Gelecekteki insanların geçmişleri yok olursa insanlığın daha iyi olacağına dair inançları büyükbaba paradoksuna bir göndermedir ve film bu paradoks üzerine kurulmuştur. Memento, Inception, Prestige, İnsomnia, İnterstellar ve Dunkirk gibi (tamam kızmayın) ve Batman Başlıyor filmleriyle tanıdığımız ve kesinlikle sinemanın dahi yönetmenlerinden olan Christopher Nolan’ın 2020’de vizyona giren Tenet isimli filmi geçen haftalarda Netflix’te de yayınlanmaya başladı. Nolan filmlerinin en önemli ortak yönü nedir sorusuna sanırım herkes benzer bir yanıt verecektir; seyirciyi şaşırtma, allak bullak etme, düşünülmeyeni gösterme, ters köşeye yatırma… Nolan özellikle İnterstellar filminde daha önce herhangi bir yönetmene nasip olmamış bir bilimsel gelişmeye de zemin hazırlamıştı. Teorik Fizikçi Kip Thorne’un danışmanlığında hazırlanan Gargantua kara deliği Dolby Stüdyoları’ndaki ekran kartlarından süzülüp ekrana yansıdığında kara deliklerle ilgili o güne kadar hiçbir astrofizikçinin düşünmediği bir ayrıntı yakalanmıştı. Yine Inception filminden sonra biz psikiyatristler uzun süre sinemaseverlerin meraklı sorularına muhatap olmuştuk. Sanat’ın bilimsel gelişmeleri kitlelere tanıtan yönü haricinde bir de bilime katkı yaptığına da şahit olmuştuk. Belki bu zaman ve uzaya olan merakının altında küçük ailelere özgü bir ‘öykünme’ hali de söz konusudur, zira amcası NASA’da çalışan Nolan’ın çocukluk yılları hep amcasıyla ilgili ayrıntıları dinlemekle geçmişti. Howard Hughes biyografisine hazırlanırken Scorsese’nin de bir hazırlığı olduğunu öğrendi ve çekildi. Sonrasında da izleyicinin yakından bildiği Truva filminin yönetmeni olacaktı ama istemedi. Hem Batman Başlıyor, hem de Kara Şövalye filmleri büyük başarılar elde ettiler, Nolan’ın tanınmasını sağladılar, ayrıca ciddi ciddi eleştirilmesine de neden oldular. Sanki Nolan bu olaylardan sonra biz ‘dünyalıların’ anlamayacağı bir evreye geçmiş gibidir. Şimdi gelelim son filmi Tenet’a. ‘Kuantum soğuk savaş’ filmi veya ‘yeni tür bir üçüncü dünya savaşı’ olarak da tanımlanan Tenet filminin ismi de bir ‘sır’ veya ‘anahtar’ barındırıyor. Beş latince kelimeden oluşan bir palindrom’un ortasındaki kelimedir Tenet (palindrom şöyle; rotas, opera, tenet, arepo, sator) inanç, ilke gibi anlamlara geliyor. Ayrıca anagramlara meraklı olanlara da bir ipucu verelim, Tenet aynı zamanda Katoliklerin ‘Babamız’ diye çevrilen ‘Pater Noster’ duasının anagramıdır. O Pater Noster, ki 2007 yılındaki Paskalya’da 2 milyar Hristiyanın okuduğu tahmin edilmektedir. Duanın girişi şöyle; Göklerdeki Babamız, Adın kutsal kılınsın. Egemenliğin gelsin. Gökte olduğu gibi, yeryüzünde de Senin istediğin olsun… Neden duadan bir parçayı buraya eklediğimi filmi izlediğinizde daha iyi anlayacaksınızdır. Ayrıca palindromdaki ‘sator’ kelimesi de filmin ağır Rus aksanıyla konuşan ve bir Hollywood klasiği olan ‘kötü adamlar hep ötekidir, kadındır, siyahidir, araptır, rustur’ klişesine de uyuyor. Evet, daha filme geçemedik. Nolan böyle uğraştırıcı bir yönetmen işte:)
Tenet‘in işlediği asıl düşünce ve Nolan’ın yeni takıntısı, insan bilincinin yanılgısıdır. “Zamanı geri çevirme” teknolojisini elde eden adamın bu algıyı manipüle edebilmesi ancak kendi bilincinin bu gelişmenin gerisinde kalması…
Tenet‘ın işlediği asıl düşünce ve Nolan’ın yeni takıntısı, insan bilincinin yanılgısıdır. “Zamanı geri çevirme” teknolojisini elde eden adamın bu algıyı manipüle edebilmesi ancak kendi bilincinin vizyonunun bu gelişmenin oldukça gerisinde kalması bu düşüncenin filmdeki bir örneğidir. Gerçeklik insandan insana değişmektedir ve bu aslında gerçekliğin insan bilincinin içerisinde yaratıldığı ve yaşandığı fikrini ortaya koymaktadır. Eğer durum böyleyse hayatımızın ne kadarını bilincimizin içerisinde yaşıyoruz? Bu noktada filmi bir miktar felsefi argümanlarla incelemek yerinde olacaktır. Filmde iki tür zaman bulunmaktadır: Birincisi gündelik yaşamda “normal” olarak nitelendirilen ileriye doğru akan zaman ve ikincisi icat edilmiş