Kolektif gölge faşizme kadar dayanır ve sonunda şiddet ve baskıyı büyütür. Kar topu etkisiyle karanlığına karanlık sarar. Bu büyük yumak çığırından çıktığında ortaya çıkan tabloda bölünmüşlük, saldırganlık, nefret gibi insan doğasının tüm olumsuz yönleri kalır. Nazik ve kibar insanlar tanırız, öyle iyidirler ki bir karıncayı bile incetemeyeceklerini düşünürüz. Peki ya melek görünümlü bu insanların içlerinde bir şeytan sakladıklarını söylesem! Freud’un yakın yol arkadaşı psikolojiye farklı bir soluk getiren Carl Gustav Jung, bu resmi, arketipler kavramıyla açıklar. Arketipler, insanlığın ortak deneyim havuzunda birikmiş, kök salmış duygu, düşünce ve inançlardan oluşur. Bu evrensel semboller, bireylerin psikolojisini etkilediği gibi toplumsal davranış biçimini de belirler. Jung’un önem verdiği arketiplerden biri ‘Gölge’dir. Hoşlanmadığınız beş özelliği hiç düşünmeden yazın desem, sıraladıklarınızın çoğu gölgenize işaret eder. Gölge, inkâr ettiğimiz, bastırdığımız tarafımızdır. İnsan gölgesinden ayrı hareket edemez. İlkel kabilelerin gölgelerine ne kadar değer verdiklerini biliyoruz: Öyle ki gölgelerine basılmalarını bile bir hakaret olarak görüyorlardı. Bilinçli kişi olarak bizler gölgemizin bizden bağımsız olduğunu biliyoruz ama gel görelim psikolojik anlamda gölgelerin hayatımıza ne kadar hükmettiğinin farkında değiliz! Ağırbaşlı bir kızın içindeki coşmuş egoyu, her şeye evet diyen bir insanın içindeki zorbayı, nezaketli bir insanın içindeki canavarı göremeyiz. Gölgemiz çıkacak bir delik bulur elbet. Karanlık güçler rüyalarda yer bulur; bazen bir kabusla uyanırız: Peşimizden koşan azılı bir katilden kaçıyoruzdur; katil gölgemize karşılık gelir. Korku ve kaygı yaratan şeyler rüyalarda yer bulur. Bastırılan malzeme hiçbir yere gitmediğinden inkâr ettiğimiz yanımızı yansıtmayı da seçebiliriz. ‘Ben bencil değilim, sen bencilsin.’ derken, ortaya çıkarsa ne yapacağını bilemediğimiz duygu ve düşünceleri başkasına yansıtırız. Jung gölgeyi kişisel ve kolektif gölge olarak ikiye ayırır. Kişisel gölge bireyin bilinçdışında bastırılırken kolektif gölge toplumsal ve kültürel düzeyde reddedilmiş ve kabul edilmemiş unsurları içerir. Topluluklar, bilinçdışında bastırdıkları dinamikleri toplumsal düzeyde gerilim ve çatışma yaşayarak deneyimler. 1. ve 2. Dünya Savaşı, dini değerler üzerinden gerçekleşen mezhep savaşları kolektif gölgenin ürünüdür. Haçlı seferlerinde bir grup diğer grubu düşmanlaştırırken gölgelerini birbirine yansıttılar tıpkı Nazilerin gölgelerini Yahudilere yansıttığı gibi. Milliyetçilik kolektif gölgenin başka bir oluşumudur. Etnik kökene dair nefret dolu söylemler, bizden olanı kabul görüp diğerini kirli varsayıp kendinden uzaklaştırmak kolektif gölgenin ürünüdür.
Sen bensen, siz bizseniz, parçalayacak bir şey de yoktur. Bütünün parçalarının entegre edebilmek için içimizdeki karanlığımızı yadsımaktan vazgeçmeliyiz önce. Yoksa birlik sadece ve sadece bir hayal olarak kalacak!
Kolektif gölge, cinsiyet konusuna da sıçrar: Eşcinsellikten tutun, kadın cinayetlerine kadar kendi cinsinden olanı makbul kabul edip, diğerlerinden nefret etmekle ortaya koyar. Hatta bu örnekleri daha da çeşitlendirebiliriz: Zenginler gölgelerini yoksullara, sağcılar solculara, dindarlar inanmayanlara, aristokratlar aristokrat olmayanlara yansıtırlar. Sonunda elimizde bir ibare kalır: ‘Bizden olanlar ve olmayanlar!’ Kolektif gölge faşizme kadar dayanır ve sonunda şiddet ve baskıyı büyütür. Kar topu etkisiyle karanlığına karanlık sarar. Bu büyük yumak çığırından çıktığında ortaya çıkan tabloda bölünmüşlük, saldırganlık, nefret gibi insan doğasının tüm olumsuz yönleri kalır. Peki çözüm nedir? Toplumsal değişimin kaldırım taşları bireylerin döşedikleriyle oluşur. Bu noktada kişisel uyanış şarttır. Jung, kişisel düzeyde hedefin bireyleşme olduğunu söylüyor. Bireyleşme sürecinde kişi kendini gerçekleştirilmek için karanlık ve aydınlık taraflarını bütünleştirmelidir. Mitoslarda kahramanların karşısına çıkan ejderhalar, canavarlar kendi gölgeleridir. Ancak gölgesiyle yüzleşen kahraman mücadele sonucunda savaşı kazanabilir. Bireysel anlamda kendi gölgemizle yüzleşmek acılı ve zorlu bir süreçtir. Bilinmeyen dünyasıyla yüzleşen kişi ancak psikolojik dengeye ulaşır. Ve uyanan diğerini uyandırır. Yığınlar, etkileşim sonucunda kendinden ayrı saydıklarının aslında kendinden gayrı olmadığını anlarlar. Sen bensen, siz bizseniz, parçalayacak bir şey de yoktur. Bütünün parçalarının entegre edebilmek için içimizdeki karanlığımızı yadsımaktan vazgeçmeliyiz önce. Yoksa birlik sadece ve sadece bir hayal olarak kalacak!