Şurası bir gerçek ki ABD ama daha çok Fransa siyah kıtada giderek kan kaybediyor. Bunda, Çin ve Rusya’nın yükselişinde ABD ve Batılı ülkelerin geri çekilmesi ve etkisinin zayıflamasında somutlanan küresel çaptaki siyasi ve ekonomik değişimler önemli role sahip.
Batı Afrika'nın istikrara hasret kalmış toprakları, son yıllarda siyasi fırtınaların merkezi hâline gelmiş durumda. Son olarak Gabon ve Nijer’de yaşanan askeri müdahalelerin yanı sıra daha önce Mali, Çad, Gine, Burkina Faso ve Gine Bissau gibi ülkelerde üst üste yaşanan darbeler bu ülkeleri daha kaotik bir duruma sürüklerken aynı zamanda güç mücadelesinin merkezlerinden biri hâline getiriyor.
Onca darbenin üzerine Nijer ve Gabon’da yaşanan son askeri darbeler, “ne oluyoruz?” dedirten cinsten… Bu siyasi değişimler tıpkı 2009’da başlayan ve domino etkisiyle rejimleri tek tek deviren Arap ayaklanmalarına benzer bir hâl alınca, herkes ister istemez bir “harici el” ya da sistematik bir politik değişimin izlerini aradı. Elbette burada her ikisi de mevcut ama öyle komplo teorilerinde olduğu gibi aniden yaşanan bir değişim ya da gizli masonik bir teşkilatın alttan alta irtikâp ettiği bir takım hainliklerle ilgili değil mesele. Biraz daha yavaş ve tedrici olarak işleyen bir süreç söz konusu… Batı Afrika'daki darbeler, buzdağının sadece görünen kısmından ibaret ve aslında arka planda çok daha derin sorunlar yumağı yer alıyor.
Son üç yılda darbelerle birlikte gerçekleşen rejim değişikliklerine baktığımızda ilk değişimin Mali’de olduğunu görüyoruz. Mali'de, 18 Ağustos 2020’de yaşanan askeri ayaklanmayla bir grup asker, ülkenin eski Cumhurbaşkanı İbrahim Boubacar Keita'nın görevini bırakmasını sağlayarak yönetimi ele geçirdi. Keita'nın tahtını bırakmasının ardından, 25 Eylül 2020'de, geçiş dönemi başkanı olarak Cumhurbaşkanı Bah N'Daw ve yardımcısı, cunta lideri Assimi Goita tarafından göreve başlatıldı.
Ancak ülkeyi kasıp kavuran darbe fırtınaları dinmek bilmedi. 24 Mayıs 2021'de Mali ordusu, kabine değişikliğini gerekçe göstererek yeniden iktidarı ele geçirdi. Darbenin mimarı Assimi Goita, 7 Haziran 2021'de cumhurbaşkanlığı koltuğuna resmen oturdu. Bu sarsıcı değişikliklere rağmen, Mali hükümeti anayasal düzeni sağlama çabasıyla, Şubat 2024'te cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacağını ilan etti.
Çad da siyasi arenada önemli bir değişim yaşadı. 20 Nisan 2021 tarihinde, çatışmalarda yaralanan Cumhurbaşkanı İdris Debi İtno'nun ölümünün hemen ardından, oğlu Muhammed İdris Debi İtno, ülkenin kaderini eline aldı. General Muhammed İdris Debi İtno, 2022'de 2 yıl sürecek bir geçiş dönemi için geçici cumhurbaşkanı olarak atanmıştı. Ancak bu atama muhalefet tarafından büyük bir eleştiriye maruz kaldı.
Gine de siyasi dalgalanmaların yaşandığı bir ülke oldu. Devrik lider Alpha Conde, anayasayı değiştirerek üçüncü kez cumhurbaşkanı olma girişiminde bulundu. Alpha Conde, 2020'de üçüncü kez seçilmişti, ancak beklediği istikrarı sağlayamadı ve 2021'de Yarbay Mamady Doumbouya tarafından devrildi. Terör olaylarının artmasıyla birlikte, Yarbay Paul-Henri Sandaogo Damiba, Ocak 2022'de iktidarı ele geçirdi ve askeri yönetimi kalıcı hâle getirdi.
Burkina Faso da siyasi çalkantıların yaşandığı bir diğer ülke oldu. Ocak 2022'de Yarbay Paul-Henri Sandaogo Damiba, terör olaylarının artması nedeniyle yönetimi ele geçirdi, ancak eleştiri oklarının hedefi oldu. 30 Eylül 2022'de Yüzbaşı İbrahim Traore ve destekçileri, Damiba'yı devirerek yeni bir dönemin kapılarını araladı.
Guinea Bissau'da 1 Şubat 2022'de Cumhurbaşkanı Umaro Sissoco Embalo'nun kabine toplantısı sırasında darbe girişimi yaşandı. Embalo, olayın uyuşturucu çeteleri tarafından düzenlendiğini iddia etti ve hükümeti hedef alan bir darbe girişiminde bulundu.
