Bu çok kıymetli ve kıymeti ölçüsünde de çok eğlenceli kitabı nasıl olduysa gözümden kaçırmışım. Oysa, epey zaman önce 2011de çıkmış, elimdeki galiba gözden geçirilmiş yeni basım, Kırmızı Kediden. 2017. Bu çok kıymetli ve kıymeti ölçüsünde de çok eğlenceli kitabı nasıl olduysa gözümden kaçırmışım. Oysa, epey zaman önce 2011’de çıkmış, elimdeki galiba gözden geçirilmiş yeni basım, Kırmızı Kedi’den. 2017. Emre Kongar, sosyal medya hesabında “bugünleri anlamak için mutlaka okunması gereken kitap” deyip afişleri paylaşınca haberdar oldum. Emre Kongar’ın sözünden çıkmamak için de hemen aldım. Zülal Kalkandelen’in kitabının adlarını sırayla yazmak lazım çünkü -ancak böyle bir kitaba yaraşırdı- yeterince iddialı bulunacağına eminim. Kitabın adı İkinci Cumhuriyetçiliğin Temelleri -aslında sadece bu isim almam için yeterli olurdu. Üst başlığı “İdris Küçükömer’in Tezleri”, ama alt başlığı daha fena: “İkinci Grup’tan Yetmez Ama Evetçi Liberallere 90 Yıllık İhanetin Mirası”. Breh breh! Yani, Emre Kongar alınmasın ama bu kitabı okuyunca benim düşündüklerim onunkilerden biraz daha farklı oldu. Bir, “bugünleri anlamak” değil de “bugünleri anlayamayanlar için” bir rehber gibi geldi bana. İki, eğer Emre Kongar’ın kendisi bugünleri anlamak için bu kitaba başvuruyorsa… Emre Hocanın yaşına hürmeten başka bir şey yazmak istemiyorum. Kitabın başlangıç bölümlerinin üstünde durmaya gerek görmüyorum. İdris Küçükömer’in tezlerini tartışıyor Kalkandelen, bence çok basit ve yüzeysel bir şekilde ele almış ama son kertede çok önemli değil çünkü onun esas derdi “ihanet mirasını” sorgulamak. Şu mirasa ben de biraz bakayım diyorum ama “ihanet” kelimesi hayli ilgi uyandırıcı. Ortada bir “ihanet” olduğuna göre “hainler” var demektir. Ayrıca, bu “hainlerin” adı sanı da belli Zülal Kalkandelen’e göre. İdris Küçükömer’in fikirlerini doğrudan reddetmeyenler, ayrıca ille İdris Küçükömer okumuş olmalarına gerek de yok, çeşitli sebeplerden ötürü kendilerini o fikirlerle yan yana bulanlar, İkinci Grupçular, İkinci Cumhuriyetçiler ve tabii ki Yetmez Ama Evetçi Liberaller. Bakın, birilerine “hain” demek bir kere fikir değildir. Bunun ifade özgürlüğü içindeki yerinin ne olup olmadığı da tartışmalıdır. Zülal Kalkandelen, hangi yetkiyle bir grup insanı “hain” olarak gösterebiliyor? Bu hakkı nereden alıyor? Bu cüreti nereden buluyor? Üstelik bu insanların adlarını, sanlarını da geçiriyor kitabında. Şimdi birisi durumdan kendisine vazife çıkarsa ve “ihaneti” sona erdirmeye karar verse, bunun azmettiricisi kim olacak? Hadi İdris Küçükömer’i bir kenara bırakalım, ölmüş gitmiş. Ama misal YAE tavrının doğru olduğunu bugün de düşünen insanlar var. Demek ki, “ihanet” devam ediyor. “Kalkın ey ehli vatan!” diyor yazarımız, elinde ne bir belge ne bir mahkeme kaydı. Öyle ya, hainler var karşımızda ve onları böyle başıboş mu bırakacağız? Fikrini beğenmediği insanları hain diye sınıflandırmak, ne zamandan beri vatanseverliğin göstergesi oldu? İHANETİN ÖLÇÜSÜNÜ KİM BELİRLER “İhanet” faslında değinmek istediğim bir şey daha var. Bu işin ortası, grisi olmaz. Ya bu insanlar gerçekten haindir, bunu da bir tek Zülal Kalkandelen biliyordur ve şimdi kamuoyuyla paylaşmıştır. O zaman bu hainlerin yasanın öngördüğü cezalara çarptırılmaları gerekir. Ya da Zülal Kalkandelen işkembeyi kübradan sallıyordur, yalan söylüyordur, suçsuz insanlara ağır bir iftira atıyordur. Bir grup insanı, kendince “hain” diye damgalayarak kitlelerin önüne atmaya çalışıyordur. Tabii eşzamanlı olarak daha başka bir şey de yapıyor Zülal Hn. Gücü muktedire dokunmaya yetmediği