1945 öncesinde Chester İmtiyazı denemesi, çeşitli uzmanların katkıları ve eğitim alanında işbirlikleri temelinde sınırlı kalmış olan Türk-Amerikan ilişkileri, 2. Dünya Savaşının bitişi ve Soğuk Savaş’ın başlaması ile bambaşka bir boyuta evrildi. Missouri Zırhlısı’nın İstanbul’a vefat etmiş Büyükelçi Ertegün’ün naaşını getirerek Sovyetler Birliğine mesaj vermesi, Türkiye’nin Kore Savaşına asker göndermesi ve nihayetinde NATO üyeliği, sonrasında Marshall yardımları Türk-Amerikan ilişkilerine uzun yıllar damgasını vurdu. Türkiye’nin ABD’nin etkin rol aldığı BM, NATO, OECD, Dünya Bankası, IMF gibi örgütlere üye olmasıyla birlikte ilişkiler giderek kurumsallaştı. Öte yandan Türk-Amerikan ilişkileri 1960’lardan bu yana birçok kez sıkıntılarla yüzleşti. Türk-Amerikan ilişkilerinden yaşanan sorunlar, haşhaş ekimi, Kıbrıs, Ermeni Soykırımı tasarısı, silah ambargoları, Soğuk Savaşın ardından değişen öncelikler ve ABD’nin Kürt politikası gibi sıralanabilir. Aslında Amerika ile Türkiye’nin ilişkilerindeki temel sıkıntı aradaki bağın sadece IMF ve NATO temelli olmasıdır. Bu nedenle son 70 senede ABD ile Türkiye ilişkileri makroekonomik ve askeri stratejik sahalarla sınırlı kaldı. ABD şirketlerinin Türkiye’ye yatırımları çok düşük rakamlarda gerçekleşirken, Türkiye’nin ihracat pazarı olarak ABD öne çıkmadı. Türkiye-ABD ilişkileri, ABD’nin müttefikleri Japonya, Kore, Almanya ya da İtalya gibi ülkelerle kurduğu çok boyutlu bir ilişkiye dönüşemedi. Bu fark da ilişkileri sınırlı ve pragmatik kıldı. Soğuk Savaş’ın ardından zaten makroekonomi ve savunma alanlarıyla sınırlı kalan ABD-Türkiye ilişkileri giderek zayıfladı ve mütemadiyen yaşanan krizler silsilesinin sonunda bugünlere gelindi. Trump döneminde Türkiye-ABD ilişkileri Soğuk Savaş sonrasında artan sorunların yanında farklı bir faza girdi. Tayyip Erdoğan ve Donald Trump karşılıklı olarak kurumları by-pass ederek ilişkileri aşılması kişisel bağlantılarla düğümledi. Böylece Biden döneminde Türkiye ile ABD arasında çözülmesi zor krizlerle karşı karşıya kaldık. Kurumsal yapıların yıkıldığı ortamda şahsileşen Türk dış politikası Trump döneminde ABD’den gelen insan hakları temelli baskıları hissetmedi. Ancak bu sırada yapılan yanlış analizler Pastör Brunson’ı sıradan bir insan hakları meselesi kategorisinde görülmesine yol açtı. Brunson’ın Türkiye’nin insan hakları meselesinin ötesinde ABD’nin iç politika meselelerinden birisi olması krizin boyutunu büyüttü ve Türkiye’nin 21. Yüzyılın ikinci on yılında ABD karşısında ne kadar kırılgan olduğunu ortaya çıkarttı. Neticede Biden döneminde Türkiye, Halkbank, S-400, F-35, YPG gibi sorunlarla Trump döneminin 180 derece zıddı bir durumla karşı karşıya kaldı. Biden’ın henüz adaylık aşamasında New York Times mülakatıyla Erdoğan yönetimiyle arasında başlayan soğukluk, Demokrat Parti ön seçimlerinde sürdü. Biden’ın başkan seçilmesinin en son tebrik eden ülkelerden olan Türkiye, yine aylarca Biden’dan telefon bekledi. Kişiselleşmiş ilişkiler bu defa en kişisel şekilde irtifa kaybetmeye başladı. 2021’de ABD’den İstanbul Sözleşmesi ve Boğaziçi Üniversitesindeki protestolara ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına karşı net tavırlar gelirken; iktidarın açıkladığı insan hakları eylem planı dahi Batı’da eskisi kadar yankı görmedi. 