyız. Ülkemizi ve toplumu geliştirmek siyasetin sorumluluğundadır.