için, arkasında fikirlerinden ve cesaretlerinden başka hiçbir gücü olmayan yazarlara ve akademisyenlere “hain” diyebiliyor. Bu “ucuz kahramanlık” da mahallede pohpohlanmak için iyidir. İyidir de ahlaki midir; işte onu Zülal Hanım cevaplayacak. Kapağı bırakıp kitabın içine şöyle bir bakalım. Asaf Savaş Akat, “İdris Küçükömer’in Mirası” başlıklı bir yazı yazmış. Bu yazı, 2008’de, Kültür Turizm Bakanlığı’nın hazırladığı İdris Küçükömer kitabında yayınlanmış. Zülal Kalkandelen’e göre, Asaf Hoca yazının alıntılanan bölümlerinde Kemalizme saldırıyor. Şimdi siz sanacaksınız ki Asaf Hoca, Kemalistler için “hain” falan dedi. Tabii ki böyle bir şey yok. Alıntılanan yeri, acaba ben mi gözümden kaçırıyorum diye üç kere okudum. Yooo. Üstelik karşımızda beğenmediklerine “hain” diye “saldırabilecek” kadar ifade özgürlüğünü kullanan biri var. İkinci Cumhuriyetçilerin, bugün AKP’ye verdikleri desteği de yine CHP alerjisine dayandırmak gerekiyor. Ancak bu durum, bir mantıksızlığı da beraberinde getiriyor. Çünkü dün halka yabancılaştığı için asker ve sivil bürokrasiye karşı çıkanlar, bugün yine o bürokrasi aracılığıyla iktidarı kullanan AKP’yi destekliyorlar. (s. 157) Pişmaniyeye benzettiğim paragraflardan biri. Gelin biraz tutmaya çalışalım. İlk iki kelimeden başlayalım: “İkinci Cumhuriyet”, son analizde, “demokratik Cumhuriyet” demekle eş anlamlıdır. Fransa’daki gibi “numaralandırılmış Cumhuriyetlerin” aksine, buradaki, tarihsel olayları değil, bir kavramı ele alır. O yüzden de aslında hiçbir zaman tam manasıyla ulaşılabilecek bir yer değildir. “Şu oldu, biz İkinci Cumhuriyet’e geçtik” demeyecek kimse. İkinci Cumhuriyet demekten kasıt, daha özgür, daha eşit, daha hakça bir düzenin kurulması için mücadele etmektir. Siz İkinci Cumhuriyet ideallerine ne kadar yakınlaşırsanız o sizden o kadar uzaklaşacaktır. Sizi sürekli daha özgür olmaya, doğayla daha uyumlu, daha mutlu, daha müreffeh bir toplum kurmaya itecektir. Kitabın önceki sayfalarında da İkinci Cumhuriyet derken bunun bir kavram olduğunu hiç anlamadığı görülüyor Kalkandelen’in. Sanıyor ki, Cemal Gürsel’in kullandığına benzer ya da AKP’nin gelmesine ya da gitmesine ya da şu olaya  bağlı. Bugün, İkinci Cumhuriyetçiler Norveç’e gitse, tamam birkaç ay bir rahatlama yaşarlar ama orada da “daha” iyi bir düzen kurmak için yerleşik yapıyla mücadele başlayacaktır. İkinci Cumhuriyet kavramı budur, bunun da ihanetle bir alakası yoktur. Türkiye’yi kurmak için 1923’te merkeziyetçi olmak gerektiğini söylerseniz, bu tartışılır, ama size büyük ölçüde hak vermek de gerekir. Ama bu devleti merkeziyetçi bir yapıya yüz sene sonra yönetmeye kalktığınızda düzen sürdürülemez hale gelir. Dağılmamak için ademimerkeziyetçi olmak gerekir. Fransa da bunun bir örneğidir, Türkiye de. Dünün merkeziyetçiliği ile bugünün ademimerkeziyetçiliği birbirinin zıddı değildir, bilakis bu ikisi birbirini tamamlar. YAE, AKPYE DESTEK MİYDİ? “AKP’ye verilen destek” de önemli, üstünde durmak şart. Liberallerin, YAE’cilerin, bazı sosyalist, Alevi ve gayrimüslimlerin AKP’ye verdikleri desteğe bakmadan önce AKP’ye kimin en büyük desteği verdiğini ben size söyleyeyim: Ergun Özbudun’a hazırlatılan anayasa taslağını yok eden CHP. Bence ülkedeki en büyük kırılma noktası budur. Özbudun Hocanın yazacağı anayasa geçseydi, bugün Tuhaf-Başkanlık sisteminden söz etmiyorduk. Sonra, 367 saçmalığını savunan başta dönemin CHP’si olmak üzere herkes. Hukuksuzluğu hukukun ilkesi haline getiren Sabih Kanadoğlu’nun destekçileri. Bugünlerde adını ve yaptıklarını çokça duymaya başladığımız Deniz Baykal’ın bizatihi