Çin, Türkiye'deki Batı karşıtı propagandadan etkili biçimde yararlanıyor. AKP - MHP koalisyonu “ABD projesi" söyleminin arkasına sığınmayı seçiyor. Onlara göre bir asırlık mücadele tarihi olan Uygur siyasi hareketi Batı’nın oyunu! Doğu Türkistan Cumhuriyeti 1944 yılında Uygur coğrafyasının en gözde şehirlerinden biri olan Gulja'da kuruldu. Ve 1949’da Çin Komünist Partisi (ÇKP) yönetiminin Sovyet Rusya'yla yaptığı anlaşma sonucunda yıkıldı. Pekin’e özel bir toplantıya davet edilen modern ve seküler cumhuriyetin liderleri tuzağa düşürülerek katledildiler ve ölümleri kaza süsü verilerek örtbas edildi. Böylece 1950'de Tibet ve Doğu Türkistan coğrafyası tamamen ÇKP yönetiminin kontrolüne geçti. Tibetliler siyasi faaliyetlerini Hindistan’a ve Batı’ya yoğunlaştırmıştı. Uygurlar ise mücadelelerini Orta Asya’ya ve Türkiye'ye taşıdılar. Böylece Tibet mücadelesi kısa zamanda hız kazanırken Uygurların mücadelesine tanınan imkanlar ise gittikçe daraldı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Uygurlar Orta Asya’da yeni kurulan Türk cumhuriyetlerinden umutlanmıştı. Ancak Çin kısa süre içinde Orta Asya'da etkin bir ülke haline geldi. Şangay İşbirliği Örgütü’nün kurulması ve bu kuruluş aracılığıyla Orta Asya'daki Uygur siyasi hareketlerinin terör kapsamında değerlendirilmesi de Orta Asya'nın Uygurmücadelesi için elverişli olmadığını ispatladı. Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nin eski genel sekreteri İsa Yusuf Alptekin 1954 yılında Türkiye'ye geldi. Türkiye'de Uygur siyasi mücadelesini duyurmaya ve sürdürmeye çalışan Alptekin 1995 yılında hayatını kaybetti. Bu arada Çin'in gittikçe büyüyen ekonomik gücü siyasi etkisinin de genişlemesini sağladı. 2000'lere kadar Orta Asya’da ve Türkiye'de sürdürülen Uygur hareketi hiçbir sonuç elde edemedi. Uygur mücadelesi uluslararası bir meseleye dönüşmedi. Sonunda Uygur kanaat önderleri ve aydınları meseleyi Batı’ya taşımanın gerekli olduğu fikrine vardılar. Ve 2004 yılında Almanya'nın Münih şehrinde Dünya Uygur Kongresi’ni kurdular. Böylece hareket resmen Orta Asya ve Türkiye’den Batı’ya taşındı. Öte yandan Çin'in bölgedeki asimilasyon-entegrasyon politikaları, özellikle 2016'dan sonra soykırım politikalarına evrilmeye başladı. Etnik politikalar gün geçtikçe radikalleşti. Çin'in iç ve dış politikada gittikçe saldırganlaşması; teknoloji, ekonomi ve ideolojik yönden modern değerlerle çatışma yaşaması; uluslararası siyasette güvenlik problemi kapsamında ele alınmaya başlandı. Günümüzde Batı, artık Çin’i sadece güçlü bir ekonomik rekabetçi olarak görmüyor. Zira Çin sadece teknolojik yönden değil, ideolojik yönden de Batı’nın demokratik düzenine bir alternatif önermeye başladı. Nitekim Çin'in Doğu Türkistan'daki soykırım riskini arttırması ve ÇKP'nin "Çince komünizm" olarak tarif ettiği mutant rejiminin adeta küresel bir tehdit haline gelmesi, Batı’nın Uygur meselesine ilgisini arttırdı. Zira Uygur, Tibet ve Hong Kong meseleleri Çin'in dünyaya önerdiği sistemin sonuçlarıydı. Bugün Batı, Çin'in soykırım politikasını örnek göstererek onun temsil ettiği rejime karşı safları güçlendirmek istiyor. Bu noktada önemli olan kimin dediği değil, ne dediğidir. Çin'in hegemonyası altında insan hakları, demokrasi gibi modern değerlerin varlığını sürdürebilmesi mümkün görünmüyor. O yüzden, her siyasi otorite, Türkiye'nin de içinde bulunduğu ABD liderliğindeki Batı ittifakı ile Çin-Rusya liderliğindeki Doğu ittifakından birini seçmeye zorlanacak. AKP SORUMLULUKTAN KAÇIYOR AMA TÜRKİYE SEÇİM YAPMAK ZORUNDA Bir asırlık Uygur mücadelesi Orta Asya ve Orta Doğu’da Siyasal İslam ya da Pantürkizm propagandalarının popülerliğine rağmen mağlup oldu. Zira bu coğrafyalarda siyaset pragmatist olmaktan, toplumsal hareketler ise ideolojik çizgiye hapsolmaktan kurtulamadı. İnsan hakları ve demokrasi gibi modern değerlerle kültürel entegrasyonu başaramayan toplumlarda küresel insan hakları mücadelesi yerel seçimlerde kullanılan siyasi kozdan öteye gidemiyor. Güçlü bir kamuoyu desteği olmasına rağmen Uygurların Türkiye'deki lobicilik faaliyetleri hükümetin insan hakları temelli bir Uygur politikası geliştirmesine olanak sağlayamadı. AKP ve MHP koalisyonu ve onların temsil ettiği siyasal İslam ve milliyetçilik Uygur meselesi söz konusu olduğunda “o bir ABD projesi" söyleminin arkasına sığınmayı seçti.