* * *
ABD'nin çeşitli Batı Afrika hükümetleriyle yakın güvenlik bağları, Çin'in yatırım diplomasisi, Mısır ile BAE'nin politikaları ve ayrıca Fransa’nın yürüttüğü başarısız diplomasi sadece Orta ve Batı Afrika’daki siyasal değişimlerin değil aynı zamanda genel olarak kıtadaki alt üst oluşları anlatan anahtar olgular. Ama mesele elbette bu faktörlerle sınırlı değil. Bütün bunlara başta Libya olmak üzere Arap ayaklanmaların Kuzey Afrika’da soğuk savaş döneminde az çok oturmuş sistemlerde yarattığı sarsıntılar ve her zaman arka fonda yer alan sömürgeciliğin günümüze kadar uzanan etkilerini de eklemek gerekiyor.
Şurası bir gerçek ki ABD ama daha çok Fransa siyah kıtada giderek kan kaybediyor. Bunda, Çin ve Rusya’nın yükselişinde ABD ve Batılı ülkelerin geri çekilmesi ve etkisinin zayıflamasında somutlanan küresel çaptaki siyasi ve ekonomik değişimler önemli role sahip. Yeni aktörler ise Rusya ve Çin, kısmen de Türkiye. Moskova ve Pekin’in (tabii Ankara’nın da) Afrika’da sömürgeci geçmişi olmaması, ellerini sömürgecilik çamuruna bulaştırmamış olmaları büyük avantaj. Ancak bu ülkelerin hiç biri Allah rızası için orada faaliyette bulunan hayır kurumları ya da uluslararası yardım kuruluşları değiller.
Bölgeyi kontrol edebilecek enstrümanlardan yoksun olduğunu unutan Macron, kalkınma ve siyasi istikrar sorunu yaşayan ülkelere yaptığı ziyaretlerde pompaladığı umutların hayal kırıklığına dönüşmesine bir anlamda çanak tuttu ve vaatlerinin hiç birisini yerine getiremedi.
FRANSIZ FİYASKOSU
Fransız Cumhurbaşkanı Macron, Fransa’nın 19. yy’ın ortalarındaki sömürgecilik döneminden beri inşa ettiği her şeyi, yaptığı basit hatalar ve acemice hareketlerle yerle bir etti desek mübalağa yapmış olmayız. Geçmiş yüzyılın ortalarına kadar doğrudan bir eyaleti olan Cezayir’in sömürgeci döneme ilişkin hassasiyeti bilinir ve Paris’in bu duruma ilişkin pozisyonu, Fransa’yla ilişiklerinde kritik bir rol oynamıştır. Bu yüzden genelde Fransız liderler giderek artan anti-kolonyalist bilinç nedeniyle Cezayir’in ve diğer Afrika ülkelerinin buna ilişkin hassasiyetini gözeten tutumlar sergilemişlerdi.
Bölgeyi kontrol edebilecek enstrümanlardan yoksun olduğunu unutan Macron, kalkınma ve siyasi istikrar sorunu yaşayan ülkelere yaptığı ziyaretlerde pompaladığı umutların hayal kırıklığına dönüşmesine bir anlamda çanak tuttu ve vaatlerinin hiç birisini yerine getiremedi. DAİŞ ve El-Kaide örgütlerinin ne de bölgedeki istikrarsızlıktan beslenen mafyatik grupların etkisini kırmada başarılı olamadığı gibi ekonomik yardım vaatlerini de yerine getiremedi.
Fransa’nın Afrika’da son dönemde yaşadığı başarısızlıkların ardında etkisiz gruplarla ilişkiye geçmesi, kıtadaki durumu doğru analiz edememesi, ülkenin siyasi ve askeri seçkinleriyle doğru ilişkiler kuramamasının yattığı belirtiliyor. Ayrıca Fas ve Cezayir’in yanı sıra Batı Afrika ülkeleri liderlerini vize sopasıyla hizaya getirme politikaları da ters tepmiş görünüyor.
Bunun sonucu olarak Fransa'nın arka bahçesi olarak kabul edilen Mali ve Burkina-Faso gibi ülkeler, Fransa’da yükselen Afrika karşıtı göçmen politikalarının da getirdiği öfkeyle Paris yönetimine sert karşılıklar sadedinde Bamako ve Ouagadougou'daki Fransız büyükelçilerini sınır dışı etti. Fransız Cumhurbaşkanı İlk göreve geldiği sırada Cezayir’de Fransız sömürgeciliği döneminde yaşananların insanlık adına utanç verici olduğunu belirterek Fransız solcularının bile söylemeye cesaret edemediği büyük laflar edebildi.
