Beethoven, zıtlıklarla kuşatılmış bir ruha saplanmış, her daim isyanda, asabi bir zihindi. Basit zevkleri olan bu adam, olağanüstü rafine yapıtlar üretiyor, orta döneminden itibaren bir besteci için en temel duyu olan sağlıklı bir işitmeden yoksun şekilde besteliyor, doğayı insanlara, müziği yaşama tercih ediyordu. İşitme duyusunun giderek zayıflamasıyla, müziği duyularıyla deneyimleme şansını yitirmesi, en büyük hazzını sonlandırdı. Hazları tıkanmış her kişi gibi, o da bunun hıncını kendisinden ve yakın çevresinden çıkardı. Genç Beethoven, insancıl bir kişilik, sohbetleri, yeni tanışmaları, dostluğu seviyor. Sosyalleşmenin hazzı, çok iyi çaldığı piyanoda eşsiz yaratılarını çaldıkça elde ettiği beğenilerin, hayranlıkların tatminleriyle birleşiyor. Beethoven toplumda bir yıldız; kalabalıklar içerisinde pek mutlu. Fakat bu büyük mutluluğun üzerine hiç olmayacak bir yerden kapanıyor olanakların en güzelleri. Yazgı, tek bir hamlede hem sosyalleşmenin, hem beğenilerin odağındaki özelliğe saldırıyor. Beethoven, bir müzisyenin en ayrıcalıklı varlığını ve servetini, duyma yetisini yitiriyor. Daha çok genç, bu pek erken ve çok trajik bir kariyer tehdidi. Onda bir müzisyen görenlerin, sağırlığında, onda bir sakattan başka şey görmeyecekleri endişesi, Beethoven’ı bu duyu yitişini saklamaya itiyor. Müziğin üstesinden zihniyle gelen Beethoven, saygı gören bir müzisyen olmayı sürdür(e)bilmek adına sağırlığını gizlemek için sosyalleşmez oluyor. Görüşeceği kişilerin, sırrını fark edebilecekleri riski, onu insanlardan korkan, kaçan biri kılıyor. Yalnızlığa mahkum olmasının acısı bir yana, başkalarının nefretini kazanmanın yükünü de üstleniyor. Yaşamın hazları Beethoven’dan ayrıldı, onun için 1802’den itibaren yeni bir dönem başlıyor: trajedi. İNTİHAR İntihar Beethoven için her zaman ciddi bir tercih olarak masada durdu. Onu intihardan koruyan şey müziktir ancak bu müziği duymaktan yoksundur. Varlığını yalnızca belleği ve zihniyle bildiği ancak duyularıyla erişemediği bu sanat biçimi, Beethoven’da ses erişilemez hale gelince deneyiminin dışına çıkar. Doğada hazır halde bulunmayan ve ancak bir soyutlama sonucu müzik aletleriyle kendisini var edebilen müzik, Beethoven için soyutlamanın da bir soyutlaması olarak arı zihnin içerisine sıkışır. Bundan böyle müziği, kulağıyla değil, zihniyle dinleyecektir. Bu, Beethoven’ı başa çıkılamaz bir gerilim ve öfkenin içerisinde tutar. Varlığını hissetmek için ruhu ne denli incelirse, bir birey olarak müziğin kendi duyuları için yokluğu onu o derece öfkelendirir, kabalaştırır. Müziğine duyarlı bir kabalık siner. Beethoven’ın hiddeti kendisini tonlarda gösterir. Üst üste ani patlamalar, sarsan tekrarlar, dinleyiciyi bir trans aşamasının eşiğine bazen de içerisine taşır, kişiyi günlük rasyonalitesinden çekip alarak, kitle ruhunun irrasyonelitesine teslim eder. Beethoven’ın müziği, herkese, her şeye patlamak üzere kurgulanmıştır. Onun tarzı bir yaratıcı yıkıcılıktır ve her zaman gürültülüdür. Kendisinden önceki piyanistler dinleyicilere yumuşak, naif, akışkan biçemleriyle zarif bir şekilde kur yaparlarken, Beethoven dinleyicilerin altına bomba yerleştirir. Müziği, duyamamanın kederi, yaşamının diğer bileşenlerince de desteklenir. Ruhu hayata her daim bir kederler uçurumundan bakar. Ne bir umut, ne bir mutluluk; onu bekleyen her şey aşağıdadır. Beethoven tıpkı müziği duyumsayamadığı gibi, neşeyi de duyumsayamaz. Fakat hayır, o bir kaybeden değil; nasıl duyamadığı müziği zihnine atıyor ve düşlüyor, neşeyi de düşleyebilir; yaşamın duygularından ve hislerinden esirgediği mutluluğu ve neşeyi yaşamından bağımsız bir şekilde düşleyebilir, inşa edebilir. Yaşam ona bunca keder yığınca, Beethoven neşesini ruhuna üfler: Dokuzuncu Senfoni, duymayan kulaklarıyla hissetmediği neşeyi seslendirir. Beethoven’da irade, ona dayatılan acıların üstesinden gelme niyetindedir. Somutu soyutla karşılar: zihin maddeyi yenebilir. Hiç değilse bunu umar. NEŞE Hoş görünmeyen ve kısa süren bir gülüşü vardı. Neşenin ne olduğunu bilmeyen, ona alışık olmayan bir adamın geçmeyen hüznünün bulaştığı acemi, sakil bir gülüş. Bir mutluluk ifadesi değil, yalnızca bir mutsuzluk arası… Deneyimlenmemiş, doyasıya yaşanmamış duygular, onun yoksunlarınca en idealize edilenler olur. Bilinmeyen şeylere duyulan merak ve hayranlık, genellikle o bilinmeyenin hiç olmadığı kadar yüceltilmesine, uğrunda efsaneler üretilmesine yol açar. Beethoven için bu duygu ne aşk, ne sevgi; neşedir. Neşeye aç bir ruh onunki ve neşeyi tanımıyor, neşe onun için bir deneyim değil, bir ideal. Ve her ideal gibi kusursuzmuşçasına tasavvur ediliyor. Beethoven, yabancısı olduğu bu kusursuzluğun peşinde ama ona kavuşamayacağından da emin. Kederler içinde boğulmuş bu adamın gülüşü bile neşenin bir taklidi. O da en güçlü olduğu alanda, müzikte yeniden oluşturmak istiyor neşeyi. Fakat kişi tanımadığı bir duyguyu nasıl betimleyebilir? Beethoven neşenin kendisini değil, onun kendisi için varolsaydı, nasıl bir şey olurdu tasarımını besteliyor. Bu bir temsil değil, tasavvur. Beethoven bu tasvirin neşe olmasını istiyor ancak ortaya çıkan Beethoven’ca bir tasarımdan ötesi değil. Neşeden yola çıkıyor fakat geldiği yer, bir Beethoven müziği… Tezatların insanıydı. En güçlü bestelerini sağırken, neşeyi betimleyen yapıtlarını ise mutluluktan en uzak olduğu dönemde üretti. Yazgısının ondan çaldığı donanımı, müzikle yeniden modelliyordu. Yaşamın eksilttiği duyular ve hisler, bundan böyle Beethoven’ın soyut zihninde taklit edilecekti. Beethoven’ın adı bugün yüce yapıtlar silsilesiyle anımsanıyor oysa Ludwig kimsenin umursamadığı iç dünyasında, en derin umutsuzlukların kaosunda bir terkedilmiş, içindeki derin uçurumun yarattığı aşırı boşluğu, ancak pek yüce anıtlar dikerek nötralize ediyor.