Kılıçdaroğlu tabandan bir yaklaşımla Türkiye’ye “özüne dönmeye” çağırıyor: kimlikler var ve yadsınamaz, ancak sorun da edilmemeli. Özüne diyorum çünkü; Türkiye’de elbette kimlikler üzerinden ayrımcılık ve kutuplaşma çok büyük bir sorun ve kimlik kaynaklı çok ağır meseleler yaşandı, yaşanıyor... Kemal Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olduğundan beri, geçmiş siyasi çizgisinden çok daha cesur ve kendinden emin bir tavır sergiliyor. “Ben Aleviyim” çıkışı da kendi siyasi tarihinin ve yakın dönem Türkiye politikasının en sıra dışı ve cesur çıkışlarından biri oldu. Tabii aslında, bu çıkışı; “5’li Çete ile mücadelede kesin kararlılıkta” ısrarcı tutumu ve ikiz depremler sonrası afet bölgelerini ilk ziyareti sonrası yaptığı, “Ben, aynı Kemal değildim artık” konuşması ile beraber okumak lazım. Deprem bölgesine ilk ziyareti sonrası Kılıçdaroğlu’nun grup konuşmasına atıfla şöyle yazmıştım yine Politik Yol’da: “Anladım ki ben artık eski ben olamayacağım. O an itibariyle ben aynı Kemal değildim”… Kılıçdaroğlu’nun aynı konuşmadaki şu sözleri, depremlerin ayna tuttuğu hâlimizi çok doğru bir noktadan sorguluyordu: “Bu nasıl bir düzendir. Biz ne yaptık kendimize böyle?” Ve sadece sorgulamak da değil; aynı zamanda, değişimin seçeneklerden biri değil; hayatta kalabilmek için tek seçeneğimiz olduğunu da ortaya koyuyordu diğer sözleri: “Davranışlarımızı değiştirmemiz lazım. Davranışlarla değerlerimizi yakınlaştırmamız lazım. Değerlere gelince mangalda kül bırakmayan bizlerin, bunu artık davranışlarımıza yansıtmamız lazım. Özetle her şeyi ama her şeyi temelden değiştirmek zorundayız.” Ve tam da bu hedefe kilitlenmiş gözüküyor Kılıçdaroğlu: “Her şeyi ama her şeyi temelden değiştirmek zorundayız.” Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun “Ben Alevi’yim” çıkışını, bir “Alevi Açılımı” gibi yorumlamak doğru olmaz. Veya konuşmasının geri kalanında dikkatini çektiği “Cumhuriyet çocuğu” olmanın, Alevi kimliğini ortaya koymasını geri plana düşürdüğünü de söyleyemeyiz. Evet; “Cumhuriyet’in evlâdı” olmak, bir çatı kimlik ve herkesi birleştiren temel aidiyet bağı olarak ortaya konuyor Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında...Ancak, birey ve köken olarak, mezhepsel kimliğini de eğmeden bükmeden dimdik bir duruşla da ifade ediyor. Bu bir “Alevi Açılımı” değil; çünkü AK Parti döneminin açılımları, tepeden bir güç veya kimliğin, “daha alttakilere” bir şeyler bahşetmeye karar vermesinin üstten bakışını yansıtıyordu. “Tepedeki” güç ve kimlik, her an her şekilde, fikir değiştirebilirdi. Zaten öyle de oldu... Kılıçdaroğlu ise, tabandan bir yaklaşımla Türkiye’ye “özüne dönmeye” çağırıyor: kimlikler var ve yadsınamaz, ancak sorun da edilemez-edilmemeli. Özüne diyorum çünkü; Türkiye’de elbette kimlikler üzerinden ayrımcılık ve kutuplaşma çok büyük bir sorun ve kimlik kaynaklı çok da ağır meseleler yaşandı, yaşanıyor...Buna karşılık, çok kimlikli bir coğrafyanın insanlarıyız-demek ki, özünde başka bir pratik de mümkün olabiliyor. Ve her şeye rağmen, kimlikler konusunda esneklik ve dayanışma da mümkün demek Türkiye için.
Kılıçdaroğlu, özellikle de “Gençliğe Hitabe” yolunu seçiyor: dünya genelinde “kimlikler” konusunda çok daha esnek olduğu araştırma verileriyle ortaya konan gençlere sesleniyor. Gençler, kendi aileleri, çevreleri başta ve toplum genelindeki “zihin değişiminin” de öncüleri.
Kılıçdaroğlu, özellikle de “Gençliğe Hitabe” yolunu seçiyor: dünya genelinde “kimlikler” konusunda çok daha esnek olduğu araştırma verileriyle ortaya konan gençlere sesleniyor. Gençler, kendi aileleri, çevreleri başta ve toplum genelindeki “zihin değişiminin” de öncüleri. Düşünceleri, yaklaşımı ve duruşu değişen; herhangi bir araştırma, danışmanlık ötesinde kendi siyasi çizgisini ilk kez bu kadar netleştirip kendi yolunda ilerliyor Kılıçdaroğlu...Önce “Kürtler” (ki o da başlı başına tartışmayı hak ediyor) ve sonra “Aleviler” çıkışları, Kılıçdaroğlu’nun “kendi siyasi söylemini” bulduğu çok ilginç dönüm noktaları... Bakalım, Türkiye siyasetinin de dönüm noktaları olacaklar mı? “Her şey, o zaman gerçekten değişmeye başlamıştı” diyebilecek miyiz bir gün, bugüne bakıp?