Aynı Macron, geçtiğimiz aylarda yaptığı bir başka konuşmasında sömürgecilik döneminden önce Cezayir ulusu diye bir şeyin var olmadığını tartışmaya açan beyanatta bulundu. Böylece son dönemde Rusya ve Çin’le büyük ölçekli ekonomik ve askeri anlaşmalar yapan Cezayir’i daha fazla bu ülkelerin yanına itti.
Macron, batmakta olan bir geminin su aldığı delikleri tıkamaya çalışsa da bu çabaları, Fransa’nın eski gücünün aşınması nedeniyle meyve verecek gibi görünmüyor. Çünkü ekonomik açıdan Fransa Çin ile rekabet edebilecek güce sahip değil. Çeşitli rakamlar, Çin'in Afrika'daki yatırımlarının Fransa'nınkileri gölgede bırakmakla kalmadığını, aynı zamanda tüm batılı ülkelerin yatırımlarının toplamını da aştığını gösteriyor.
Fransa'nın 2020 yılında Afrika'ya yaptığı ihracat, o yılki toplam küresel ihracatının yüzde 5,3'ü kadardı. Afrika Almanya için bir öncelik olmamasına rağmen, şu anda Almanya'nınkinden daha düşük. Çin'in kıtaya nispeten yeni gelmesine rağmen, Fransa'nın Afrika'ya ihracatı Çinlilerin ihracatının ancak dörtte birini temsil ediyor.
Türkiye ise biraz daha temkinli gidiyor, bekle gör siyasetini izlemeyi tercih ediyor gibi görünüyor. Arap ayaklanmalarında “ne güzel buralar bize kalıyor” havalarındaki çocuksuluk, Afrika’da son süreçte görülmüyor.
TÜRKİYE’NİN POZİSYONU
Türkiye ise biraz daha temkinli gidiyor, bekle gör siyasetini izlemeyi tercih ediyor gibi görünüyor. Arap ayaklanmalarında “ne güzel buralar bize kalıyor” havalarındaki çocuksuluk, Afrika’da son süreçte görülmüyor. Eh, bu da hayra alamet demektir, demek ki bizimkiler Arap ayaklanmaları sürecinde yaşananlardan, uğradıkları hayal kırıklıklarından az çok ders çıkardılar demek ki.
Türkiye’nin Afrika’daki faaliyetlerine ilişkin istatistiklerle ilgili bilgileri kontrol ettiğimizde şu tabloyla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz: Ankara aslında ilk sıçramayı kültürel alanda gerçekleştirdi denebilir. Maarif Vakfı tarafından 26 Afrika ülkesinde 175 okul kurarken TİKA da bir taraftan faaliyetlerini devam ettirdi. Ayrıca hâlihazırda veriler doğruysa 6 binden fazla Afrikalı öğrenci Ankara tarafından sağlanan burslarla Türkiye'deki kurumlarda eğitim görmekte. Askeri alana baktığımızda ise Türkiye'nin Libya ve Somali'de askeri üsleri bulunuyor ve diğer bazı Afrika ülkelerine de askeri eğitim veriyor.
2008 Afrika Açılımı ve 2013 Afrika Ortaklık Planı, ekonomik yatırım ve askeri bağların güçlendirilmesi noktasında bir girizgâh mesabesindeydi. Türkiye, 2002 yılında 12 olan Afrika'daki büyükelçiliklerinin sayısı bugün 43'e yükseltmiş durumda. Türk Hava Yolları da “Kara Kıta”da uçuş noktasını 61'e çıkarırken, TİKA da 22 ofis açtı.
Tabii burada Türkiye henüz bir emperyalist ülke konumuna yükselmiş değil, sömürgecilik istese de yapamaz, onun devri çoktan geçti. Ancak bir hegemonya arayışının olmadığını da kimse söyleyemez. Evet Türkiye’nin sömürgeci geçmişi yok belki ama kendisini üst perdeden pazarlayıp Afrika ülkelerini çantada keklik görmesi ve kalitesiz Türk dizileriyle bu işleri kotarabileceğini sanması, eskisinden beter bir hayal kırıklığına yol açabilir. Yıllardır acımasız sömürünün kurbanı olmuş Afrika ülkeleriyle daha eşitlikçi bir ilişki kurmak mümkün elbette ama bunu hedef hâline getirecek bir dünya vizyonuna ve adil bir dünya hayaline sahip olmak lazım.
Hiçbir dinin, etnisitenin, devletin tahakküm kurmadığı özgürleştirici bir eylemlilik durumundan bahsediyoruz. Türkiye ayrıca yeteri kadar Afrika uzmanına sahip olamamasındaki zaafının da gösterdiği gibi bölgeyi derinlemesine analiz edebilecek kadro ve tecrübeye sahip değil. Koşullar Türkiye’yi itidalli olmaya zorluyor ama ülke olarak heyecanlı bir karaktere sahip olduğumuzdan Afrika’da mütehevvir bir çıkışın serencamını sergileyebilecek kapasiteden uzak olduğumuzu da söyleyemiyoruz.