zaman teknolojisi nedeniyle geriye doğru akan zamandır. Gelecekteki insanlar, insanlığın sonunu iyi görmedikleri için geçmişteki insanlara savaş açmaya karar vermiştir. Böylece eğer geçmişlerini yok ederlerse geleceğin daha iyi olacağına inanmaktadırlar. Bunun için gelecekte yaşayan bir bilim insanı, zamanı dönüştüren bir sistem icat ederek geçmişe göndermiştir. Gelecekteki insanlar, geçmişte yaşayan antagonist Sator ile iletişim kurmuş ve zaman sistemini onun kullanmasını istemiştir. Sator’un bu sistemi kullanarak dünyayı yok etmesi beklenmektedir. Gelecekteki insanların geçmişleri yok olursa insanlığın daha iyi olacağına dair inançları büyükbaba paradoksuna bir göndermedir ve film bu paradoks üzerine kurulmuştur. Büyükbaba paradoksuna göre, bir zaman makinesi aracılığıyla geçmişe giderek büyükbabanızı öldürdüğünüzde nihayetinde babanızın ve kendinizin doğumunu engellemiş olursunuz. Böyle bir durumda eğer doğmadıysanız zaman yolculuğu yaparak büyükbabanızı öldürmek de imkânsızdır. Büyükbabanız ölmediyse de siz doğmuş ve yaşamaya devam ediyorsunuzdur. Paradoks böyle bir kısır döngüde çıkmaza girerek zaman yolculuğunun yapılmasını da imkânsız hale getirmektedir. Sinema, zamanı hem izleyiciyi sorgulatan, üzerine düşünmeye sevk eden bir kavram olarak felsefi bir içkinlikle ele almakta hem de zamanı dönüştürerek, değiştirerek ya da zamanı tamamen ortadan kaldırarak filmsel bir zaman olarak sunmaktadır. Dolayısıyla zaman, sinema alanında kullanılan, filmin tekniğini geliştiren, olay örgüsüne yerleştirilen ya da tema olabilen çeşitli formlara bürünebilmektedir. Deleuze, felsefeyi ve felsefi kavramları filmlere uygulamak yerine film yaratımının felsefeyi dönüştürmesi üzerine düşünmektedir. Böylece film üzerine düşünürken felsefe üzerine de düşünmek kaçınılmazdır. Felsefe ile sinema arasında bağlantı kuran Tenet ise günlük yaşamda zamana geçmiş-şimdi-gelecek olarak atfettiğimiz bölümlerinin ters düz edilerek iç içe geçmesini ve sürekli döngüsel bir hâl almasını konu edinmektedir. Filmde zaman kavramını ortaya çıkaran unsur ise metafiziksel olarak icat edilen ve III. Dünya Savaşı’na yol açan; zamanı dönüştüren sistemdir. Film, gelişen çağ ve teknolojiyle birlikte zamanı dönüştüren mekanik bir sistemin icat edilmesi sonucu zamanın akış yönünün değişebilmesini gündeme getirmektedir. Psikolojik değerlendirme salt karakter analizleri üzerinden yapılmaz. Bazen tek başına felsefi bir kırılma karakter üzerindeki etkileri nedeniyle ek bir açıklamaya ihtiyaç duymaz. Ancak biz yine de filmin esas kadın oyuncusu Kat’ın kocası Sator’u son sahnelerden birinde öldürmek istemesinin sebebini düşünebiliriz. Kanımca zayıfın ya da zayıf addedilenin çaresizliğinin öfke denilen duyguyu beslediğini unutmamak gerekiyor. Filmin kahramanı Neill’den farklı olarak Kat’ın özel bir hesabı vardı tüm film boyunca. Zaten kadın karakterin bu ‘feminen’ tutumu Neill’de ‘kadını kurtaran kahraman olma’ arzusunu perçinlemiş görünüyor. Daha önce Christopher Nolan ile beraber İnterstellar ve Dunkirk filmlerinde çalışmış ve sinematografi dehalığını kanıtlamış olan Hoyte van Hoytema, bu filmle sadece kendini aşmakla kalmamış aynı zamanda standardı çok üst düzeye çıkarmıştır. Özellikle düz akışlı sahnelerde geri zaman sarımlı atış dumanları bir sinematografi ve film montajı harikasıdır. Sanıldığının aksine geri zaman sarımlı dövüş sahneleri, düz akışlı dövüş olarak çekilip geri sarılmamış, geri sarımlı dövüş olarak uygulanmıştır. Daha açıklayıcı olmak gerekirse, örneğin kahraman düz zaman çizgisinde yumruk attıysa, geri zaman sarımında o yumruğu atışının geri akması gerekmektedir. Bunu kameraya alırken yumruğu atmamış, tam da görüldüğü gibi yumruğu atış hareketinin tersini yapmıştır. Bu sinema tarihinde daha önce görülmemiş bir şeydir, hala düşündükçe bu detaya hayran kalıyorum. Ayrıca ilk kez sanırım Hans Zimmer ile çalışmamış, müzikleri arıyorduk doğrusu. Her yönüyle izlenmesi, incelenmesi, yorumlanması gerek Tenet’i izlemenizi öneririm.