1 Haziran 1963 tarihinde, ovasının yeşilini Uludağ’ının beyazını ‘çubuklu forma’sına renk olarak seçen ve beş kulübün bir araya (Akınspor, Acar İdman Yurdu, Demirçelikspor, İstiklâlspor ve Pınarspor) gelmesiyle kurulan Bursaspor, kentin ileri gelenlerinin (aşağı yukarı 3-5 kurum) birlikte hareket etmemesiyle 2. Lig’e düştü. SAMET ALTINTAŞ Bursaspor, 14 Mayıs 2022 tarihinde, Bandırmaspor’la deplasmanda oynadığı maçtan 4-2’lik mağlubiyetle sahadan ayrıldı ve Spor Toto 1. Lig’den 2. Lig’e düştü. Bu durum, 16 Mayıs 2010 tarihinde Türkiye Süper Ligi birincisi olan ve ‘beşinci şampiyon’ unvanını alan Bursaspor için, hiç kuşkusuz kabul edilemez ve çok trajik. Yine şüphesiz Bursaspor’un içine düştüğü ahvalle ilgilenenler, işlerin buraya nasıl geldiğiyle ilgili konuşacaklardır. Ama Türkiye’de sorumlular, hiçbir zaman sorumluluk almaz ve hiçbir şey olmamış gibi yollarına, bildiklerini okumaya devam ederler. Bursaspor’da da benzer olaylar vuku bulacak, başarısızlıklar birkaç ‘günah keçisi’nin sırtına yüklenecek, ilk taşı atmak için kimse acele etmeyecek ve en önemlisi de ‘çorbacı’larla ‘yeni hedefler’e yürünecektir. Takım da Ova Gibi Grileşti... On küsur sene önce Şampiyonlar Ligi’nde oynarken; şimdi amatör kümeye doğru kanatlanan bir Bursaspor var. Bu, aslında Türk futbolu fotoğrafının da arabı. Hikâye uzun gideceği için ben burada bir Bursaspor taraftarı olarak; birkaç not düşmek istiyorum: Bir kere Bursa’da Bursaspor azınlıktır, tıpkı Bursalılar gibi. Dolayısıyla ekalliyetin, şehirde söz hakkı olmaz. ‘İktidar’ tarafından onlara sadece bir renk olarak bakılır; tıpkı yeşil-beyaz gibi. Şehrin bellek mekânlarından olan Atatürk Stadyumu, 2015’te yıkılıp, yerine (Kültürpark’ın yanına) ‘millet bahçesi’ inşa edildi. Taraftarın ağzıyla söylersem; ‘Atatürk’ yıkıldığında Bursaspor zaten düşmüştü. ‘Herkese İnat/Yerinde Stat’ diyen Bursa’nın uç beyliği Teksas, birkaç cılız tepkinin dışında, hatıralarının yok olmasına ses çıkarmadı. Öyle ki yeni stadın adı Bursasporluların çok istediği ‘Timsah Arena’ bile olmadı. Resmî adı Bursa büyükşehir Belediye Stadyumu (ve Bitci Timsah Park) olan yeni stat, hiçbir zaman eski günlerin havasını vermedi, muhtemelen de vermeyecek. Dost acı söyler: Bursasporlular, gösterişli ve konforlu evlerinde, beğenmedikleri ve küçüksedikleri İstanbul takımı taraftarları gibi duruyorlar, evet bir dekor gibiler artık. Bursaspor, ‘Teslim Ol İstanbul’ pankartı altında geçen on iki sene içinde çürüdü. Tıpkı ovanın betonlaşması gibi, takıma da gri, sirayet (siyaset?) etti. Önce stat gitti, kendi şehri ‘deplasman’ oldu, sonra memleketine ihanet etmekte pek mahir Bursa, tercihlerinden mütevellit öyle bir tokat yedi ki “İstanbul’u fethetmek” epey bir zaman alacağa benziyor. Geriye sadece eski tezahüratlar kaldı, evet geçmiş, yaralar. Ya da