24 Nisan’da ABD’nin Ermeni Soykırımı açıklaması öncesinde gelen Biden’dan gelen teselli telefonu da bir şeyleri değiştirmedi. Biden seçildikten 6 ay sonra başlayabilen “kişisel” ilişki de kurumsal bağların aşındığı ortamda etkisiz kaldı. Ortada ne kişisel bir şey vardı ne de ilişki. Nisan ayından sonra geçen iki ay sonunda ABD ile devam eden müzakerelerde ABD’nin pek de esnek olmayan tavrına şahit olduk. Halkbank, S-400, F-35, YPG gibi meselelerde Türkiye ile ABD arasında anlaşmazlıklar olsa da Amerika Çin’e, Doğu Asya’ya odaklanmışken; Ukrayna’da, Libya’da, Suriye’de Esad’a karşı ve nihayet Afganistan’da iki ülke arasında işbirliği imkanları da mevcut. Peki bugün Halkbank, S-400, F-35, YPG gibi meselelerde bizi neler bekliyor? Baban kalırsa ABD’nin Türkiye ile işbirliği yapabileceği alanlarda işbirliği sürer. Ancak Erdoğan’ın daha önce kişisel ilişkilerle aştığı sorunların aşılması imkanı Biden yönetimiyle yok. ABD’nin kendisi, Türkiye’nin çevresinde askeri bir maceraya girmedikçe; Türkiye’nin ABD için açık çek verilecek bir ülke konumunda olacağını düşünmek hayalcilik olur. Tayyip Erdoğan’ın sözüne kredi verilerek sorunların ötelendiği zamanların geçtiğini görmek gerekir. Bu noktada ABD-Türkiye ilişkilerini konuşurken gelinecek nokta Tayyip Erdoğan’ın meşhur pragmatizmidir. 19 yıldır süren Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına damgasını vurduğu söylenen pragmatizm tek boyutlu değildir. Tayyip Erdoğan kadar Erdoğan ile ittifak kurmaya hevesli aktörlerin de pragmatizmiyle birleşen bir olgu vardır karşımızda. Eğer karşıdaki aktörler pragmatik değil de ilkeli olurlarsa Erdoğan’ın pragmatizmi akim kalmaktadır. Geçen yaz İYİ Parti’ye pragmatik olarak yaklaşmaya çalışan iktidar, İYİ Parti’nin “yerli-milliğini” iade ve kabul etmişti. Ancak İyi Partinin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ısrarı sonucunda bu çabalar akim kalmıştı. Düne kadar pragmatik bilinen Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden vazgeçememiştir. 14 Nisan görüşmenin ardından olacakları saydığım örnekler üzerinden tahmin edebiliriz. Tayyip Erdoğan’ın karşısında artık eskisi kadar esnek, ilişki kurmaya hazır partnerler yok. Tayyip Erdoğan da her manevrası sonrasında sırtına yeni yükler aldı. Artık eskisi kadar kıvrak olamaz. Şahsına yeni kredi açılmasını sağlayacak ne kişisel bir ilişkisi ne de ABD’nin Türkiye’ye kredi açmasını zorlayacak uluslararası şartlar bugün mevcut değil. Sonuç olarak ABD’nin Türkiye’nin eylemlerine göre hareket edeceği görülebilir. Yani ABD Türkiye’den insan hakları alanında somut eylemler görmeden ya da S-400’ler konusunda ikna olmadan Türkiye karşısındanki pozisyonunu değiştirmesi beklenmemelidir. Ancak bu sahalarda Erdoğan hükümetinden bir tavır değişikliği ihtimali düşüktür. Bu açıdan son görüşme sonrasında da Erdoğan iktidarı kimi manevralar yapacak olsa da demokratikleşme ve stratejik tercihler bağlamında derinden bir değişiklik beklemek hatalı olacaktır. Sonuç olarak, ABD Türkiye ilişkileri son zirvenin ardından yatay seyir izleyecektir.