kendisi. Devam edelim. Başörtüsü yasağı ve ikna odalarının mucidi Kemal Alemdaroğlu, Nur Serter ve türevleri. “TSK da bir STK’dır” gibi absürt açıklamalar. Allah aşkına söyleyin, Kürtlerin boykot kararına rağmen on altı puan farkla biten bir referandumda nasıl olur da yüzde yarımdan fazla oyu olmayan bir grup “AKP’ye verilen desteğin” temsilcisi haline gelir? “CHP alerjisi” de kof bir tanımdan başka bir şey değil. Hangi CHP diye soralım. Baykal’ın CHP’si mi? Misal, bugünlerdeki, “dostlarıyla birlikte” seçime hazırlanan, her kesimle diyalog kuran, başörtüsü başta olmak üzere geçmişte yapılan hataları açıkça söyleyen, “Türkçe ezan istiyorum” diyen milletvekilini partiden ihraç eden, Barzani’yle görüşmeye giden, yirmi küsur sene sonra İstanbul ve Ankara’daki belediye seçimlerini kazanan CHP mi? Hangisi? Zülal Kalkandelen’in sandığının aksine kimsenin kimseden alerji duyduğu yok. YAE diyenler, belki istisnalar vardır ama, particilik yapmayan insanlardır. Belli ilkeleri vardır, onları savunurlar ve o ilkelere kim yaklaşırsa ona destek verirler. Ha, yaklaşan ve destek verilen bir süre sonra vazgeçip başka yöne saparsa ne olur… Kendi bilir. O insanlar aynı ilkeleri savunmaya devam ederler. Zülal Kalkandelen’in “mantıksızlık” dediği cümlenin ve devamının kendisi mantıksız çünkü -bu kitabı 2017’de yazdığına göre, “bugün”, 2017 senesini belirtiyor- söylediği tarihlerde AKP’ye destek veren kimse kalmamıştı. Zaten sonrasında neler olduğunu da hep birlikte gördük. Zülal Hanım’ın ilkeler diye bir meselesi yok, gözü nefretten ve particilikten başka da bir şey görmediği için şunu yazabiliyor: “Çünkü dün halka yabancılaştığı için asker ve sivil bürokrasiye karşı çıkanlar, bugün yine o bürokrasi aracılığıyla iktidarı kullanan AKP’yi destekliyorlar.” Ben bu cümlenin doğrusunu yazayım: “Dün halka yabancılaştığı için asker ve sivil bürokrasiye karşı çıkanlar, bugün de aynı şeyi yapmaya devam ediyor ve AKP’yi en sert sözlerle eleştiriyorlar.” Çünkü, Zülal Hanım için çok zor bir şey “bağımsız entelektüel” denen türün varlığını kabullenmek ama işte bu insanlar, bir parti zaviyesinden bakmıyorlar hayata. İşin kötüsü, bakmamaya da devam edecekler. 210 sayfalık kitap, birbirinden harika tutarsızlıklarla dolu. Ama vakit değerli, insan bu tarz metinlerle zaman yitirmek istemiyor. Dedim ya, bu yazdığımın dört-beş katı malzeme var kitapta. Ama başka bir şeyin altını çizmek istiyorum yeniden. Benim burada yazdığım her şey yanlış olabilir. Ben tamamen yanlış düşünmüş olabilirim. Ya da yerden göğe haklı olabilirim. O fikrini söyler, ben fikrimi söylerim. Tartışırız, anlaşırız anlaşamayız… Fakat bu kitaptaki yanlışlıklar ve tutarsızlıklar, “Zülal Kalkandelen ve onun gibi düşünenler haindir” deme hakkı vermez. Tıpkı Zülal Kalkandelen’e de vermediği gibi. Aynı soruyu yineliyorum. Avaz avaz haykırarak herkese soruyorum. İhanet eden kim? Zülal Kalkandelen, nasıl oluyor da insanları “hain” gösterebiliyor? Bu cüreti nereden bulunuyor? Hangi belgeye, hangi bilgiye dayanarak yazarları, gazetecileri, akademisyenleri “hain” diye damgalıyor? İnsan kitabının kapağından başlayarak ucuz popülizmin sığ sularında debelenmemeli. İnsanlara alenen yalan olduğunu bildiği iftiraları atmamalı. Hedef göstermemeli. “Bugünleri anlamak için mutlaka okunması gereken” bir kitap Zülal Kalkandelen’inki. İçinde pek bir şey yok ama fikir tartışması denen geleneğin yerinde yeller estiğini, meşru bir zeminde tartışmanın mümkün olmadığını, fikren güçsüz olanların derhal konuyu bambaşka yerlere çektiğini mükemmelen gösteriyor… değil mi Emre Kongar?