Bursaspor’un efsanesi Pablo Martin Batalla’nın kendi belgeselinde söylediğini tekrar edelim: “Futbol için hep şunu söylerim: Eğer bir şeylerin olacağı varsa olur.” “Benim Birinci Takımım Beşiktaş” Bursaspor, bir sanayi şehri ve kontrolsüz göçle beraber nüfusu 3 milyonu geçmek üzere. Girişte bahsettiğim ‘azınlık’ göndermesi, böylesi bir demografik değişkenliğe işaret etmek için. Bu konjonktürde kulüp yöneticiliği, kongre üyeliği gibi etiketler, ekonomik kalkınmalarını Bursa’ya borçlu olan kimi iş insanları için kullanışlı birer malzeme. Şimdi yeşil-beyazlılar, mazisine elveda derken; birinci takımları ‘İstanbul’ olan yöneticiler, bundan sonra ‘dar alanda kısa paslaşmalar’ yapabilirler. Bu yazıyı bir ‘taraftar’ olarak kaleme aldığımı başta/n söyledim: hâliyle kişisel tarihimden bazı detayları da araya serpiştirmem gerekiyor. Ki böylece puzzle’ın parçalarını çerçeveye yerleştirdiğinizde, tablo daha netleşsin, kulüp, neden bu hâlde, mesele iyot gibi açığa çıksın. Bir gün Üsküdar’da birkaç Bursasporlu’yla konuşuyordum. İçlerinden biri (aynı zamanda kulüp yönetiminde imiş) Beşiktaş’a baktı, çok mutlu. “Hayırdır abi, 2009-2010 sezonunda Beşiktaş’ı Dolmabahçe’de 2-3 yendiğimiz gün mü aklına geldi?” diye sordum. Hiç tereddüt etmeden, “Hayır, benim birinci takımım Beşiktaş. Ondan bakıyorum karşıya.” demişti. Bir gün Bursastore’dan tişört alıyordum. “Bunlar, hangi fabrikada üretiliyor?” soruma, “İstanbul’dan geliyor bu ürünler.” cevabını aldım. Bursa’nın ‘tekstil kenti’ olduğunu söyleyince, görevli şöyle bir yanıt vermişti: “Beyefendi, yöneticilerden birinin fabrikası İstanbul’da!” Yine bir gün Teksas tribününde İstanbul temsilcilerinden birinin maçını seyrediyorum. Bir baktım yanımda GS’liliği ile bildiğim Bursalı bir arkadaşım var. “Oğlum, senin ne işin var burada?” diye sordum. “Fenerbahçe’ye sallamaya geldim.” dedi ve benden fazla bağırmaya başladı. ‘Hayat Futbola Fena Hâlde Benzer’ Ezcümle; Kendi pr’ları için kulübü kullanan yöneticiler, Servetini Bursa’da kazanıp, İstanbul takımlarına sponsor olan zenginler, Şehrinin takımını desteklemek için değil de tuttuğu takımın rakibini yuhalamak için stada gelenler... Tam burada tribün jargonuyla konuşmama müsaade edin: Şimdi hepiniz yol alın... Yol alın ki Merinos fabrikasından emekli, rahmetli dedemin Atatürk Stadı’nda bilet sattığı taraftar, kaç kişiymiş görelim bakalım... Son sözü Esnafspor’un başantrenörüne bırakıyorum: Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filminde Savaş Dinçel’in hayat verdiği ‘Hacı’ ne diyordu: “Nerede kalmıştık? Hayat futbola fena hâlde benzer. Futbol, şahsî beceri gerektirir ama aslında toplu oynanan yani insanların bir takım hâlinde oynadıkları bir oyundur. Hayat da öyle değil mi? İstediğin kadar yetenekli ol, iyi bir takımın yoksa kaybedersin. Evet. Kaybedersin…”