Çin'in Türkiye'deki siyasi etkinliği sadece iktidarı değil ana muhalefet partisini de hedefliyor. Türk solunun bazı radikal kesimlerinin de ÇKP'ye olan sempatisi dikkat çekici…
Zira Çin ekonomik ve siyasi gücünü kullanarak Türkiye'nin dış politika ajandasından Uygur konusunu temizlemeye gayret göstermekte... Üstelik Çin'in Türkiye'deki siyasi etkinliği sadece iktidarı değil ana muhalefet partisini de hedefliyor. Türk solunun bazı radikal kesimlerinin de ÇKP'ye olan sempatisi dikkat çekici… ÇKP'yi Batı emperyalizmine karşı küresel işbirlikçi olarak görme eğilimindeki siyasi grupların Çin'in merkeziyetçi otoritesine sempati duyduğu biliniyor... Bununla birlikte Çin, Türkiye'de AKP iktidarı tarafından yayılan komplo teorileri ile beslenmiş Batı karşıtı propagandadan etkili biçimde yararlanıyor. Böylece geçmişteki Tianenmen olayı, Tibet mücadelesi, Hong Kong protestoları ve Uygur soykırımı gibi ÇKP totaliter rejimi tarafından problem haline gelen kritik sorunları Batı karşıtı propagandadan yararlanarak örtbas edebileceğini düşünüyor. Çin’deki propaganda kuruluşlarının uydurduğu komplo teorilerine göre "Tibet, Hong Kong ya da Uygur sorunu yok. Hepsi Batı’nın oyunu". Benzer siyasi söylemlerle kendi tabanını tutmaya çalışan AKP iktidarı ile ÇKP'nin Batı karşıtı propagandaları ne kadar da birbirine benziyor, öyle değil mi? "Türk ekonomisinin çöküşü bir ABD projesidir" söylemi ile "Uygur meselesi Batı’nın oyunudur" söylemi nitelik olarak aynı siyasi zihniyetten türemiştir. Nitekim Çin'in Uygur meselesindeki tavrı ile AKP ve Vatan Partisi’nin tavrını ayırt etmek zorlaşmaktadır. Malum hiçbir otoriter iktidar kendi beceriksizliğini kabul etmez. O beceriksizliğinin faturasını dış güçlere keser. Böylece toplumun savunma mekanizmasından, güvenlik kaygılarından yararlanmak ister. Onlara göre bir asırlık mücadele tarihi olan Uygur siyasi hareketi Batı’nın oyunu! Gerçek şu ki, hiçbiri kendi siyasi çıkarına zarar verecek ya da itibarını zedeleyecek böylesi bir meselede sorumluluk almaya, çözümsüzlüğe terk edilmiş bu sorunun varlığını kabul etmeye yanaşmıyor. Doğu Perinçek ekibinin katılımı ve bazı Avrasyacı sol siyasi grupların desteğiyle artık iktidar ve Avrasyacı solcular arasında Uygur meselesinde bir konsensüs sağlanmış gibi görünüyor. Bu konsensüsün temel mantığı Batı’ya karşı Çin’le işbirliği yapmak. Bu büyük amaç için Uygurları, Tibet'i ve HongKong demokrasisini feda etmekten, soykırıma maruz kalan bir halka ihanet etmekten geri çekilmeyecekleri anlaşılıyor. İktidar, Perinçek ve ekibinin fanatik girişimlerinin sonuç vermeyeceğinin farkında... Elbette Türkiye'ninBatı’yla ilişkisini sonlandırması ya da NATO ittifakından kopması en azından kısa vadede mümkün değil. Ama gittikçe gerginleşen Batı ve Çin ilişkileri açısından bu denge politikasını sürdürmesi de pek mümkün görünmüyor. Türkiye, günün sonunda NATO ve Çin arasında bir seçim yapmaya mecbur kalacak. Çin’le olan ilişkilerinin gidişatı iktidarın Uygur, Tibet ya da Hong Kong gibi Çin'in kritik sorunlarına yöneltilen siyasi söylemleri değiştirebilir.